31 Mart 2009 Salı

ENGEREĞİN GÖZÜNDEKİ KAMAŞMA (Zülfü Livaneli)



Osmanlı padişahlarından biri tahta çıktığı günlerde tüm şehzadeleri bir odada toplar ve hepsini öldürtür.Yalnızca içlerinden biri annesinin son andaki çabası ile kurtulur ve bir odaya kapatılır.Odada kaldığı seneler boyunca ölüm korkusundan kurtulamaz ve hastalıklı bir adam olup çıkar.Peki bu şehzade günün birinde padişahlık tahtına oturursa ne olur?İşte kitap bu sorunun cevabını veriyor.Senelerce ölüm korkusu taşıyan padişah mutlak iktidarın sahibi olunca bir ölüm meleğine dönüşür.Ölüm denilen büyülü geçiti oyun olarak kullnıp"Yaşam nerede bitiyor,ölüm nerde başlıyor?" sorusuna cevap arayan bir padişah olur çıkar.Kadınlara duyduğu ilgisizlik bir gecede yok olan ,sarayın cariyelerinin yetmediği,değişiklik arayışının onu imparatorluğun en şişman kadınını aramaya yöneltiiği bir padişahta olması muhtemeldir.İkditar uğruna öz oğlunu sapık yapan,öteki oğlunu tahtan indirip hapse attırarak feci sonunu hazırlayan,torununu öldürmek üzere tuzaklar kuran bir valide sultanıda kitabın önemli karakterleri arasında saymak gerekir...Kitabın anlatıcısı olan haremağası ise yaşadığı işkenceler,çektiği aşk acıları ile bütünleşerek anti-iktidar bir durum sergiler.Gün gelir devran döner işler öyle bir hal alır ki, ikditar ehli muhtaç konuma düşerken,haremağası padişahın üzerinde iktidar kurma gücüne erişir.

Kitabın en ilgi çekici yanı tarihi zemin üzerine oturtulmasına,karakterler birebir kesişmesine rağmen isim kullanılmamış olmasıdır.Yani eğer küçük bir araştırma yapılmazsa (yada bu yazı okunmazsa:) ölüm korkusu taşıyan padişahın 1. İbrahim olduğu bilinmezde kalabilir.Zaten dikkat çekilmek istenen noktada karakterler değil iktidar kavramı ve bu kavramın değiştirdiği insan davranışlarıdır.İkdidar olanın çevresine pervane böcekleri gibi üşüşen insanlardır kitabın asıl konusu...17. yy kullanılsada zaman olarak ,asıl anlatılmak istenen geçmişte ve gelecekte değişmeden kalan iktidara,iktidardakine bakış açısıdır."İktidar insanı değiştirir." cümlesinin roman formuna bürünmüş halidir kitap.

Kitapta bilgi mahiyetinde verilen misallerde(yılanla leyleğin hikayesi,harut/marut ve zühre yıldızının hikayesi hikayesi,zekeriya sofrasının hangi kökten türediği,testament yani testis üzerine edilen yeminin ortaya çıkışı) okuma sürecini zevkli hale getiriyor.Zamanınız varsa birkaç saatte tüketilecek kadar kolay okunan bir kitap.Cevap bulamadığım tek bir soru var kitapla ilgili:Neden başka bir hayvanın yada yılan cinsinin değilde engereğin gözündeki kamaşmadan bahsediliyor?Engerek diye bahsedilen zehirli ve düşman sayılabilecek insanlar mı yoksa anlamadığım başka bir anlam mı yüklenmişmiş bu kelimeye.Cevabı bilen varsa bekliyorum.

Keyifli okumalar...

***Benim efendim,bir engereğin gözünü kamaştıracak kadar parlak mücevherlerle süsülü sorgucunu taktığı zaman,doğan güneş utanır ve ona gıpta ederdi.(syf.32)

***Engereğin gözünü kamaştıran şatafatı yaratan da bunlardı zaten(syf.82)

***Melek bilgisiyle hayvanda bilgisizliğiyle kurtuldu.İnsanoğlu bu ikisi arasında keşmekeşte kaldı...(syf.139)







27 Mart 2009 Cuma

ÖLMEDEN ÖNCE OKUSAM...


Son zamanlarda okuma dolayısıyla yazma hızına erişemediğim Ludmilla'dan bir mim geldi.Ölmeden önce okumak isteyeceğim 10 kitabı sormuş.Eminim ki kitapseverlerin en zorlanacağı konulardan biridir kitaplar arasında öncelik belirlemek...Ben yazarken o kadar kararsız kaldım ki anlatamam.Okuduğum ne kadar az,okumak istedğim ne kadar çok kitap olduğunu görünce bir kez daha şaşırdım.En sonunda şu andaki ruh halimle cevapladığım aşağıdaki liste çıktı ortaya.Sevgili Çikolataçikolata,Ruh Dağı,Bozgun Odası,Evvel zaman içinde,Zero ve Serpil (bloğun olmasada yorumlardan okuruz) sizde yapar mısınız bu listeyi?



1:İlk sırada MESNEVİ ve Şefik Can'ın MEVLANA kitabı geliyor.Mesnevi'yi bundan 5 sene önce 2 cilt olarak normalde elimi bile sürmeyeceğim bir gazateden kupon toplayarak almıştım. İnanılmaz güzel ve kaliteli bir baskı çıktı.Mevlana ise çok özel bir dost tarafından hediye edilmişti.İkisinide okumak bir türlü nasip olmadı.

2:Umarım en kısa zamanda Murakami'nin tüm kitapları dilimize çevrilirde bu listeye o kitaplarda dahil olur.


3:Binbir Gece Masalları.En uzun ve en düzgün baskısını okumak isterdim.Senelerdir bildiğim bir kitabın bir öyküsünü bile daha yeni zamanda bir dostumdan dinlemiş ve cahilliğim karşısında utanmıştım.


4:Tutunamayanlar'a vereceğim şansın geldiğini düşünür ve onu okurdum.Okuyamadığım için kendime salak muamelesi yaptığım nadir kitaplardandır.


5:Ursula LeGuin'in herhangi bir kitabı olabilir çünkü henüz hiçbir kitabını okumadum.


6:Fowles'ın kitapları ama öncelik Büyücü'de...Ludmilla ilk bahsettiği günden beri aklımda. Türkiye'de ki Büyücü okuyucalarının çoğunluğu Ludmilla referanslı olacak galiba...


7: Nazan Bekiroğlu'nun kitapları ama illede birini seçmek gerekirse Nun Masalları...


8:Kara Kitap'ı da listeye almam gerekiyor.


9:İskenderiye Dörtlüsü'nün ilk cildi olan Justine senelerdir kitaplığımda.Okumaya niyetlenip her seferinde ilk sayfalarda bırakıyorum,ama biraz zorlarsam kesin okurum.


10:Artık ayıp oluyor biliyorum Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumadan bana biRşeyler olmaması gerek:)

25 Mart 2009 Çarşamba

AŞK VE KIRK KURAL -2-

Altıncı kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

.........................................................................................................................................................

Yedinci kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

.........................................................................................................................................................

Sekizinci kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

............................................................................................................................................................

Dokuzuncu kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

...............................................................................................................................................................

Onuncu kural:Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

24 Mart 2009 Salı

"AŞK" VE KIRK KURAL


"Her badireden ve tecrübeden sonra,hiçbir kitapta yazılı olmayan,sadece can defterime nakşedilmiş kurallara bir yenisini ekledim.Bunlara bir ad verdim:GÖNLÜ GENİŞ VE RUHU GEZGİN SUFİ MEŞREPLİLERİN KIRK KURALI... "der Elif Şafak'ın Şems'i....




Sevdim bu kuralları ben...Üstünde düşündürtecek kadar bu dünyaya ,gönlünüze işleyecek kadar manevi dünyaya aitler...Gözümün önünde bulunsun istedim...Fırsat bulursam bu düşüncelerin bende yarattığı izdüşümleri de yazarım altlarına.




Birinci kural:Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız,kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak,utanılacak bir varlık geliyorsa aklına,demek ki send ekorku ve utanç içindesin çoğunlukla.Yok eğer,Tanrı dendi mi evvela aşk,merhamet ve şefkat anlıyorsan,sende de bu vasıflaedan bolca mevcut demektir.

...........................................................................................................................................................

İkinci kural :Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil.Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstündeki kafan değil.Nefsini bilenlerden ol,silenlerden değil.

..............................................................................................................................................................

Üçüncü kural:Kuran dört seviyede okunabilir.İlk seviye zahiri manadır.Sonraki batıni mana.Üçüncü batıninin batınisidir.Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
...............................................................................................................................................................

Dördüncü kural: Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
............................................................................................................................................................

Beşinci kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin!”
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

23 Mart 2009 Pazartesi

YAZACAKTIM

İstanbul'a gittiğimi,orada yaptıklarımı,son zamanlarda tanıştığım en güzel insan olan RUH DAĞI ile buluşmamızı(nolur beni affet),benim İstanbul'a gitmemi bekleyen yağmuru....



Okuyalı uzun zaman olduğu halde hala anlatamadığım kitapları,bilgisayar başına oturabildiğim sınırlı zamanlarda bişeyler yazmak yerine blogları okuduğumu hatta bazı yazılara defalarca göz attığımı,yazamadığım kitaplar için çektiğim vicdan azabını...



Yeni okuduğum Ayşe Kulin'den Umut'u,Murat Gülsoy'dan Sevgilinin Geciken Ölümü'nü, okumaya başladığım Aşk'ı,okunmayı bekleyen yeni kitaplarımı,İl Halk Kütüphanesi'nin süprizini,Bozgun Odası'nın filmlerini....

Beynimin içini meşgul eden bir sürü sözcüğü ve daha nicelerini yazacaktım ama olmadı.

Yakınlarımızın ardıardına hasta olması tüm enerjimi bitirdi.Hastalanan hastalanana...Zaten son bir haftadır yazı yazacak kadar vaktimde olmadı hiç...İşlerde biraz yoğun yani...Bu kısacık yazının bile kaç günde yazıldığını tahmin edemezsiniz...Şu anda zaman olarak rahatım ama son bir ayın yorgunluğunu atamadım üstümden...Birileri bana enerji pompalasın diye bekliyorum. Kimden medet umduğumu bende bilmiyorum ama çok uzun sürmemesini diliyorum.

15 Mart 2009 Pazar

KİMYA HATUN / Saide Kuds


Konya'da oturan Kerra Hatun eşinin ölümünden sonra gelen evlilik tekliflerinin hiçbirini kabul etmmeiştir.Kocasından miras kalan konakta iki çoçuğu ve yardımcılarıyla birlikte yaşarken birden Konya müftüsünün evlenme teklifini kabul eder.Bu evlilik herkesin hayatını değiştirecektir ama bundan en çok nasibi Kerra Hatun'un kızı Kimya alacaktır.Kimya istemeyerek girdiği bu yeni yaşama alışmakta zorlanır.Konya müftüsü Mevlana'nın üvey kızı olmak bile tahmininden daha fazla zorlar hayatını.Alışık olmadığı kurallar,haremdeki yaşlı kadınlar,yeni yeni gelişen bedeni ve ruhu sıkmaya başlar Kimya'yı.Mevlana'nın ilk eşinden olan oğlu Alaattin'de olmasa tüm hayat ona zehir olacaktır.Günlerini Alaattin ile, eski günlerini yad etmekle,geleceği için hayaller kurmakla geçiren Kimya Hatun'un hayatı Şems'in Mevlana ile halvete çekilmesi ile bir kabusa dönüşür.Sadece onun için değil başta annesi ve üvey kardeşi Alaattin olmak üzere herkesin hayatı bir günde tersyüz olur.Kimya Hatun kendinden onlarca yaş büyük Şems ile evlendirilir ve bu olay gencecik Kimya'nın sonuna giden yolun başlangıcı olur.

Kitap kendi içinde olaylara göre konulara ayrılsada asıl olarak 3 bölümden oluşuyor.İlk bölümde Kimya'nın çocukluğu, ergenliği ve yaşadığı olaylar anlatılıyor.Şems'in Mevlana ile karşılaşmasından sonra olaylar bu iki kişi üzerinde yoğunlaşıyor.Onların ayrı bir mekanda halvete çekilmesi,yaptıkları tartışmalar,Şems'e karşı duyulan değişik hisler,bu olayların ev ahalisine ve Konya halkına tesirlerinden bahsediliyor uzun uzun...Son bölüm ise Şems ile Kimya'nın evliliği üzerine kurulu.Kimya'nın bu evlili neden kabul ettiği,tüm insani zaaflardan sıyrılmış Şems'in genç ve güzel Kimya karşısında nasıl farklılaştığı,bu farklılaşmanın Kimya'nın sonunu nasıl hazırladığı anlatılıyor.

Ana karakter Kimya çok tutarsız bir karakter olarak yansıtılmış.Sürekli olarak olaylara,insanlara bakışı değişiyor,duygu dünyası sürekli bir dalgalanma halinde.Bu sebeple Kimya'yı tam olarak oluşturamadım kafamda...Şems ise Mevalana'nın yoldaşı olarak değil de O'nu diğer insanlardan ve iman yolundan ayıran birisi olarak yansıtılmış.Gerçi kitaba karşı en büyük hayal kırıklığımıda burada araya sıkıştırayım.Ben bu kitabı daha biyografik bir yapıt bekliyordum.Okuduğum kitap tam olarak karakterleri ve birkaç olayı tarihten alınmış kurgu romanı...Aslında önemli kişilerin kurguda olsa romanlarını severim ama burada Mevlana olduğu için kurgu biraz bana hafif ve saptırılmış gibi geldi.

Kitabın yazarı İranlı olduğu için olsa gerek yabancı kelimeler var ama çoğu için dipnot verilmiş.Anlatımdaki en büyük eksiklik olarak belirli bir anlatıcının olmaması beni sıktı.Kitap aslında Kimya Hatun'un dilinden anlatılacak gibi kurgulanmış ama bazı yerlerde yazar mı konuşuyor,olayı yaşanlardan birimi anlatıyor, yoksa Kimya'mı aktarıyor analayamadım.Kimya'nın bilmesine olanak olmayan olayları anlatması ise kitabın inandırıcılığını iyice zayıflatıyor.

Kimsenin bahsetmediği Kimya'ya ve Şems'in evliliğine kurguda olsa değinmesi hatırına beğeni listemin ortalarında bir yerlere koyuyorum kitabı.İran'da büyük ilgi gören ve İran'ın 2006 Parvin Etesami Edebiyat Ödülü'nü alan bu ilk kitap için söyleyeceğim son şey,vaktiniz varsa kurgu olduğunu unutmadan okuyun ama beklentilerinizi azaltın alacaktır.





***Baba sevgisinden mahrum kalmış olmam,beyaz hayat defterimdeki tek kara lekeydi.Şimdiye dek kimse bana gerçek aşkın erkeklere ait bir hak olduğunu,dolayısıyla babam olsun veya olmasın bir erkeğin eninde sonunda annemi benden alacağını ve beni bir düğün alayının çıkardığı toz bulutları arkasında yalnız bırakacağını anlatmamıştı.(syf.39)

***Günler geçmek bilmiyordu,işte o zaman anladım ki saat,zamanın ölçüsü değildir.Lala da benim gibi düşünüyordu.Tanrı'nın, "Bir gün binlerce güne dönüşebilir " diye buyurduğunu söylüyordu. (syf.44)

***Aramızdaki şey bir mumdan yükselen ışık gibiydi;" Hem gerçek hem yalan!Lakin daha sonra mutluluğun mumda değil de onun yükselen ışıklarında olduğunu anladım.Görebildiğin kadarıyla yetinmen gereken bir şeydi.Mumun ışığını tutmaya çalışıcak olursan mum sönecek,ışık gidecek ve elin yanacaktı."Varlık alemindeki mutluluk,mahiyetten daha fazla hisssedilen ve hayalden daha çok aynileşen bir olguydu,benim ruhum ise bu iki arasında gidip gelen bir berzahı yaşıyordu.(syf.153)

***Hastalıklı bazı hatipler,saf ve temiz kalpli müminleri korkutmaktan haz alıyorlar.Ayet ve hadisleri,barbar görüşlerine göre yorumluyor,kendi halet-i ruhiyeleriyle uyuşan esaret sahnelerini anlatmaktan geri kalmıyorlardı.Öyle ki avamdan kimileri,duyduğu işkence sahnelerinin ruhlarında yarattığı tahribatla nara atıyor,bayılıp yere düşüyordu.Bayılanların sayısı arttıkça minberdeki hatibin de ünü ve itibarı artıyordu.Fakat kimse,insanların duyduğu bu azap rivayetlerine rağmen günaha bulaşmalarını anlamıyordu.Nasıl oluyordu da onca gözdağı vermeye rağmen şehirde rahatlıkla günah işlenebiliyordu?Oysa günahın cezasını en iyi onlar biliyordu.(syf.173)

***Şems'i omuzlar üzerinde medresenin kapısına kadar götürdüler.Hüdavendiğar'ın o çok önemli vuslat anınında ne yapacağını gözleriyle görmek istiyorlardı.Eğer bu buluşma anını aşık ve maşukun kendisine bırakacak olsalardı,onlar bu vuslat şerbetini
bomboş bir çölde veya sonsuz bir okyanusta,tanınmayan küçük bir sandalda içmek isteyeceklerdi.Oysa kimse onların anlık heyecanlara gelen avmdan,yabancı gülücüklerden ve riyakar insanlardan uzaklaşmak içinömürlerinin geri kalanını vermeye hazır olduğunu bilmiyordu.(syf.209)

***Şems,Tanrı'nın kendisiyle neden oynadığını anlayamamıştı.O dünyevi bağlılıklardan tek tek kurtulduktan ve nefsini arındırdıktan sonra durgun ve sınırsız bir okyanusa ulaşmıştı fakat yorgun ruhunun yabani bakışlar altında Yusuf gibi berrak sularla dolu kör bir kuyuda tutsak edildiğini hissediyordu.(syf.211)

***Ama dünya ve dünya içindeki şeylerin,diğerine kavuşmayı bekleyenlerin değil,dileğine dört elle sarılan cesur ve yaratıcı insanların elinde olduğunu asla anlayamamıştı.Doğanın bu kanununu anlayamamıştı.Böyle olmadı mı saçını başını yolacağını,hasretten eriyip gideceğini ve sadece güçlülerden arta kalanı yiyeceğini kavrayamamıştı.(syf.220)

***Zaten ne çekiyorsak,şu kör olasıca kötülüklerin anası gözden çekiyoruz!Öfkelenip Adem'e bağışladın o gözü,sonra onu cennetinden attın.Doğru,senin zail olmaz nişanelerinden birisidir,amenna,fakat ne yazık ki ne kemalden ne de marifetten nasibini alamamıştır ve diğer duyu organlarına oranla daha çabuk aldatılıyor ve aldatıyor.Zaten görevi bu onun.Gözü Adem'e verdikten ve onu şeytanla beraber yeryüzüne sürgün ettikten sonra dünya bir an olsun rahat yüzü görmedi.Boşuna,çeşm kötülüğün çeşmesidir ,dememişler.
Şu göz,tevhit ve mahiyeti renklere,şubelere ayırıyor;eğer o olmasydı kesinlikle hiçbir girift konu kalmayacaktı.Eğer hakikati görme kabiliyetine sahip olsaydı,Adem cennetten kovulmayacaktı.Tüm hicapların nefsidir o!Kalp gözümüzü köreltsin diye mi bu kör olasıca bir çift gözü verdin bize?Tek hedefi diğer duyu organlarını bataklığa çekmeye çalışan görme kaygısıdır onunki.Göz olmasa mahiyet olmayacaktı ve mahiyetsiz bir dünyada hasseler tevhide koşacak,şeytan ortalıkta rahatlıkla cirit atamayacaktı. Hepimiz vücut ve vahdetin şarabıyla mest olacaktık(syf.248)

***Gamın tek taraflı olabileceğini fakat mutluluğun karşılıksız olamayacağını bilemeyecek kadar aşkın kanunundan gafildiler bu sefiller.(syf.251)

***Bil ki ezeli ve tanrısal aşk tevehhüm(evhamlanmak) değildir.Dokunabilirliğin yanı sıraispatlanacak birşeydir.Tanrı'ya özgü bu aşk,yeryüzüne ait ne kadar müebbet zuhurat(birden oluveren şeyler) varsa hepsinin anasıdır.Tüm sanatların anasıda odur.İşte bu yüzden zamn denilen ilet sanatın özünü aşındırmaz.Aşındıramadığı gibi hergün yalız sanatlara bir yenisini daha eklemek zorunda kalır.Eğer rebap,çenk ve çegane seni alıp göklere götürüyorsa aşkın haraketi ve yalız sanatın bitimsiz gücü ile götürüyorlar.Hakeza yalız,katıksız bir şiir,üzerinden binlerce yıl geçse dahi taravet ve canlılığından bir şey kaybetmiyorsa eğer,bu,ilahi aşkın sayesindedir. İlahi aşkın büklüm büklüm onda görülmesindendir.Eğer sen Belh'ten ben de Tebrizden kalkıp buralara kadar geliyor ve Konyalı kavvalın nağmeleriyle manevi bir aleme seyrediyor ve lahuti cilveleri müşade ediyorsak,bu ilahi aşktır.(Syf.270)

***Ve artık şunu da biliyorum ki seninle işim bitti.Senin fakihlikten,ilim denen hicaptan ve o kahrolası medreseden kurtulman için çabaladık.Sen ise yüzyıllık bir yolu bir gcede kat etmeyi başardın.Eğer devamı gelsin istiyorsan kendini iyi tanı.Her ne rarasan kendinde ara.O Huten ceylanının başına gelenleri aklından çıkarma.Artık senin bana ve benim gibilere ihtiyacın yok.(syf.271)

***İman en çok aşktan doğarsa iman olur.Vuslata sebep,mutluluğa yol ve dostluğa izin verip ayrılığı ortadan kaldırabilirse iman olur.Aşktan gafil müminlerden Tanrı' ya sığınırım!(syf.293)

***HAKİKAT,GÜZELLİK VE YALIN BİR YAŞAMDA OLUP ALABİLDİĞİNCE YAKINIMIZDADIR AMA MAALESEF DÜNYA,BAŞ DÖNDÜRÜCÜ BİR OYUNUN İÇİNDE BOCALAYIP DURMAKTADIR:AVAM KENDİ SEVDASINDA,ALEM KENDİ SVEDASINDA,ŞEYH,SUFİ DE KENDİ SEVDASINDA.ZAMAN VE MEKAN İSE KENDİ İŞLERİYLE UĞRAŞMAKTA...ONLARA SADACE VE SADECE RENKLERİN ÖTESİNİ KEŞFETMEK,ORAYI GÖRÜP OKUYABİLMEK İÇİN DAHA ÇOK DUA ETMELERİNİ HATIRLAT.SADECE RENKLERİN ÖTESİNİ BİLSİNLERE,BAŞKA BİR ŞEYİ DEĞİL.ZİRA BİLENLE BİLMEYEN HİÇBİR ZAMAN BİR OLMADI,OLMUYOR VE OLMAYACAKTIR...(syf.295)
300 Sayfa / Sonsuz Kitap(Yakamoz Yayıncılık)
Farsçadan Çeviri: Veysel Başçı
1. Baskı Aralık 2007

3 Mart 2009 Salı

PATASANA (Ahmet Ümit)



Aylar oldu kitabı okuyalı ama bendeki üşengeçlik bir türlü geçmedi.Aslında hala yazasım yokta,paylaşacağım kitaplar biriktikçe blog tutmanın asıl amacını kaybetmeye başlıyorum.
Aslında Kavim'den daha önce okumuştum kitabı ama anlatmak bu güne kısmet oldu.

Gaziantep yöresinde kazı çalışması yapan bir ekip yörede işlenen önemli cinayetlerden sorumlu tutulur.Kazı yapılan bölgenin kutsallığını bozdukları için halk tarafından kötü şans getirmekle suçlanırlar.Ekip başı Esra her ne kadar kazıyı bitirmek istemesede ,kafasındaki soru işaretlerini cevaplandıramaz.Yinede buldukları belgenin önemi karşısında Esra ve ekip cinayetlerle kazının ilgili olabileceğinden şüphelenir.Çünkü buldukları belge yazılı ilk gayriresmi tarihe aittir.Patasana adındaki saray başyazmanının kendi kişisel tarihini anlatırken;Hitit tarihine,geleneklerine ışık tututuğu bu tabletler sadece ekip için değil tüm tarih için önemli bir belgedir.Tabletler bulundukça birbiri ardına ilginç biçimlerde işlenen cinayetler herkesin tadını kaçırmaya başlar.Bölgeden sorumlu Yüzbaşı Eşref ile Esra arasında çakan aşk kıvılcımları ve ekibin diğer üyeleri arasında yaşana ikili ilişkiler olaylar,cinayet haberleriyle bir sarmaşık misali dolaşmaya başlar.Cinayetlerin işleniş sebepleri ile bir sürü neden ve katil öne sürülürken ortaya çıkan herbir gelişme olayı dahada karmaşık hale getirir.
Güzel bir kitaptı.Hele de benim gibi acemipolisiyeci bir okuru hayretler içinde bırakacak kadar iyiydi.Kitap yazılırken bir bölüm günümüz olaylarını ,hemen arkasından gelen diğer bölüm ise Patasana'nın yazdığı tabletleri anlatacak şekilde kurgulanmış.Ben Patasana'nın bölümlerini okurken daha fazla zevk aldığımı itiraf etmeliyim.Patasana'nın kendini yargılayışındaki karmaşa,duygu seli ve insani zayıflıkların baskın geldiği anlar kitabın o bölümlerini okurken beni oldukça düşündürdü.Bu yüzden aşağıda alıntıladığım satırların çoğu Patasana'nın ağzından çıkanlardır.Kavim'de olduğu gibi aralara aşk kırıntılarıda serpiştirmeyi unutmamış Ahmet Ümit.Kitabın anlatımına heyecan katmak için yapmış olabilir diye düşündüm ama bence çokta gerekli bir ayrıntı değildi.Zaten cinayetler ve tabletler insanı yeterince heyecanlandırıyor.

Çok kolay bir dil kullanmasından olsa gerek,yapılan bazı anlam ve kelime hataları benim daha çok gözüme battı.Yazardan mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama sanırım okuyucu karşısında saygınlığı yitirmemek için editörlere biraz daha fazla iş düşüyor .Doğan Kitap'ın kitapların kapağına yapıştırdığı bilmem kaçıncı baskı tarzından gülünç sayı fanatikliğinide kınamadan geçemeyeceğim.O sayılar o kadar hoşunuza gidiyorsa yazın kapağın içine meraklısı okusun.Ne diye her kitapta gözümüze sokuyorsunuz anlamıyorum ki? Birde kitap kapaklarına madem bir tablet resmi koyuyorsunuz ,içine küçük bir not iliştirsenizde şunu meraklı kulu internet denen kör kuyuda saatler geçirmekten alıkoysanız???:)


***Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı.
Ben Kral Pisiris'in danışmanı, büyük meclis Panku'nun değerli üyesi, ben soyluların en soysuzu Patasana.Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır, yazılan saray başyazmanı Patasana.
Yazdığı anlaşmalarla, mektuplarla ülkesinin yazgısını değiştiren ama kendi yazgısına söz geçiremeyen zavallı Patasana.(syf.20)


***Babam Araras ne kadar soğuk,katı bir adamsa büyükbabam Mitannuwa da bir o kadar cana yakın,sıcak ve neşeli bir insandı.Duygularım büyükbabama çekmiştir,aklım babama.Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilir misin? Yüreğimin yap dediğini, aklım yapma der. Aklımın soylu bulduğu, yüreğimce dalkavukluktur; yüreğimin doğru bulduğuysa aklımca suç. Bir yanım bahar rüzgarı gibi uçarı, tez canlıdır, öteki yanım kış soğuğu gibi katı, ağır kanlıdır. Bir yanım içimden gelen seslere kulak verir, öteki yanım, öğrendiklerime, bildiklerime.Ben yıllarca bedenimde aynı yöne bakıp farklı şeyler gören iki insan taşıdım, iki insanın isteklerini aynı anda yerine getirmeye çalıştım. İşin kötüsü ne tümüyle biri, ne de öteki olabildim. İkisi arasında bocalayıp durdum...(Syf.33)


***Büyükbabama "Fırat nedir ?" diye sorduğunuzda, "Gündüzleri sevgilinin gözlerini yansıtan ışıktır’ derdi, ‘geceleriyse sevgilinin çözülmüş siyah saçları.Babama sorarsanız alacağınız yanıt belliydi:"Düşmana kaptırılmaması gereken bereketli sudur Fırat." (Syf.33)


***Sen olmadan yarım insan gibiyim.Platon Şölen adlı yapıtında, Aristophanes’in bir konuşmasına dayanarak, insanın bir türünün dört kollu, dört ayaklı, iki başlı Androgynos adlı varlık olarak yaratıldığını, ama bu mükemmel yaratığı kıskanan Zeus’un onları ayırdığını, bu yüzden insanın ömrü boyunca hep öteki yarısını aradığını anlatıyormuş.(syf.209)


***Yalnızca konuşacağız.Birbirimizden korkmamayı öğrenene kadar,bıkıp usanmadan konuşacağız.Bedenimden korkmamanı öğrenene kadar sana tabletlerden şiirler okuyacağım, hikayeler,destanlar anlatacağım.Anlatmanın bir tür sevişmek olduğunu anlayana kadar, anlatmanın yetmediğini kanıtlayacak olan açlık teninde uyanana kadar,bıkıp usanmadan anlatacağım.(syf.279)

***“Bana teşekkür etme. Çünkü ben sana iyilik etmiyorum. Kızmıştım doğru ama senden vazgeçebileceğimi nasıl düşünürsün ? Yağmur yağmadığı için toprak, buluttan vazgeçebilir mi ? Ona gülümsemiyor diye anne yavrusundan vazgeçebilir mi ? Tarla tohumdan, başak güneşten, böcek çiçekten vazgeçer mi ? Benim senden vazgeçeceğimi nasıl düşünürsün ?”(syf.389)

***İnsanoğlu vahşetten hoşlanan acımasız bir yaratıktır.(syf.467)