27 Kasım 2007 Salı

ÇALIŞAN ANNE VE ÇOCUĞU/ANNE İŞTE(Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskin)


Çocuk eğitimiyle ilgili çok kitap var ve çoğunun içi zırvalıklarla yada herkesin bildiği şeylerle dolu.Bu kitabı onlardan ayıran en büyük özellik bence yazarın Çocuk Nörolojisi dalında profösör olması.Annelere 'şunu yap bunu et' şeklinde emir vermek yerine davranışın özüne inerek anlatıyor tüm durumları.Bu tarz kitaplar içinde en rahat okuduğum ve en tatmin olduğum kitap denebilir.Teorikle pratiği bileştirerek anlatılan konular özellikle 0-3 yaş çocuğu olan çalışan annelere iyi bir kaynak olacaktır.Kitap boyutu alışılagelmiş kitaplardan farklı ,içinde anlatımlara eşlik eden çok güzel bebek resimleri de var.Keşke daha kaliteli bir kağıda basım yapsalardı.
Kitaptan alıntılar yapmak yerine konu başlıklarını yazacağım,onlarda en az alıntılar kadar açıklayıcı zaten.
İşte alt başlıklardan bazıları:
*Anneler de çocuklarına görünmez bir bağ ile bağlıdır.
*Çocuğundan ayrı kaldığında annenin hissettiği duygu anksiyete değil midir?
*Her iş günü çocuğundan ayrılmak,çalışan anne için bir kabustur.
*Çözüm bekleyen davranış değil,davranışı ortaya çıkaran ihtiyaçtır.
*İletişim ;konuşmak değil,anlamak ve anlatmaktır.
*Anne,kendini çocuğunu teslim ettiği bireyin yerine koymalıdır.
*Çocuğa bakanı değiştirmek,onun olumsuz davranışlarını değiştirmekten daha kolaydır.Ancak zor olan yapılmalıdır.
*Susmak,sorunu ertelemektir.
*Konuşmak,bazen susturur.
*İletişim engelleri...
*Doğru iletişim için duygu yükünün kimde olduğunu belirleyin.
*Duygu yükü karşı tarafta ise onun duygularına ayna tutun.
*Duygu yükü sizde ise ;aynayı duygularınıza çevirin,yani duygu ve düşüncelerinizi net bir şekilde ifade edin.
*Tuvalet terbiyesi vermeyin:'Kaka var mı yok mu ?'diye kontrol etmeyin.
*Güven:'İhtiyaçlarını hemen karşılayın'
*Nesne devamlılığı:'Gözümün gördüğünü bilebilirim,Görmediklerimi hayal edememe'
*Annenin devamlılığı:'Sakın yanımdan ayrılma.'
*"Hayır dönemi":"Yapmıcam işte."
*3-6 yaş çocuğunda mantık.
*Ben dönemi:"Her şey benim,hiçbir şeyimi paylaşmam."
*Cinselliğin fark edilmesi

26 Kasım 2007 Pazartesi

İSİMLE ATEŞ ARASINDA( NAZAN BEKİROĞLU)

Geçen sene tam da bu zamanlarda tanıştım Nazan Bekiroğlu'nun kitaplarıyla.Tayin döneminin verdiği sıkıntıları atlatabilmek için sık sık karşılaştığım ama nedense bir türlü almadığım "CÜMLE KAPISI"ndan içeri salıverdim kendimi.Aynı gün kitapçı önermişti bu kitabı da ama tanımadığım bir yazardan iki kitap alıp riske sokmamıştım kendimi.Cümle kapısı'ndan içeri giriverince tekrar dışarı çıkmak dünyevi zamanda az ama mana zamanında çok uzun sürdü.İsimle ateş arasında'ya yaz ortalarında başladım.Elimde hiçbir kitabın sürüklenmediği kadar sürüklendi.Üstüne bir sürü kitap okundu o kadar sevmeme rağmen çok uzun sürdü okunma serüveni.5 gün kadar önce bittiğinde anladım neden bu kadar geç kaldığımı bitirmekte.Ben bu kitap bitsin diye okumamışım.Her eline alışımda yeni sayfaya başlayacağıma önceki sayfalara dönmem,altını çizdiğim satırları tekrar tekrar okumam kitabın bitmemesi içinmiş.

Benim aşkın her türlüsüne verdiğim anlamı"Güvercin Gerdanlığı"ndan sonra en iyi anlatan kitap oldu.Hem tarih merakımı ve manevi hayatımı doyurdu, hem de aşkı tekrar hatırlattı bana.

Yeniçerileri,hayatını satın alan Numan'ı,kokuların girdabında kaybolan Nihade'yi,padişahların türlüsünü ama özelliklede 2.Mahmut'u yazmış,devri ve olayları bir güzel araya eklemiş.

Diline ve edebiyat kariyerine bir kere daha hayran bıraktırdı Nazan Bekiroğlu.

Daha yazmak istiyorum ama bu seferde duramam diye korkuyorum.En iyisi alıntılarımın bazılarını sizinle paylaşayım.Eğer kitabı okuyup okumamak hakkında kararsız kalırsanız kitap satışı yapan sitelerden farklı yorumlara kulak verin.

Bak işte duramıyorum bir türlü:)

***"Esirgeyen ve bağışlayanın adıyla."Her işin başıda bir isim değil miydi?

***Bedeli bir cennet sürgünüyle ödenmiş ve çok pahalıya mal olmuş bir aşkın peygamberinin soyundan gelen insandım ben.

***Bu kadar büyük kaybetmek için o kadar büyük bulduğumu farkedememişim.

***Kendisine inananların en hayırlısı sorulduğunda 3 ayrı durumda 3 ayrı mümin tanımı veren peygamberden öğrenmiştim doğruların durumlarla ilişkisini.İzinlerin şart anlamına gelmediğini.

***Asıl acının çekilen acı değil de sevilenin çektiği acıyı bilmek demek olduğunu...
***Uçurumlar koymadan sevdiğimle gördüğüm arasına,öyle saf sevdim.Onu,sadece güzelliğini merak ederek;kimliğini,karanlıklarını,geçmişini merak etmeden,tarihçesi ihmal edilmiş bir aşkla sevdim.Koşullu değildi sevdam.Bana gösterdiğinden daha fazlasını istemedim.
***Oysa güvenin sınanmaya,denenmeye tahammülü yoktu,bunu da çok sonraları,pervaneler gibi ateşe düşerken öğrendim.
***Bana kalsaydı sevgiyi,bağlılığı sınamaya gerek duymazdım.
***Hiçbir şey olmamış gibi olsun istiyordum.Ama her şey olup da hiçbir şey olmamış gibi yaşamanın mümkün olmadığını henüz bilmiyordum.
***En çok da onda gördüğümün,benim onda görme kabiliyetim kadar olduğunu farkettiğimde korktum.
***Belli ki aşkların da devletler gibi ömrü vardı.Doğuyor,büyüyor ve ölüyorlardı.Ama aşklar ölüyordu da aşıklar sağ kalıyordu.
***Belli ki herşey ismi ile biliniyordu da bir tek aşık kalbinin kanı ile tanınıyordu.Çünkü aşkın sadece yangını vardı,ismi yoktu.
***Çare yok;aşk onu yaratan tarafından ,hikmet işte,mükemmelliği azaltılarak yaratılmıştı.
***Aşk yaratılmışların içinde kusursuz görünse de en kusurlu olanıydı kuşkusuz.
***Onu yaratana,rakip sıfatıyla araya girme hakkını versin ve ki kulları onu bırakıpta da aşka tapmasın diye.Aşkı ve dahi onu kalbinde taşıyacak olanların tümünü yaratan kuşku yok ki;aşıklar,gerçek aşkın mahiyetini ve kaynağını önünden bulutlar çekilen dolunay dibi fark etsinler diye,birbirlerine bitisiz bir aşkla bağlanmasınlar diye aşkı bitimli kılmıştı.
***Oysa Avrupa,başlangıçta ayak uydurmanın söz konusu bile edilemeyeceği kadar arkadaydı.Bir gün ona ayak uydurmamız gerektiğini fark ettiğimizde ise yatişemeyeceğimiz kadar yol almıştı.Şart mıydı yetişmek diye sual buyrulursa,şarttı;çünkü bu yol dardı,üzerinde ancak tek devleti taşıyordu.Yetişmek değilse de aşmak lazımdı.
***Bütün nefesimle Endülüslü bilgenin söylediğine katılırdım:Kainatta ne varsa hepsi vehim ve hayallerdi.Yahut perdelere vuran akisler veyahut gölgelerdi.
***Ölümün en kötü yanı onu yaşayanın diri olması.
***İnsan ömrünün bir anlık rüya olduğunu kelamımla bildim de hissimle yaşayamadım.
***Onu özlüyordum fakat özlediğimin artık o değil de onda gördüğüm şey,ona yansıyan şey olduğunu fark ediyordum acıyla.
***İkiydi dünya, günahı bu dünyada su,öbür dünyada ateş temizlerdi.
***Tarih diye bir şey yok aslında. Tarih,yenenlerin tarihi.Kalem kimin elindeyse tarihi o yazıyor hem de yeniden yazıyor.
***Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu.Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken,diğerinin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu.Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler alaminde na-mümkün olduğu...
Nerdeyse kitabı yazacaktım :)

14 Kasım 2007 Çarşamba

MEYYALE (HIFZI TOPUZ)



Ben bu gidişle karar verdiğim gibi istediğim Türk klasiklerini okuyamayacağım.Ne zaman kütüphaneye gitsem gözüm başka kitaplara kayıyor:)Başka kitapları da vardı yazarın ama özellikle ilk kitabını olduğu için Meyyale' de karar kıldım.

Ana hatları Pertevniyal Sultan,Meyyale ve yaptıkları çerçevesinde şekillense de birçok tarihi(ve birçok gereksiz:) kişilik hakkında bilgi veriliyor.Abdülaziz'in devrilmesi ve intiharı,halkın durumu,ülkenin yaşadığı çıkmazlar ve dengesizlikler,Meyyale'nin eşi Hasan Hilmi ve kardeşlerinin ağzından anlaşılır biçimde aktarılmış fakat bu anlaşılırlığı yakalamak için kullanılan diyaloglar çok yapay kaçmış.

Hırsızlıkları,rüşvetleri,kayırmaları,korkak ve yalaka devlet adamlarını,baskı ve eğlenceleri okuyunca "Tarih tekerrürden ibarettir" diyorsunuz.Rüşvetle ilgili olarak söylenen ve benim ilk defa duyduğum şu söz durumun ciddiyetini çok iyi anlatıyor aslında."Selam verdim,rüşvet değildir diye almadılar"

Mithat Paşa'nın sürgünlerinin ve paşaya yapılan işkencelerin anlatıldığı bölümün sonundaki şu sözler Meşrutiyet Dönemine ilişkin kısa bir özet aslında:'Meşrutiyet'i hazırlayan bu üç büyük özgürlük kahramanı(Mithat Paşa,Namık Kemal,Ziya Paşa) Osmanlı imparatorluğunda ulaşılmasını istedikleri ortamda ancak birkaç ay yaşayabildiler.Sonraki yaşamları ya sürgünde geçti ya da zindanda.Üçüde mutlu olamadan öldü ama attıkları tohumlar sonradan yeşillendi,filiz oldu,fidan oldu,dal oldu, ağaç oldu, bayrak oldu.Onların açtığı bayrağı da Mustafa Kemal'lerin kuşağı dalgalandırdı.'

Kitabın yarısından sonrası, Meyyale'nin ve eşinin çeşitli görevlerle yurdun farklı yerlere gönderilmesi sırasında yaşadıklarına,buralardaki halkın davranışlarına,o zaman ki memleket meselelerinin anlatılmasına ayrılmış.Kitap doğal olarak konunun kahramanının ölümüyle son buluyor.

Neden Meyyale sorusunun cevabı ise kitabın sonundaki resimlerde saklı.Meyyale yazar Hıfzı Topuz'un anneannesinin annesiymiş.

Kitabın bana göre ilgiye en layık yeri Haremağalarının çektiklerinin anlatıldığı ve hayatları hakkında bilgi verildiği bölümdür.Genel olarak roman tadı eklenmiş tarih kitabı tanımıyla (bana göre ) özdeşleşmiş ,yer yer olaylara yazarın görüşleri bulaşmış ama yararlı bilgilerin alınabileceği bir kitap olarak aklınızda bulunsun.

11 Kasım 2007 Pazar

ATATÜRK VE KİTAP

10 kasım'ın ardından bugün bir gazete de okuduğum yazıyı belki okumamışsınızdır diye paylaşmak istedim.Yazarı hakkında bir yorum yapmayacağım ama yazı da bahsedilen kitabı okuyacağım.

9 Kasım 2007 Cuma

"ÇOK SATANLAR" PASLAŞMASI

Kitap seçmenin ,kitap okumaktan daha zor olduğunun her zaman bilincindeyim. Çok satan listeleri beni rahatsız etmemekle birlikte çok da ilgimi çekmemektedir.Kitap seçerken öncelikle yazarına göre tercih yapsamda,sadece kapağına bakarak hiç kitap almadım diyemem.Bazen öyle bir an gelirki kitap kapağının bana çağrıştırdıkları,kitabın adı , kitapla ilgili site yada eklerde okuduğum birkaç cümle kitabı almam için yeterli sebep olur.Sevdiğim yazarların röportajlarında yada okuduğum kitaplarda adı geçen yazar ve kitap isimleri de ayrıca değerlendirmeye alınır tarafımdan.

Gelelim listeler hakkındaki düşüncelerime.Özellikle çok satan listesinde diye kitap almamakla birlikte (bu konudaki isabetli kararımı Piraye romanı bir kez daha hatırlatmıştır) sevdiğim yazarın kitabı çok satan listesine girdi diye de es geçemem.Mesela İhsan Oktay Anar'ın son kitabını sabırsızlıkla bekleyen okuyucuların hasretliklerini giderebilmek için aldıkları 'Suskunlar' kitabı nasıl es geçilebilir ki? Tüm bunlar reklam faktörünü hiçe saydığım anlamına gelmez tabiki.Mesela Secret denilen kitabın tam olarak bu reklam sektörünün ürünü olduğumu düşünüyorum.Sonuçta kitap tercihi kişinin kitapla olan ilişkisine ,kitaptan beklentilerine göre biçimlenebiliyor.

"Okusunlar da ne okurlarsa okusunlar" desteklememek mümkün değil.Eskiden olsa "Olur mu öyle şey?" derdim ama bu kadar okuma kabızı bir ülkede insanları nitelikli okuyuculuk seviyesine erişemiyorlar diye suçlamak gereksiz.Aksine okuyuculuk seviyesine çıkanları tebrik etmek lazım:)

Ben Türk Klasiklarini okumaya niyetlenipte ufak bir araştırma yapınca yayınevlerinin de kitap tercihinde ne kadar önemli olduğunu yeni farkettim.Aynı kitabın 3-14 ytl arasında değişen fiyatları,180-328 arasında oynayan sayfa sayısını görünce "hangi kitap" sorusunu bıraktım"hangi yayınevi" diye sormaya başladım.Bu kadar çok seçeneğin olduğu bir ortamda bırakalım da yararlanmak isteyenler gönüllerince istedikleri listelerden yararlansın.

Bloglarındaki yazıları merakla beklediğim ailemizin kitapçısı 'nın attığı pası taç olamadan yakalayabilmişimdir umarım.Kitapla kalın.

KABUK ADAM (Aslı Erdoğan)



Dünya okurlarınca “geleceğe kalacak elli yazar” arasında sayılan Aslı Erdoğan’ın sayılan Aslı Erdoğan’ın yayımlandığı günden bugüne değerini ve yerini hiç kaybetmemiş ilk romanı: Kabuk Adam. Türk edebiyatında olduğu kadar dünya edebiyatında da yeni bir yazarın doğuşuna tanıklık eden bir kitap. Şık olmakla cinayet işlemek arasındaki o çok ince çizginin öyküsü. “Size Kabuk Adam'ın öyküsünü anlatacağım, tropik bir adayı, cinayet ve işkencenin, şiddetin bataklığında filizlenen bir aşkı, içinde yetiştiği toprak kadar acı dolu bir aşkı anlatacağım. Çıldırtıcı gücünü sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını.. Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir./Tanıtım bülteninden


Aslı Erdoğan ne zamandır okumak istediğim bir yazardı buluşmak bu zamana kısmetmiş.En son romanıyla ilk romanını seçmek arasında tereddütte kaldım ama sonunda ilk romanı 'Kabuk Adam' da karar kıldım.Olayın hikaye örtüsü yazarın hayatıyla birebir kesiştiği için inandırıcılığı oldukça yüksek bir roman olmuş. Aşka, kaçırılmışlıklara, iyinin ve kötünün içiçe olmasına dair yazılmış bir roman bence..

Fizikçi (burda bilim adamımı,bilim kadınımı desem karar veremedim) roman kahramanının Karayip'lere gittiği bir seminerde tanıştığı deniz kabuğu satıcısı Tony ile aralarında geçen olayları ,diyalogları anlatmıştır kitap.Sadece anlatmakla kalmamış içsel sorgulamalarla derin düşüncelere daldırmak istemiştir okuyucuyu.Tadı damağımda kaldı diyorum ve kitaptan beni vuran 2 cümleyi yazıyorum :

''Bugün artık biliyorum: hayatın bizlere verip verebileceği tek odül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız."

" Ölüm ülkesinin sınırlarına dek gitmişti Tony, bu yüzden de yaşamın gerçek değerini iyi biliyordu. Yalnızca kötülüğün en dibine inenler, erdemin doruklarına varabilirler."

Iskalamayın derim:)

8 Kasım 2007 Perşembe

YALNIZLIK GİTTİĞİN YOLDAN GELİR (SELÇUK ALTUN)


Kafama göre bir kitapçı bulamadığım Ordu'da şimdilik kütüphaneye dadanmış bulunuyorum.Ne zamandır alınacaklar listemde bekleyen Selçuk Altun kitabını görünce aklımdaki Türk Klasiklerini aramaktan vazgeçtip bu kitabı alıyorum.

Uzun uzun listelenen yazar,şair,ressam,heykeltraş ve onlara ait eserlerin adlarıyla örülmüş bir roman bu.Yazarının deyişiyle söylemek gerekirse DENE(MESEL) ROMAN.450'den fazla sanatçı adının (devamını saymak zor geldi:) referans olarak kullanıldığı kitapta " Sahi kimdir dünyanın en iyi yazarı?" sorusuna cevap arayan genç bir "KİTAPÇOKSEVER"in heyecanlı serüveni anlatılıyor.

Edebiyat ve sanatla içiçe olan ama yaşantısının asıl mimarı dayısından kurtaramadığı benliğiyle sürekli gel-gitler yaşayan roman kahramanı hayatının iplerini eline almaya çalışıyor.Bu arada gerçek hayatta da finansal sektörde çalışmanın verdiği avantajı kullanarak "para parayı nasıl çeker?" felsefesini ve Türkiye'nin nasıl bir aşırı fırsatlar ülkesi olduğunu bize anlatıyor.İlk defa sevdiği kadını bulabilmek ve kalbini tekrar kazanabilmek için İstanbul-New York arasında kendisine edebiyatla,özellikle de Oktay Rifat'ın şiirleriyle kaplı bir yol çiziyor.Roman kahramanı Sina'nın hayatına rastlantı sonucu giren O.Y ise bu yolculuğa mecera tadında hız kazandırıyor.
  • 32 yaşıma girmiştim.Yaşamımda hiçbir şeyi başaramadığımı düşündüm,nefret etmeyi bile...

  • 'Bazı bankacılara cennette,yatırım bankacılarının çoğuna cehennemde bile yer yoktur' sözü hangi Amerikalı bankacıya aitti ki?

  • O gece okuduğum ilk aforizmasında Elias Canetti "En kötüsü birşey olmak değil,o şey olduğun sanılmaktır" diyordu.

  • Geceleri sürekli geçmişimle hesaplaşır,hep borçlu çıkarım.Sabahları yalnızlık öyle kötü vurur ki,karabasanlarımı aradığım bile olur.

  • Zaten bu ülkede sevilmek,sayılmak için sussan yeter.

  • İlk sevdiğim sözcük 'dua' ,beceremediğimdendir.Son sevdiğim 'yalnızlık' ,çekip gidemediğimdendir.
  • Lotaryasal teşvikler olmazsa gazete bile almayacak olan,genelde okuma özürlü Türk milleti için yazan hiçbir yiğit şair ve yazar için 'Abartılmıştır' denilmemelidir.

Hoşuma giden alıntıları da paylaştıktan sonra ,okunası bir yazarın , okunası bir kitabını şiddetle olmasa da tavsiye ederim.