25 Aralık 2009 Cuma

HEDİYELERİM VE KOCAMAN BİR ÖZÜR...


Primarima'nın düzenlediği hediye çekilişine katılan onlarca kişiden biriydim bende.Benim
hediye(leri)m İstanbul'dan Güneş'ten geldi.Adı gibi içimizi ısıtan bir paketle konuk oldu evimize Güneş ve dünyalar tatlısı kızı Begüm.Kızım için seçtiği kitaplar ve bana layık gördüğü çanta ile odamızı aydınlattı; üşenmeden yazdığı güzel mektubuyla da yeni bir tanışıklığın başlamasına vesile oldu.Aslında Güneş'in hediyesi elime ulaşalı 1 haftayı geçti ama benden kaynaklanan sebeplerden dolayı sizlerle ancak paylaşabiliyorum. Bu yüzden de merakta bıraktığım Güneş'ten bir kere daha özür diliyorum.
Güneş evimize,bloğumuza ve kalbimize hoşgeldin...

11 Aralık 2009 Cuma

HİROŞİMA SEVGİLİM 'E DAİR KISA NOT


Birgün bilgisayar başında inek sağıp koyun kırparken gözüm televizyona takıldı."Dönüp dolaşıp okuduğunuz kitap hangisidir?" sorusu soruluyordu yazarlara...Ayşegül Devecioğlu Marguerite Duras'ın "Hiroşima Sevgilim" adında bir kitabından bahsetti.Söyledikleri çok farklı şeyler değildi ama nedense isim aklıma kazındı.Son siparişte geldi kitabım,bana göre incecik (100 sayfacık) bir kitabı 2 günde anca bitirdim.Bitirdikten sonra neden filmide sipariş etmedim diye kendi kendimi yedim.Aslında kitaba dair bir yazı hazırladım ama filmi seyretmeden yayınlamak içimden gelmedi.Eksik kalacakmış hissi yakamı bırakmayınca bende filmi izlemeye karar verdim.Sipariş etsem 2 haftadan önce elimde olmayacağı için netten indiriyorum şu anda...Bir sonraki siparişte vcd veya dvdsini mutlaka edineceğimi biliyorum.Bence sizde benim anlatmamı beklemeden kitabı edinin ,okuduktan sonra nasıl olsa filmi seyretmek için can atacaksınız...

8 Aralık 2009 Salı

KIRMIZI PELERİNL KENT (kİTAP KAPAKLARI)









4 Aralık 2009 Cuma

KİTAPLARIM GELDİ

Nihayet geldiler:)
Keşke gidip aldım,ellerimle seçtim diyebilseydim.
Tam bunu alıyordum,şunuda gördüm kapıverdim diye anlatabilseydim.
Çoğu zaman internet üzerinden kitap almak koyuyor .
Fiyatlarının uygunluğuyla avutuyorum kendimi ama bezen bünye bunu yemiyor.
Neyse buna da şükür diyorum.
Ya kargonun gelmediği bir köyde otursaydım.




Kıskanmak / Nahid Sırrı Örik (Yasemin'den)
Kütüphanedeki Hırsız / Lawrence Block (Endişeli Peri'den)
Hiroşima Sevgilim / Marguerita Duras (Ayşegül Devecioğlu'nun bir röportajından)
Aramızdaki En Kısa Mesafe /Barış Bıçakçı
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi / Barış Bıçakçı
Parasız Yatılı /Füruzan (Nurşen Hocam'dan)
Bozkırkurdu /Herman Hesse
İyi Hayat /Alex rovira (Yasemin'den)
Katherine Mansfield /Ölü Albayın Kızları (Endişeli Peri'den)
Taş Bina ve Diğerleri /Aslı Erdoğan
Sunay Akın /Ay Hırsızı
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi / Ayfer Tunç
La-Sonsuzluk Hecesi / Nazan Bekiroğlu
Saray Gezisi-Kahire Üçlemesi 1 / Necip Mahfuz
Yazarın Kitabı /Feridun Andaç (Meral'den) (Fotoğrafa eklemeyi unutmuşum:()
Kızımada kitaplar aldım ama onların fotoğrafını kendi bloğuna koymayı planlıyorum.Ne zamandır ertelediğim birşeye böylece başlamış olurum belki...

1 Aralık 2009 Salı

ASLI BAK GELDİM:)

Bayram ;Nurşen Hocamında dediği gibi büyüklerle olunca bayram oluyormuş.Eşimin dedesi yoğun bakımda yattığı için bayramın tadını pek çıkartamadık.Hafta başında kızımda hastalanmıştı,arkasından benide etkileyen nezleyle uğraşınca küçük bir ara verdik.Ama öyle boş boş durmadık tabii...



Önce kocaman teşekkürlerimi burdan iletmekte geç kaldığım bir hediyeden bahsedeceğim. Sevgili Sibel ablam alemdeki namıyla Kunegond bana çok güzel bir kitap gönderdi.Onun bloğunda gördüğümde ağzımın suyunun aktığı bir kitaptı.En özel tarafıda herhangi bir kitap evinde veya sanal mağazada satılmıyor olmasıydı.İnanın yorum bıraktığım o kitabın bana gönderilmesi karşımdaki insanın ne kadar hassas olduğunu bana gösterdi .Özenle hazırlanmış,çok özel bir paylaşımın ve bilgi aktarımının kanıtı olan bu kitabı Sibel ablam da bana gönderebilmek için günlerce zarf aradı:)Bu arada kitabın adını daha söylemedim değil mi? "Kadınlar Dile Gelince" ;ismi kadar güzel bir kitap.Kunegond'un kitapla ilgili yazdıklarını okumak isteyenler buraya tıklayabilirler.


Kitabı henüz okumaya başlamadım biliyorum o kendi zamanını bilen kitaplardan...Bayramda Çöplük'ü bitirdim dicem ama ben mi onu omu beni bitirdi anlamadım.Niye 5 sene gecikmeyle okuduğumu düşündüğüm bu kitap için söyleyecek o kadar çok fazla şeyim var ki...Şebnem İşigüzel'e tek kitabıyla hayran olmuştum ve o kitabı okumalarım içinde çok özel bir yere koymuştum.Bahsettiğim kitabı yani Sarmaşık'ı okumadıysanız Çöplük size biraz eksik gelebilir çünkü Sarmaşık'ın sonunda cevaplanmayan soruların bile cevabı var kitapta.Birde Anna Karenina ve Madam Bovary okumadıysanız da yanına yaklaşmayın çünkü bu iki kitabada oldukça fazla gönderme var.Ne Anna'yı ne Emma'yı okumadım ,hep erteledim ama çöplük biter bitmez ilk işim o piti piti kurasına başvurarak ikisinden birini seçmek oldu.Başlangıçı Madam Bovary kazandı.Rastlantıların en güzelinden biri olsa gerek Kunegond'un gönderdiği kitapta Madam Bovary ile ilgili bir bölüm var.Şöyle bir göz attım ama bu göz atma bile "Kadınlar Dile Gelince" kitabının tahminimden güzel olduğunu kanıtladı.Çok keyifli okuma günleri günleri geçirdiğim şu günlerde idefixten bayram nedeniyle gecikmeli gelecek kargomunda yarın elimde olacağını öğrenince keyif katsayım arttı.O kolinin içinden çıkacakları düşündükçe bile neşeleniyorum.



İşyeri için yapacağım saçma sunumunda 1 hafta ertelendiği haberini alınca dünyalar benim oldu.Hafta sonuna kadar sırf bu kitapların verdiği sevinçle bile idare edebilirim artık.

20 Kasım 2009 Cuma

DÜŞMÜŞ ERKEKLER MASALI (Rıza Kıraç)


Rıza kıraç'ın kütüphaneden edindiğim diğer bir kitabı.Adına bakınca çok dramatik bir öykü bekliyor insan değil mi?

Adem küçük bir köyde ,delilere yardım eden annesi ve sütçülük yaparak para kazanmaya çalışan babası ile yaşar ,ailenin en küçük çoçuğudur.Diğer abiler ve ablalar büyümüş şehirlere göçmüş Adem de senlik olsun niyetine köyde kalmıştır.Köyde çıkan bir yangın neticesinde evden kaçar Adem ve İstanbul'a gelir.Düz bir hayatı olan,kadınlarla sadece günlük aşklar yaşayan,hiçbirşeyin fazla etki bırakmadığı ve duyguları umursamayan bir adam olmuştur ve Beyoğlu'nun arka sokaklarından birinde bir barı vardır.Birgün bara gelen,elinde sadece Adem'le çekilmiş bir askerlik fotoğrafı olan ,hiçbirşey hatırlamayan birisiyle karşılaşınca hayatı yavaş yavaş değişmeye başlar.Adamın kim olduğunu bulmak için bir sürü insanı seferber eder.Adını bile hatırlamayan bu yabancıya bir avukat arkadaşıyla beraber sözlükten isim seçtirirler ve ona bir süre Müstehak diye hitap ederler.Senelerdir yalnız yaşamaya alışkın bir bünyeyi rahatsız eder arkadında bir gölge sürüklemek ama bir süre sonra alışmaya başlar Müstehak'a...

Müstehak kitap okumaya aşık,unutkanlığının verdiği saflıkla yaşayan ,gözlerinn dalışından unutmadığı birşeyler olduğunu hisettiren bir adamdır.Adem hem Müstehak'ın sırrını çözmeye uğraşır hem de Müstehak'la yaşadıklarını,onun söylediklerini baz alarak kendi yaşamını sorgulamaya başlar.Bu sorgulamanın tek sorumlusunu hafızasını yitirmiş dostu değildir.Beraber olduğu ve diğerlerinden farklı olduğunu hissettiği Ezgi'de Adem'i daha fazla düşünmeye itmekte ve değiştirmektedir.Kitapta geçen "Hep başkalarına atfettiğim sahtekârlığı, korkaklığı, sünepeliği maharetmiş gibi, sevdiğim kadının gözlerinin içine bakarak yapmıştım. Oysa, Ezgi'yle çıkmaya başlamadan önce, kendime karşı daha insaflıydım. Müstahak hayatıma girmeden önce daha güçlü, iradeli, tuttuğunu koparan ama aynı zamanda düşüncesiz biriydim. İkisi de beni değiştirmişti, nasıl yaptılarsa en zayıf yerlerimden beni yakalayıp kendilerine bağlamışlardı" cümleleriylede bu durumu okuyucuya itiraf etmiştir.Gitgide daha çözülmez bir alan Müstehak düğümünü görüştüğü tek abisinin çözebileceğini romanın sonuna kadar Adem dahil hiç kimse (okuyucu bile ) anlayamaz.
Müstehak ve Adem karakterleri tek başına bile yetiyor kitabı okutturmaya.Hele o Müstehak!Kitap okurken kitap okumaya bayılan bir karakterle karşılaşan okuyucu nasıl sevinmez:)Diğer yan karakterlerinde hakkını yememek gerek.Kitap çok sade kelşimeletle yazılmış.En vurucu sorgulama bile dosdoğru anlatılmış.Hani bizdeki deyimiyle yazar " edebiyat parçalamamış". Belkide bu yüzden bana kitabı okuduğum zaman bir eksik varmış gibi geldi.Sanki yazar daha iyisini yazabilecekken mütevazilik gösterip benden bu kadar demiş gibi hissettim sürekli olarak.

Okuduğum diğer romanından farklı bir yapısı ve çok farklı bir konusu olduğunu söylemeliyim. Sanki bu kitap biraz daha fazla okuyucuya hitap ediyor.Düşmüş Erkeklere methiye düzmüş Rıza Kıraç ama bunu öyle salya sümük yapmamış.Anlattığı erkekleri "Düşmüş Erkekler " yapan ayrımı sakin sakin yazmış.Sizde sakin sakin okuyabilirsiniz bu kitabı ;tabii Müstehak'ın sonunun ne olduğunu merak etmekten çatlamazsanız...

***Zaman,içine düşülmüş bir büyük bir kuyu olur,yalnızlık üstüen bağdaş kurardı.(S.58)
***Bizi eyleme sürükleyen şey,kader denilen o cazibeli canavara başkıldırma sevdası mı?(S.88)
***Emin olun,insan denilen yaratık çok garip bir mahlık,o herşeyi hisseder,görür,bilir,ama bunların hepsini yadsımak ister ve başarır.Çünkü olmamasını istediği şeylerin ağırlığına uzun süre katlanamz,kendine başka bir dünya yaratır ve orada kendini var etmeye çalışır.Boktan birşey yani.Hepimizin zaman zaman yaşadığı,ama aynı zamanda yaşadığını yadsıdığı...(S.148)
Kitaptan kendime notlar:
Annemin Öğrettiği Şarkılar :Adem'in Müstehak'a hediye olarak aldığı kitabın ismi...
Melih Cevdet Anday'dan Anı şiiri: Müstehak'ın en sevdiği şiir.....

Doğan Kitap /199 sayfa
1. baskı/mart 2005

15 Kasım 2009 Pazar

KİTAP SOBESİ


Zeynep bloğunda beni sobelemiş.Konu kitaplarla ilgili olunca ilk fırsatta cevap vermek istedim.

1.Şu an okumakta olduğunuz kitap nedir?Kısacası konusunu anlatır mısınız?

***Şebnem İşigüzel' den Çöplük: Daha çok başlarındayım ama çöplükte başlayan ve günümüz İstanbul'un da geçen bir yeraltı edebiyatı örneği olduğunu biliyorum.
***Onur Caymaz'dan Kalbin ve tenin bütün istekleri :Sakin ,rahat öyküler var içinde.
***Ahmet Yurdakul'dan Korsanın seyir defteri:1980'lerin acısını yaşamış insanların bir araya gelmelerini ve hesaplaşmalarını konu alıyor.

2.En son aldığınız kitap nedir?

***Hanımın Çiftliği/2 kitap

3.Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangisidir?

***Bu soruya cevap vermem gerçekten imkansız.O kadar çoklar ki...

4.Bir türlü bitiremediğiniz,bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap?

***Lawrence Durrell'den Justine / İskenderiye Dörtlüsü -----Kaç kere başladıysam 20. sayfayı geçemedim.
***Oğuz Atay'dan Tutunamayanlar----Sanırım doğru zamanda okumaya başlamadım.

5.Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?

***Bir sürü olasılık var ama Anna Karenina daha ağır basıyor galiba...

Bende Elif'i , Kitap Kurdu'nu ve Aslı'yı sobeliyorum.

13 Kasım 2009 Cuma

KIRMIZI PELERİNLİ KENT (Aslı Erdoğan)

Aslı Erdoğan benim için özel bir yazar.Yaşamında verdiği kararların sivriliğine ve bunları itiraf edercesine yazdığı kitaba yansıtmasına gıpta ile bakarım.Kitaplarının arkasındaki "geleceğe kalacak elli yazar " imgesinden çok benim kitaplığımda tüm kitaplarıyla yer alacak yazarlardan olması hoşuma gider. Kızıma överek önereceğim yazarların başında gelir.


Aslı Erdoğan ,bu kitabında da içimdeki bir yere öyle dokunuyor ki insanlığım ciddi halde sarsılıyor.Bilgisayar mühendisliğini ve CERN’deki fizik kariyerini bir anda bırakabilen birisinin kendiyle hesaplaşmasıda kitaplarına gerçeğin en şiddetli hali olarak yansıyor.Özgür adındaki bir kadının dünyanın en tehlikeli şehri(!) Rio' yu anlattığı kitabının ismidir Kırmızı Pelerinli Kent aslında ve o kitapta şehirden çok Özgür'ün şehirdeki kötülükleri betimlemesi anlatılır.Bununla beraber okuyucuya Özgür'ü de tanıtan bir anlatıcı vardır.Yapı olarak benim çok sevdiğim türde yazılmış bu kitap. Gezi kitabı kadar ayrıntılı,şiir kadar dokunaklı,öykü kadar kendi içine dönük bir kitap Kırmızı Pelerinli Kent.Kırmızı pelerinli bir sihirbazın içindeki kötülükleri örttüğü, turistik yabancılara sadece hünerlerini gösterdiği bir kent olmuş Rio.Kendine gülümseyenlere gülümseyip,işin özünü anlayanlara şiddet uygulayan bir psikopata dönüşmüşmüş bir kent var karşımızda.

Bu kitap bir hesaplaşma kitabı demiştim."Kendiyle,Rio ile,"ölümle, hayatla, şiddetle, kötülükle, insanların ve şehirleyen parlayan yüzlerini gören beynimizle... Bu tarz bir içe dönüşü anlatılabilecek en doğru sözcüklerle betimliyor Aslı Erdoğan. Zaten yazarın bence en büyük gücü buradan geliyor, az cümle kullarak istediği herşeyi ifade edebiliyor.Hani şu konstre deterjanlar gibi, az kelime - çok duygu...Ben okurken hep şunu düşünüyorum: "Ben aynı olayları yaşasaydım,aynı yerleri görseydim bile kendi hislerimi bu kadar doğru anlatamazdım." Yabancılık kavramı üzerine de oldukça güzel şeyler yazmış.Alışıldık gurbet türküleri söylemeyen ,ağlatarak değil kanatarak uzakta kalmanın acısını hissettiren bir kitap olmuş Kırmızı Pelerinli Kent. En kötü yabancılığın mekanlardan çok kendimize olan olduğunu hatırlatmış sürekli olarak.Birkaç zor anlaşılır cümlesi dışında okurkende düşünürkende zevk veren bir kitap oldu benim için.

Okuyup sevenler zaten ne demek istediğimi anlamışlardır.Oku(ya)mayanlar içinse tavsiyem kendinize bir şans daha verin ,Aslı Erdoğan'dan bünyenizi mahrum etmeyin.Bana inanmıyorsanız birde BOZGUN ODASI ' ndan dinleyin Aslı Erdoğan'ı... UNUTMAYIN HAYAT BİR DÜŞTÜR VE ASLI ERDOĞAN BU DÜŞÜN EN SAHİCİ GÖRÜNTÜLERİNDEN BİRİDİR.

Kitaplarını bir süredir Everest yayınlarından çıkartan yazar hakkındaki tek eleştirim kitap kapakları hakkında olabilir.Kitabın kapağına,arkasındaki bir-iki cümleye kapılanlardanımdır. Hal böyleyken bendeki 3 kitabın arkasına basmakalıp bir cümle yazan yayınevine ,güzelim kitap kapaklarına imza atan ama nedense Aslı Erdoğan'a birbirine sadece renkleri benzemeyen kitap kapaklarını layık gören Utku Lomlu'ya nasıl serzenişte bulunmamdan doğal birşey olamz değil mi?.İnsaf edin, en azından yeni basımlarda kitaplara yakışır tasarımlar kullanın.





***Arzunun derebeyliğinde acınası tahtına oturtulmuş,peşkeş çekilen insan bedeniyle karşılaşacaksınız.etin hiç sönmeyen yangını,budalalığı ve eşsiz güzelliği;hafif,uçucu kaçıcı,gelgeç bir yaşam ve her köşe başında bir ölüm... (syf.4)

***Aritmetiğe indirgenen ölüm,kişisel bir trajedi olmaktan çıkıyordu.(syf.17)

***Kıdemli bir göçmendi,insan için vazgeçilmez olanın bir çantaya sığabileceğini,geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini çoktan öğrenmişti.(syf.29)

***Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder,kendi köklerimizi keseriz.Adem'in uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına:BİLİNMEYEN.(syf.43)

***Yalnızlığı ,odak noktası belirlenemyen bir ağrı gibi gövdesine yayılır,sevme ve sevilme gereksinimi ölüm kalım sorunu haline gelirdi.Yaşamı sevecen,anlamlı yada en azından katlanılır kılan tek şeyin aşk olduğuna inandırırıdı kendini.bazen de ,şanslı bir gününüdeyse eğer,yoldan geçen bir tanıdık,Özgür'ün hüzünlü profilini camdan seçer ,bir bira içimi yarenlik ederdi.Kim olursa olsun,eski ev sahibinin oğlu,süparmarketteki satıcı ,aylar önce bir konserde tanıştığı adsız bir yüz,dört elle sarılırdı ona;çoştukça çoşar,konuştukça konuşurdu.Yalnız insanlar hep fazla konuşur.(syf.94)

***Dünyayı döndüren gücün sevgi ve iyimserlik olduğuna inanan Tolstoy 'du değil mi? (syf.96)

***Artık biliyordu,Amazonlar'a dek kaçsa da ,kendini yanında götürecekti.Küf kokulu,yüklü bir geçmiş bohçasıyla birlikte...(syf.113)

***Sıfır noktasına varan herkesin bildiğini o da biliyor artık,insanın yoluna çıkan bütün cesetler,onu tek bir yerinden,en zayıf yerinden vurur:Kendi içindeki cesetten.(syf.124)

***Yaşam iki göz kırpması arasında görülen bir düştür.Yalnızaca bir düş...(syf.129)

12 Kasım 2009 Perşembe

KAYIP GÜL' E TEPKİ



Hiçbir kitap hakkında okumadan kötü şeyler söylemedim.Emeğe saygı herşeyden üstündür benim için ama o emek ortada yoksa...

Önce bir gazete ilanı ile farkettim kitabı.Bilmem kaç dilde yayınlanmış,bilmem kaç yüzbin basımı yapılmış bir kitabı neden kendi dilinde yayınlatmak için bu kadar beklemiş yazar ,şaşırdım.Sonra gazete eklerinde,internet sitelerinde ve kitap şatış listelerinde gözüme çarptı.Hayallah,ben nasıl farkedemedim bu kitabı diye hayıflanırken kitabın konusuyla ilgili yazılan hiçbirşeye rastlamadığımı farkettim.Her yerde reklamının olması ama içeriğinden ve yazardan kimsenin bahsetmemsi garip geldi.Pazar günü Hürriyet gazetesinin ekinde Ezgi Başaran'ın yazısını okuyunca gıcık bir gülümseme yayıldı suratıma.

Remzi Kitabevi'nde, D&R'da ve Kabalcı Kitabevi'nde çok satanlar rafının baş köşesinde duran Kayıp Gül adlı romanı elime aldım. Yazarı daha önce adını hiç duymadığım Robert Kolej mezunu Serdar Özkan. Benim adını hiç duymamış olmam bir kriter değil; incelemeye devam ediyorum. Ön kapağın tepesinde “Uluslararası Bestseller” ibaresi var. Vay be, galiba satın alacağım! Sol alt köşede de Slovenya'dan Air Beletrina'nın “Büyük bir global başarı. Simyacı, Küçük Prens ve Martı'yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap” yorumu. Air Beletrina nedir bilmiyorum ama kitabı Küçük Prens ve Simyacı'yla aynı kefeye koyuyor, kesinlikle alıyorum!Aldım ve okudum. Kabaca, kayıp ikizini arayan Diana adlı bir kadının hikayesini anlatıyor. Bana göre sırtını Doğu kültürüne ve mistisizmine dayamış, Doğu'yu afili bir pakete sarıp Batı'ya satma eğiliminde, oryantalizm kokan, en insaflı deyişle ortalama bir kitap. Böyle kitap yazmak suç mu? Hiç değil. Fakat böyle kitaba “40 ülkede 28 farklı dile çevrildi” bandı takmak, uluslararası bestseller tabelası çakmak, Küçük Prens'le bir tutmak neyin nesi? Kıllandım ve araştırmaya başladım.

Devamını okumak isteyenler yazıya tıklayabilir.

Ertesi gün takip ettiğim bloglardan La Paragas'ta Buraneros 'un :

Geçen gün televizyonda, şimdi ismini hatırlayamadığım bir ünlünün konuğuydu; kitabı dünyada bir çok yerde bestseller(!) olmuş ünlü yazar(!) Serdar Özkan... Bütün dünyanın farkına varıp da bizim bir türlü farkına varamadığımız kitabı Kayıp Gül'ü anlatıyordu...

diye devam eden yazısını okuyunca sizinde dikkatinizi çekti mi acaba diye yazmak istedim.

Bugün yazı için kitabın resmini bulayım derken sevgili Ena'nın yazısını da görünce benim referanslarım tamamlandı.

Kitabı okumadığım için konusu ve dili hakkında söyleyeceğim hiçbirşey yok.Okuyabilme ihtimalim olsaydı ( ki sırf tepki olsun diye bile yok) belki kitabı beğenecektim.En azından beğenebilecek kişilere önererek hakkında birkaç satır yazı yazabilecektim.Üzgünüm ki bu yazı çıktı ortaya.

Tepkim kitaba yönelik değil kesinlikle...Timaş yayınevinin kullandığı reklam anlayışına ve kitabının üzerinden bu kadar ticari oyun oynanmasına ; insanların aldatılmasına olanak veren yazara kızdım ben....Yazıyı yazarken ki amacım da sizi bu tepkiye ortak etmek değil sadece haberdar etmektir.Belki benden farklı düşünen ve bu olaylara açıklık getirebilecek birileri vardır ve bu sayede öğrenmiş olurum...


Bu arada kitap 2003 yılında Doğan Kitap'tan yayınlammış.İncelemek isteye olursa buyrun linki

11 Kasım 2009 Çarşamba

CİN TRENİ (Rıza Kıraç)




Başlığı atmasına attım ama içimde yine yazamama korkusu var.Neyse denemem gerek, yoksa hayranlarım çok üzülecek,farkındayım:)

Rıza Kıraç ismini Namahrem kitabının çıkışıyla duymuştum ilk olarak.Kitabın konusu ilginç gelmişti.Sonradan benim açgözlülüğümden dolayı aklımdan çıkmış.Kütüphanede gözüme takılıncaya kadar da aklıma gelmemişti.Düşmüş Erkekler Masalı gibi güzel bir isme sahip kitabı elime ,aldım arkasını okudum ilk romanının adını görünce başımı kaldırıp tekrar rafa baktım ve Cin Treni'ni farkettim.Hangisini alsam diye düşünürken kütüphanecimizin bana torpil geçeceğini bildiğimden tercih yapma zahmetinden vazgeçtim.Hazır ilk roman elimde varken önceliği ona vermek daha mantıklı geldi bana ve başladım Cin Treni'ni okumaya.

Muharrem İzmir'in ünlü işadamlarından birinin kızıyla nişanlıdır fakat kayınpederinin emri altında çalışmamak için İstanbul'da iş başvurusu yapar.Sıkı bir sorgulamadan sonra Mehdi Holding'e kabul edilir ve inanılmaz iyi şartlara sahip olur.Cemal Mehdi'nin kızı Cecille ile aralarında çok kısa sürede bir yakınlaşma doğar, aslında bu anlık çekimin altında başka temeller vardır.Muharrem'in en yakın arkadaşı Nahit bir tv kanalında üst düzey yöneticilik yapmakta ve gazetede şiddet yanlısı yazılar yazarak ,şiddetin meşrulaştırılması için kendince yöntemler önermektedir.Yaptığı her şeyi "Muhterem"in (bakalım Muhterem'in ne olduğunu bilen yada hatırlayan var mı?) üstüne atan Nahit'in Mehdi Holding'le de ilişkisi vardır.Ülkü'den ayrılmak için İzmir'e giderken takip edildiğini anlayan Muharrem'in kafası bir toplantıda Nahit'in yaptığı kanlı oyun önerisiyle iyice karışır.İşler sarpa sarınca kime güveneceğine bir türlü emin olamayan kahramanımızın bu işin içinden çıkması gerçekten zor olacaktır.Muharrem hem kendisinin hemde okurun paranoya sınırlarını zorlayacaktır.

Kitap dediğim gibi bir ilk roman.İlk sayfalarda tam olarak anlaşılmıyor ama Nahit'in toplantıdaki cinayet oyunundan sonra gerilim oldukça yükseğe tırmanıyor.Bazı yerlerde nabzımın bile hızlandığını farkettim.Başka birisinin 300-400 sayfaya yayabileceği bir öyküyü yarı sayfa sayısına sığdırdırması ve temposundan birşey kaybettirmemesi yazar için önemli bir artı bence.Kullandığı akıcı dil sayesinde oldukça hızlı bir sürede okunabiliyor kitap.Birde kitabı okuyan herkeste aynı hissi uyandırır mı bilmiyorum ama yazarın inanılmaz sakin bir tarzı var.Heyecanın yükseldiği anda bile hem kendimi hemde kahramanları güvende hissettim.Belkide benden kaynaklanan birşey olabilir ama ikinci kitabını okurkende aynı his yakamdan düşmedi.

Kitabın isminin neden "Cin Treni " olduğu ise çetrefilleşen ilişkiler yumağı devam ederken manidar biçimde açıklanıyor ve o cin treninde olmadığınız için kendinizi şanslı sayıyorsunuz.

Rıza Kıraç Sinema-Tv eğitimi almış ve bu alanda uzun süre çalışmış.Sinema ile ilgili kitaplarıda varmış.Hatta Atilla Dorsay'la söyleşi tarzında yaptığı bir kitabı yeni yayınlanmış .Dün akşam kitap eklerinin birinde reklamını gördüm.(algıda seçicilik işte).Kitabın baskısını bulabilir misiniz bilmiyorum ama polisiye-gerilim tarzından hoşlananlar için gerçekten hoş bir kitap.Kitap kapaklarıda fena sayılmaz:)

Ben şimdi "Araf'ta Bir Melek" kitabını arıyorum.Her siteden de alışveriş etmediğim için İstanbul'a gidene kadar merak etmek durumunda kalacağım sanırım. 130 bin nüfusu olan bir şehirde büyük sadece bir tane bile kitapçı olmaması ne kadar acı bir durum.

***Marx,"Tarih,kötülüğün keşfiyle başlar" de, oysa burjuva tarihçiler yazının bulunmasıyla tarihi başlatır.(s.51)

***Yoksa ölümsüzlüğü yolu öldürmekten mi geçiyor?(s. 51)

***Zamanın neresinde,kimlerle birlikte olduğunun hiçbir önemi yoktu,uyumak istiyordu,derin bir uykuya dalmak,uyandığında küçük bahçesi denize bakan evin kapısından dışarı çıkmak,çıplak ayaklarıyla çimlerin üstünde yürüyerek bahçenin en ucundaki salıncağa oturup,gözleri denize bir yaklaşıp bir uzaklaşsın istiyordu.(s.101) (ama bu benim hayalim...)

Doğan kitap /165 sayfa

1. baskı/Gendaş Kültür 2000

2. baskı/Nisan 2004

MERHABA

Sanırım bu başlık gerçekten anlamlı oldu.Uzun süredir yazmak hiç içimden gelmedi.Şartlarda pek olgun değildi zaten.Dolayısıyla böyle başıboş kaldı zavallı bloğum.Yazmak istemediğim oranda okumak istediğim bir dönemdeydim galiba..Bir sürü kitap okudum zaten yazılacak bir sürü vardı onlara yenileri de eklenince tam oldu:)

Sanırım okuma hızımı yazma hızıma eşitleyemediğim için sorun çıkmaya başladı.Hani insanlar bir süre okur ve sonrasında yzmaya başlar ya sanırım ben o sınıfa dahil olmayıp sürekli okuyanlar bölümünde master tezi hazırlayacağım.Zaman,mekan ve ruh halide var işin içinde tabiki de ben yazmakta zorlanmamın asıl sebebini dün farkettim.Daha doğrusu biliyordum da yüksek sesle itiraf ettim kendime.Kaç sayfa olursa olsun benim için bir kitaba kötü demek çok zordur.Zaten genelde kötü demem ,ya o kitabın zamanının gelmediğini düşünürüm yada tarzım olmadığını.Velhasıl beğendğim kitapları hatta çok zevk alamadıklarımı bile hakkıyla anlatamazsam bir huzurluk duyuyorum.O kitaba verilen emeğe saygısızlık yapıyormuşum gibi geliyor.Bir kitaptan aldığım tadı (tatlı da olabilir ekşide:) karşımdakine tam olarak aktaramadığımı farkettiğim anda da ip kopuyor bende.

Aslında hala yazma modunda değilim.Ama yazamama durumundan da çok ama çok sıkılmaya başladım.Ben şimdilerde affınıza sığınarak bir iki deneme yazısı yazmaya çalışacağım ama aklımdakini tam olarak yansıtamayacağımı biliyorum.Bir yerden başlamazsam hiç olmayacak onunda farkındayım.En iyisi kısada olsa son okuduğum kitaplardan bahsetmek değil mi?

29 Ekim 2009 Perşembe

BAYRAM DOLAYISIYLA KAPALIYIZ

İçimden hiç yazmak gelmiyor.Sadece sürekli sıcak birşeyler içmek ve okumak istiyorum.Ne zamandır koşturma içinde olduğumdan dolayı bugünüde kendime tatil ilan ettin.Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.
Yakında yeni hızımla burada olacağım.(Umarım:)

16 Ekim 2009 Cuma

SADECE NOTTUR.


Benim kuzunun doğumgünü var pazartesi günü.Mutlu olsun diye kırk takla atıyorum resmen. Uzun mu uzun kedi merdivenleri yapıyorum.Arkadaşlarına dağıtacağı hediyeler için paketler yapıp davetiyeler hazırlıyorum.Bu arada okumaya devam ediyorum.Üzülmemeye ,üzülenleri teselli etmeye çalışıyorum.Yine birikti anlatacaklarım ama şu pazartesi geçsin diyorum...Ben gelene kadar siz "Saklı Bahçe"nin manzarasını seyredin.

15 Ekim 2009 Perşembe

1.YILINDA....


RAHATLIK

Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine çiçekler açacak dallarda.
Dallarda açan çiçekler gibi,
Yine çocuklar uyuyacak masallarda.

Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine uykular havuzda dibe gidecek.
Havuzlarda kaybolan uykular gibi,
Yine çocuklar mektebe gidecek.

Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine göklerden mavi gölgeler inecek yere.
Toprağı nurlardıran mavi gölgeler gibi,
Yine çocuklar gülümseyecek, askerlere.

Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine meltemler geçecek denizlerden.
Denizlerden geçen meltemler gibi,
Yine çocuklar olacak, rahatlık veren.

12 Ekim 2009 Pazartesi

GAMZEM'E.....




Gamzem,canım arkadaşım,biricik sırdaşım,herdaim dostum.

Beraber uykusuz geceler geçirdiğim,konuşmaya doyamadığım,neşesini neşem üzüntüsünü üzüntüm bildiğim güzel insan...

Yanındayken herşeyin tadını faklı aldığım,uzaktayken bile yakın saydığım,görmesemde her halini bildiğim yoldaşım.

Gözünün gördüğü,gönlünün istediği tüm güzellikler ,iyilikler senin ve oğlunun olsun.


Doğum günüm kutlu olsun.Nice güzel yıllar yaşa arkadaşım.

Bu şarkıda benim sana doğumgünü hediyem olsun.
Seni çok seviyorum.

7 Ekim 2009 Çarşamba

LEYLAK DALINDAN GELEN BUKET :)

İşten eve geldiğimde kalorifer peteğinin üstüne konmuş bir paket karşıladı beni.İçinden Onur Caymaz'ın YAZ TARİFESİ isimli şiir kitabı ve KALBİN VE TENİN BÜTÜN İSTEKLERİ isimli öykü kitabı, Barış Bıçakçı'nın da BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ isimli romanı çıktı.



Her biri içindeki özel notlarla bana ulaştırılan bu kitapları yollayan kişi o kadar zarif ki kızıma da öykü kitapları ve hello kittyli (Eylül Ilgın'ın en sevdiği karakter olur kendisi) ayraç yollamış.

Anne -kız gözlerimiz ışıl ışıl hemen teşekkür etmek için bu yazıyı yazmaya koyulduk.Yorucu bir günün ardından eve geldiğimde mutlu olmam için sebep yaratan kişiye Nurşen Hocam'a nam-ı diğer LEYLAK DALI'NA ne kadar teşekkür etsek azdır herhalde.

Sağolun hocam o kitaplara dokunan elleriniz,bu kadar ince düşünen kalbiniz asla incinmesin.

5 Ekim 2009 Pazartesi

EY SEVGİLİ OKUR (Derviş Şentekin'den)


Yeni sezon bu hafta açılıyor; bu yıl hangi kitapları okuyacağını merak ediyorum ey sevgili okur! Geçen sezon üç-beş kitabı çok okumuştun, öpüp başımıza koymuştuk... ‘Bu krizde’ kitaba ayrılacak para da yok zaman da, diyeceksin. Sana hak veriyorum; hayır, kitaba ayrılacak para ve zaman konusuna değil, krize. Ama sen ne zaman bu ülkenin rahat, krizsiz günler geçirdiğini gördün ki. Baban doğduğunda da vardı ekonomik kriz, sen doğduğunda da. Ve hatta krizlerin en sertinin ortasına doğmadı mı çocuğun... Belki bana kızacaksın ama zaten son on yılda sadece ve sadece bir (gözlerine inanamayacaksın biliyorum onun için rakamla da yazıyorum:1) kitap okudun. Koca bir ömrü beş, bilemedin altı kitapla geçirmek seni de üzmüyor mu ey sevgili okur.




Tamamını okumak için yazıya tıklayın lütfen.

3 Ekim 2009 Cumartesi

BİR SÜRE YERE PARALEL GİTTİKTEN SONRA( Barış Bıçakçı)




Bazen yaptığım seçimleri düşünüyorum da kendimi bir övesim geliyor:)Kütüphaneden son seferde edindiğim kitapların hepsi bana iyi seçim yapmanın önemini bir kez daha hatırlattı.Şimdi o kitapların birinden bahsedeceğim.

Kitabın adı "Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra", Barış Bıçakçı'nın kitabı. Yazarın adı ilk olarak ne zaman dikkatimi çekti hatırlamıyorum ama neden çektiğini (ufak bir benzerlik diyelim) çok iyi biliyorum.

Bu kitabın adını ilk duyduğumda yarım kalmış cümleyi tamamlamak geldi içimden .İlk olarak sonuna "düşersin" fiilini getirdim.Ondan sonra kitabı ne zaman görsem (uzun bir süre kütüphanenin girişindeki camekanda sergilendi) sonuna bir şeyler ekleme alışkanlığını bırakmadım. Okurken bile aynı oyunu sürdümdüm kendimce...

Kitap ressam Başak'ın intiharının çevresinde dönüyor.Annesi Türkan hanım,abisi Umut,sevgilisi Ahmet,arkadaşları Abidin ve Nilüfer,komşuları Canan intihardan öncesini ve sonrasını anlatan kısa anekdetlor fısıldıyorlar kitabın sayfalarından.Hepside ön belirtisiz intihara bir sebep bulmaya çalışıyorlar.Birde Başak'ım ölümümüm haber verilmediği bir nanna var.Nedense bana en çok onunla ilgili kısımlar koydu.Yalanlarla sürdürülen gerçeklik çok acı veriyor bana.Aslında Başak'ın geçmişine bakıldığında çokta sebepsiz ve belirtisiz değil bu ölüm olayı:Terkeden bir baba,çocuklarını korumak için çevresine kalın duvarlar ören bir anne ve 3 kişiden oluşup dışarıya sızıntıya izin vermeyen bir aile yapısı...Sevgililerini abisinden ve annesinden daha fazla sevemeyeceğini düşündüğü için sürekli bırakan Başak...Kendine ve Başak'a zarar gelmesini önlemek için kardeşinin en yakın arkadaşı olan ve çevrelerindeki kozanın delinmesine izin vermeyen bir abi;Umut...Düşünüldüğünde Başak'ın intihar etmek için haklı olmasada kendince sebepleri olduğu ortaya çıkıyor .Gencecik bir insan için hazin bir son...

Kitabın konusu kadar ilginç bir yanı ise kitabın türü.Kitabı ilk elime aldığımda kısa hikayelerden oluşuyor sanmıştım.Kitabın ilk sayfalarındaki başlıklar ve sayfa numaralarıda o izlenimi uyandırıyor.Kitabı okumaya başladığımda öyle olmadığını gördüm.O kısa anekdotlar kendi başlarına bir öyküyü temsil edemiyor ancak birleştirildiği zaman anlamlı bir bütünlük kazanıyor. Diğer okuyucuları nasıl değerlendirmiştir bilmem ama bence kendi küçük,düşündürdükleri büyük bir kısa roman bu kitap.Kitabın başında da türüne ilişkin bir not yok,belkide yazarda kafamızı bu konuda çalıştırmak istemiştir.

Son dönemde kütüphaneden ödünç alıp,beğenip kendi kitaplığıma eklemeye karar verdiğim kitap olmadı.Aslında beğendiklerim var ama nedense elimin altında olmalarını gereklilik olarak görmedim.Barış Bıçakçı ve Onur Caymaz tüm kitaplarını okumak için delirmeye başladığım yazarlar arasına girdiler ve en kısa zamanda onların kitaplarını istiyorum.Barış Bıçakçı'nın o güzel cümlelerinin,kırılgan kelimelerinin üstüne basa basa düşünmek istiyorum.

Kitapların içinde geçen yazar ve kitap adlarını iz süren bir avcı köpeği gibi koklar ve yakalamaya çalışırım.Bir yazar başka bir yazarın adını veya kitabını boş yere yerleştirmez o sayfalara diye düşünürüm. Bu varsayımdan yola çıkarak Vladimir Nabokov ve Kötülük Çiçekleri bu kitabın bonusları oldu,aklınızda bulunsun.

Son olarak hiçbir röportajına ve resmine rastlamadığım Barış Bıçakcı'ya küçük bir sözüm olacak.Büyük ihtimalle haberi olmayacak ama benim içimde kalmasından iyidir.Elma dersem çık ,armut dersem çıkma Barış Bıçakcı...1------2------3------ELMA....


***Ama gerçek daima biraz hüzünlüdür.Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değişmeyi düşleriz.Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir.Utanç bizi ikiye böler.İkiye bölünmenin en dayanılmaz yanı ,iki parçanında hala canlı olmasıdır.İnsan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır.İkisinden biri gitsin der.(Syf.98)

***Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım,saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım.Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa,aşağıda ki insanları gösterip bir süre yerer paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım diyeceğim.Öyle olsun. (syf.78)

***Can, dikenli tellerin ardındaki bir binanın duvarına darbeler vuran iş makinesini, yıkılan duvarı, ateşlenen silahları, yükselen dumanları, omuzlarına asılı makineli tüfekleriyle jandarmaları, ambulansları, elleri yüzleri yanmış tutukluları, hükümlüleri görmesin diye, ülkenin yok olmaya yüz tutmuş vicdanı hiç olmazsa bir evin kuytusunda yaşasın diye, yapabildikleri tek şey...

***Ben sanki o yumurta haberini okuduğumdan beri,bir armağan bir mucize olduğu söylenen şu hayatın saçma sapan bir şekilde bitebileceğinden korktum hep.İçimde böyle bir korku varken de hayatın tam da bu şekilde yani saçma sapan bir şekilde sürdüğünü anlamadım.Asıl bundan korkmam gerektiğini anlamadım."Bunu içbirimizin anladığını sanmıyorum" dedi Selma.Sabah o operasyon haberini ben de gördüm.Ne düşündüm biliyormusun?Ne düşündüm sana söyleyeyim.Hangi haberi okuduğumda normal hayatımı sürdürmeyi bırakacağım diye düşündüm.Hangi haberi? (syf.105)


İletişim yayınları / 136 sayfa
1. baskı 2008 İstabul
Kitabın kapağındaki seramik pano: Münevver BIÇAKÇI

2 Ekim 2009 Cuma

99 YIL ÖNCE BUGÜN


2 Ekim 1910 senesinde yani tam 99. yıl önce bugün Cahit Sıtkı Tarancı doğmuş.Benimde facebooktan gelen bir mesajla( Onur Caymaz Okurları grubundan) öğrendiğim bu günü sizinle paylaşayım dedim.Belki gününüz kötü geçmiştir,canınız birşeylere sıkılmıştır,uzun süredir şiir okumamışsınızdır.O zaman bu haberi bir bahane sayın ve





deyin.






diyerek anılarada dalabilirsiniz.
















diyenlerdenseniz,sizde bendensiniz demektir.


İYİ TATİLLER EFENDİM.


ONUR CAYMAZ VE NOKTA HAKKINDA KISA BİR NOT




İşte yeni kütüphane kaçkınları...Ben kütüphaneye gidince sessiz sedasız çantama atlamışlar. Onlara birde geçen seferden elimde olan Ezilmiş Leylaklar Kitabı eşlik etmesin mi?Sanırım Onur Caymaz bizim evi çok sevdi,mümkündür çünkü bizde onu sevdik.Latife bir yana kendi kütüphaneme ekleyene kadar o öyküleri özelliklede" Nokta" yı tekrar tekrar okumak için elimin altında istiyorum "Ezilmiş Leylaklar Kitabı "nı. Leylak Dalı hocam özellikle "Nokta " konusundaki görüşümü sorunca anlamıştım zaten bu öykünün özellikli bir öyküsü olabileceğini...
Onur Caymaz'ı şiddetle tavsiye ediyorum.Ben kitapları hakkında ayrıntılı birşeyler yazıncaya kadar da beklemeyin derim.Ardarda 2 kez okuduğum, ilk okumam da başlayan gözyaşlarımın ikinci okuyuşumda ayyuka çıktığı,dün gece yine okuduğum ve aynı hislerini bana kaç defa yaşatacağını test edebilmek için defalarcada okuyacağım NOKTA öyküsü.... Lütfen okuyun,ondan sonra ne demek istediğimi anlayacaksınız.

26 Eylül 2009 Cumartesi

ADINI UNUTAN ADAM (Mehmer Eroğlu)


Mehmet Eroğlu'nun adını ilk olarak LUDMİLLA 'da duymuştum.Belkide o olmasa hiç farketmeyecektim.Bir süre sonra Düş Kırgınları'nı okudum ama paylaşmaya bir türlü fırsat bulamadım daha doğrusu kitabı 2.ye okumadan birşeylerin eksik kalacağını düşündüm.Aradan geçen zamanda da boş durmadım kitaplığıma başka Mehmet Eroğlu kitapları eklemeyi sürdürdüm çünkü Mehmet Eroğlu tüm kitaplarını okumak istediğim yazarlardan birisi oldu.


Tarık,Ali ve adını unutan bir adam var bu kitapta.Birde birsürü kadın...Denize sıfır evde verilen bir partideki kıvırcık saçlı,kısa etekli,esmer kız...Adını unutan adamın hikayesinine eşlik etmesi için ikna etmeye çalıştığı kız...Gönül var mesela,Tarık'la beraber sevdikleri ,kurtulanın kavuşacağı kadın...Olaydan sonra yakalanıp sorguya çekildiği salonda ona içki verip ağzından laf almaya çalışan kadın da var ayrıca.Gönül'ün zoruyla gittiği terapistide bir kadın ve onun da adı yok...En önemli kadını Petra'yı unutmamak gerekir.Ali'nin son hayali olan kadın...Ali'den sonra ortaan kaybolan ve bulunması için çabalanan kadın.Ölmüş bir amcayla belkide hiç varolmayacak bir yere gitmesi muhtemel kadın...

Aslında olay oldukça basit:3 arkadaş politik eyleme katıldıkları bir gece yakalanır.Biri vurulur, diğeri kendini feda eder ve sonuncu adını unutan adam yani en sonunda yakayı ele verir.Uzun bir süre sorgulanır sonra Gönül'ün yanına gider fakat hayatla bir türlü barışamaz.En çokta aklına takılan soruların cevapları için o geceye dönme yolunu arar ve en sonunda bulur.Bu sırayla anlatılsa oldukça sıradan bir roman olabilecekken Mehmet Eroğlu okuyucuyu şaşırtmayı tercih etmiş.Sayfaları birer birer geçerken zaman girdabına yakalanıp bir aşağı bir yukarı savruluyorsunuz.Adını unutan adamın kiminle konuştuğunu anlayabilmek için olayları kafanızda tartıyorsunuz.Petra'nın varlığına inanmak için ipuçları arıyorsunuz.
Artık iyice anladım bazı yazarları sadece bünyemde bıraktıkları tad yüzünden bile okuyabilirim. Ve Mehmet Eroğlu'nun bu buruk hüzünlü tadını,yaşattığı düş yolculuklarını seviyorum.Mehmet Eroğlu okumaya devam arkadaşlar...


Everest Yayınları 152 sayfa
1. basım Şubat 1989 (Can)
4. basım Kasım 2000 (Everest)

24 Eylül 2009 Perşembe

BU FİLMİN KÖTÜ ADAMI BENİM (Murat Gülsoy)


Nerden başlasam nasıl anlatsam diye bir şarkısı varya MFÖ' nün aynen o durumdayım.Önce Önder'i mi anlatsam yoksa olay döngüsünden kısaca bahsedip kahramanlarımızı aralara mı sıkıştırsam bir türlü karar veremiyorum.Çok mu önemli derseniz sizin için olmayabilir fakat benim için önemli çünkü sevdiğim bir kitabı başkalarına yanlış anlatabilme ihtimali beni üzüyor.Tamam karar verdim önce konu:)

Önder ve Defne kısa bir süre önce evlenirler ve İstanbuldaki hayat standartından vazgeçip Datça'ya, Keklik Koyu yakınlarına taşınırlar.Asıl işi Fizik olan Önder 'in aklı yazarlıktadır . Daha önce başlangıç olarak denediği dizi senerasitliğini bırakıp ilk romanı üzerinde çalışmaktadır.Defne Önder'den yaş olarak küçüktür ,roman boyunca ne iş yaptığı (gönüllülük esasına dayana projeler dışında) tarafımdan pek anlaşılamamıştır:) Önder kitabını yazarken asosyal olmayı tercih etmekte fakat Defne tam tersi bir hayat istemektedir.Yeni komşuları havuzlu köşkün sahibi Osman Bey'in verdiği özel bir davet çıkışında yaşadıkları Defne'nin Önder'den soğumasına sebep olur.Önder kitabını yazarken sürekli karşısına çıkan babasının hayaletiyle uğraştığı yetmiyormuş gibi Defne ile arasını düzeltebilmek içinde çabalamaya başlar.Yazdığı kitabın olay kurgusuna da kendini kaptıran Önder'in hesaplaşmaları bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hal alır.

Kitap aslında birbirinin içine sığınmış 2 kitaçıktan oluşuyor.Biri yukarıda azda olsa bahsettiğim Önder ile Defne'nin mutsuz evliliğini ve Önder'in iç hesaplaşmalarını anlatan bölüm.Diğeride Önder'in yazdığı ve basılmadan bize okuttuğu romanı.Aslında Öndre'in yazdığı romanda konu ve karakterler olarak asıl kitaptan az kalır değil.Alt romanda Önder kendini anlatıcı olarak gösteriyor ve 4 sene öncesine dair aşk üçgenini anlatıyor.Bir intiharla bozulmak zorunda kalan bu üçgenden geriye beğenerek okunacak bir alt roman kalıyor.Velhasıl birbiri ardına sıralanan iki roman sizi alıp götürüyor.

Gelelim kitabın en önemli karakterine:Önder başlı başına özel bir ilgiyi ve incelemeyi hakediyor.Gerek hayatıyla gerek romanıyla sıradan insanların yaptıkları sıradan kötülükleri gösteriyor ve anlamaya çalışıyor.Aile kavramına karşı tutumu ve babasıyla aralarında yaşadıkları ilişki Önder'i şekillendiren en önemli etmenler.Defne'nin çocuk doğuramayacağını söylediği zaman onunla evlenmeye karar vermesi fakat sonrasında Defne'ye sinirlendiği zamanlarda bunu ona karşı koz olarak kullanması onu bu filmin kötü adamı yapıyor .Yada zengin komşusunun hizmetçisine asılması çok ta sıradan bir kötülük değil mi? Hayatındaki olumsuzluklar için babasını öne sürmesi,buna kendini inandırması, babasından kalan boşluğu doldurmak için anlamlı hiçbirşey yapamaması yani en başta kendine yalan söylemesi kendi filminde kendine kötü adam rolünü biçmekten başka nedir ki? Yazdığı romanda da önce arkadaşının kız arkadaşına aşık olması,sonra bir genç kızın intiharını bahane ederek arkadaşının babasına kalp krizi geçirtmesi ve onu öldürmesi roman karakterlerine bile bulaşan bir kötülüğü anlatır bize.

Evet, Önder çok karışık bir adam.Yolun yarısını çoktan geçmiş olmasına rağmen hala birçok konuda kendisiyle hesaplaşamamış,yaşamak için kendisine bir anlam bulamamış ve yaralı ruhunu onarmak için yazmaya çalışan bir adam var karşımızda ama ben yinede Önder'i sevdim.Bencilliklerine ,kaybetmişliğine ve saklayamadığı o çocuksuluğuna karşı sevdim.Bu filmin kötü adamı benim diyerek suçunu kabul eden birisini nasıl sevmem ki?

Murat Gülsoy'un ilk kitabını okuyunca demiştim diğer kitaplarınıda okumalıyım diye.Bu kitapla ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım.Ve eminimki bu kitaplar tek okunmayla kalmayacak. Kitabın 2004 Yunus Nadi Roman ödülünüde aldığını belirtmeliyim.Murat Gülsoy'un kitaplarının tadını alanlara selam olsun:)

Not 1:Bu aralar ödüllere takmış durumdayım zaten.Acaba diyorum ödüllü kitapları mı okusam sırayla ve o ödülün neden o kitaplara verildiğine dair bir teorem mi çıkarsam:) Sonra planlı okumanın bana göre birşey olmadığına karar veriyorum ama geçmiş senelerinde ödül listelerini referans alarak okumalar yapma niyeti aklımın hep bir köşesinde olacak.

Not 2:Alıntıları unutmadım ama şu anda vaktim yok.En kısa zamanda ekleyeceğim.

19 Eylül 2009 Cumartesi

MADDE İŞARETLİ LİSTE

  • Blogspota girişte hala zorluk çekiyorum,bu yüzden yazı yazmak cidden büyük eziyet.Umarım bayram dönüşü düzelir.
  • Çevremdekilerin çoğu doğum günümü hatırlamadı.Bu yüzden kilometrelerce öteden hatırlayan nadir insanlardan Gamzem ve İstiklal'e en kısa zamanda bir torpil geçmem gerek.
  • Olsun ben kendime çok güzel bir hediye aldım:)Kitap....Hem de Yüzyıllık Yalnızlık:)
  • Onur Caymaz'ın kitabı umduğumdan bile daha iyi gidiyor,öyküleri tek tek beynime yeleştiriyorum.
  • Murat Gülsoy'un yeni kitabı çıkmış aklım kaldı.
  • Bayramda Bin Muhteşem Güneş'i okumaya niyetliyim.Ya nasip:)
  • Bayramda Zigana'ya gidiyorum.2 gün bol oksijen alacağım ve zihnimi yeşile doyuracağım.
  • Kayınvalidemin yaptığı etli dolmalardan ,su böreğinden ve burma tatlılarından az yiyebilmek için kendimle cebelleşeceğim.
  • Son olarak herkese iyi bayramlar.

14 Eylül 2009 Pazartesi

CEMİLE (Orhan Kemal)

Daha önceden demiştim okurken bizi Türk klasiklerinden uzaklaştıran bir şey var diye.İşte örneği:Otuz yaşıma gün sayıyorum,okumayı kendimi bildim bileli çok seviyorum,her yerde kitap okuyabilme kapasitesine sahibim ama Orhan Kemal’i daha yeni okuyorum.Lütfen sizde okumadıysanız okuyun ve özelliklede çocuklarınıza okutmanın bir yolunu arayın.

Eğer kendime yaptığım onlarca ağır hakaretin başlangıcına dönersek yazının asıl konusu CEMİLE ile karşılaşacağız.1934 senesinin Adana’sında geçen öykü ,pamuk fabrikasında işçi olarak çalışan Cemile ile aynı fabrikada katiplik yapan Necati’nin aşkını anlatır bize.Cemile asi ve güzel bir Boşnak kızıdır,Necati soylu bir aileden gelen ama hayatını kazanmak için okuyup katiplik yapan yakışıklı bir delikanlı…Onlar birbirlerini severken çevrelerinde olup biten olaylar,fabrikadaki mühendisin gitmesi için çevrilen entrikalar,Cemile kızı sırf kendi çıkarları için birilerine yamamaya çalışan ikiyüzlüler,Cemile’nin evinde olanlar ve babasıyla ilişkisi her daim devam ediyor.

Kitabın bence iki önemli özelliği var.Birincisi dili.Sayfaları okumaya başladığınız anda çevrenizi Adana ağzıyla konuşan bir sürü insan sarıveriyor.O insanların hitap şekilleri,övgüleri ve küfürleri,olaylar karşısında verdikleri tepkiler inanılmaz bir duruluk ve sahicilikle yansıtılmış.Okuduğunuz zaman kafanızda beliren seslere kulak verdiğinizde eğlenceli bir söylemin içinde buluyorsunuz kendinizi.Yazarın yüreğinden ve beyninden süzülen damlalara hayran kalmamak mümkün değil.
Peki ikinci özellik? İşte o bambaşka bir şey.Yaşanan tüm kötü durumlara, olumsuzluklara, yoksulluğa ve çamura rağmen umut akıyor sayfalardan.Bu kitabı okurken hep içimde Cemile’ye bir şey olmaz diyen bir ses duydum.Birilerinin belki de Orhan Kemal’in yaşama sevinci, umut edebilme yeteneği bu satırlara fazlasıyla sinmiştir.Siz ne dersiniz?

Epsilon yayınevi /152 sayfa
14.baskı Mart 2005
Kapaktaki fotoğraf:Ara Güler








12 Eylül 2009 Cumartesi

2 YAŞINDAYIM




Bloğumu yazmaya tam 2 sene önce başladım.Bu blog sayesinde bilmediğim yüzlerce şey öğrendim.Düzinelerce güzel insan tanıdım.Hayatımın merkezine oturttuğum kitaplar hakkında farklı düşüncelere kulak verdim.Bu blog benim hayatıma gerçekten güzellikler kattı.Eğer şu anda bu yazıyı okuyorsanız sizde bu güzellik ve değer katanlar içine kendinizi dahil edin ve gönderdiğim kocaman teşekkürü kabul edin.

Okuduklarım hakkında daha öncede çok not tutmaya çalışmıştım ama bu blog sayesinde istediğim düzene ulaşabildim. 2 senedir buradan 80 tane kitap hakkında düşüncelerimi paylaştım. Hepsini yan tarafta okuduklarım bölümünde bulabilirsiniz.İşin en ilginç taraflarından biri daha yazamadığım 24 tane daha kitabın olması ve bu kitapların genelde en sevdiklerim arasında olması.Sanırım bu 2 sene içinde okuduğum fakat bloğumda paylaşamadığım aşağıdaki kitapların çoğunu 2. kez okumadan size anlatmakta zorlanacağım.

  • Kazuo Işhıgura*** Değişen Dünyada Bir Sanatçı

  • Kazuo Işhıgura***Beni Asla Bırakma

  • İhsan Oktay Anar***Puslu Kıtalar Atlası

  • İhsan Oktay Anar***Suskunlar

  • Margaret Mazzantını*** Sakın Kımıldama

  • J.D.Salınger*** Franny ve Zooey

  • Selçuk Altun*** Senelerce Senelerce Evveldi

  • Selçuk Altun***Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca

  • Ahmet Ümit***Bab-ı Esrar

  • İskender Pala*** Katre-i Matem

  • Elif Şafak*** Aşk

  • Murathan Mungan***Yedi Kapılı Kırk Oda

  • Murathan Mungan***Büyümenin Türkçe Tarihi

  • Murat Uyurkulak***Tol

  • Abdülhak Şinasi Hisar***Fahim Bey ve Biz

  • Abdülhak Şinasi Hisar***Çamlıcadaki Eniştemiz

  • Aslı Erdoğan***Kırmızı Pelerinli Kent

  • Mehmet Eroğlu ***Düş Kırgınları

  • Mehmet Eroğlu ***Adını Unutan Adam

  • Khaled Hosseini***Uçurtma Avcısı

  • Orhan Kemal***Cemile

  • Murakami Haruki***İmkansızın Şarkısı

  • Murakami Haruki***Zemberek Kuşunun Güncesi
  • Paul Auster***Karanlıktaki Adam

Bu yazıyı yazarken aklıma gelen bir düşünceyi de sizinle paylaşmak istiyorum.Bloğa kaydeceğim 99. /100. /101. kitapları beni izleyen ve o kitaba yorum bırakan blogdaşlarımdan birine hediye edeceğim. Taslaklarımıda en kısa sürede tamamlayıp sizi çok bekletmemeyi düşünüyorum. Unutmayın "Bir eski kocanın öğleden sonrası" 80. kitap...


HEPİNİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.

10 Eylül 2009 Perşembe

KÜTÜPHANE CANAVARI

Az önce kütüphaneden geldim ve açgözlülük sınılarını zorlayan ben ne zamandır aklımdaki 3 yazara ait kitaplar buldum.Onur CAYMAZ,Barış BIÇAKCI VE Hakan GÜNDAY'ın isimleri bir yerlerden takılmıştı aklıma. Hele de Onur Caymaz'ın kitaplarını daha bir düşünür olmuştum son zamanlarda.Okumadığın bir yazarın kitaplarına aş ermek ruh sağlığında bir bozukluğa işaret midir bilmiyorum ama bende sık sık olan bu durumdan çok ta şikayetçi değilim.

Onur Caymaz'ın "Ezilmiş Leylaklar Kitabı"

Barış Bıçakcı'nın "Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra"sı
ve Hakan Günday'ın "Azil" i
elimin altında duruyor ve Murat Gülsoy' un "Bu Filmin Kötü Adamı Benim" kitabından sonra okunmayı bekliyor.Bu yazarlarla daha önceden tanışmış olanlar varsa neler düşündüklerini merak diyorum.Var mı tanışan?

8 Eylül 2009 Salı

BİR ESKİ KOCANIN ÖĞLEDEN SONRASI (Hamdi Koç)


"Boşuna boşanmışım.Karımdan sonra hayatıma elli tane kadın girdi,ama gururum karımda kalmış.Şimdi bu olanları hazmedemiyorum.Başka bir adamın ona dokunduğunu düşünmek beni öldürüyor.Her gün ,her an öldürüyor.Böyle yaşayamam.Bununla uzun süre yaşayamam."


Kitabın 129. sayfasında bu sözleri aldatılmışlığını kabullenemeyen Murat söylüyor.Ve bu paragrafta anlatılan konuda romanın kısaca özetini ele veriyor.Zengin bir adam karısını aldatır ve bunu öğrenen eş boşanır.İlk zamanlarda özgürlüğünden hiçbir şikayeti olmayan adam ,bir öğlen yolda karısını başka bir erkekle elele görünce hastanelik olur ve işte o zaman karısının aşığını öldürmeye karar verir.Adam hem bu konuyla ilgili hazırlıkları yapar (para bol olduğundan hiçbir iştede sorun yoktur) hem de bize çocuklarıyla arasındaki sorunları,sekreterine karşı hissettiği tanımlamakta zorlandığı duyguları, iş arkadaşlarıyla ilişkilerini, fedakar ve sadık çalışanlarını anlatır durur.

40 yaş bunalımına girmiş bir erkeğin geçmişsel sorgulamalarına ait komik bir roman olmuş bence.Kitabı okurken çok eğlendim.Nedenini tam olarak çözemesemde sanırım itirafçı bir erkeği okumak hoşuma gitti.Zaten benim Hamdi Koç'u sevmemin en büyük nedenlerinden biride bu: Erkeği zaaflarıyla ve güçleriyle samimice konuşturmayı becerebilmesi.Sonu vasat olmuş olsada, 3 senelik bekleyişe çok daha sıkı bir konu yakışsada ben bu kitabı sevdim. 1,5 gün gibi kısa bir sürede bitirdiğim kitap herkesin hoşuna gider mi bilmiyorum ama Hamdikoçsever olarak "Niye bitti?Yenisini en zaman yazar acaba?" modundayım.

Ve şurada bahsedildiği gibi sadece erkek fantezisi olarak değerlendiremiyorum kitabı, böyle bir yorumu yazarın diline hakaret olaral algılıyorum.Erkeklerin okuyacağı değil aksine kadınların okurken daha çok eğlenecekleri bir kitap olarak görüyorum.

***Ölmek zaten zori, bir de ölüyorum diye korkmak yok mu!O panik!öyle ölmek istemem.(syf.9)

***Artık biliyorum ki kıskançlık insanı öldürebilir.Ve intikam hırsı hayata döndürebilir. (1o)

***Bugün artık yaşamanın bir tatmin olma süreci değil,tatminsizliklerini unutabilme süreci olduğunu düşünüyorum.(49)

***Doğum katıymış.Hayata inancımızın tazelendiği,evliliklerin pekiştiği,ömürlerin yeni doğanları iyi yetiştirmek için peşinen feda edildiği yere gelmişiz.(57)

***Para problem değildi.İyi adamdan para esirgemem.Çünkü iyi kalmasını isterim.(81)

***Ama ben başlangıçlara inanırım.Benim kadar çok hata yapan biri inanmak zorundadır.(101)

***Bir çocuğu anlamak bir yetişkini anlamaktan daha zor.Yetişkin olmak standartlaşmak demek.Ama çocuk!Karmakarışık bir şey...(109)

***Hayat değiştirmek kolay değildir,kayıpsız olmaz.(165)
Doğan kitap /307 sayfa
1. Baskı Mayıs 2009
&&& Kapağı beğenmediğimi belirtmeme gerek var mı? &&&

6 Eylül 2009 Pazar

ZARİFE (Deniz Kavukçuoğlu)

İnsanların dış görünüşlerine ,davranışlarına bakarak ahkam kesmek,yorumda bulunmak, kendimiz ve diğer insanlar için genel yaşam kuralları çıkarmak ne kadar basit değil mi?Peki ya hiçbir şey göründüğü gibi değilse...ZARİFE tam olarak bunun öyküsü.

Yedi yıl önce otostop yaparak arabasına binen kızı ,7 yıl sonra bir televizyon kanalında masaların üstünde çılgınlar gibi dansederken gören gazeteci Bülent Serdar için,Zarife hakkında yazı yazmak pek zor olmamıştır eminim ki...Ama yazıyı o kızın yani Zarife'nin okuması hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığının en güzel kanıtı olarak serilmiştir gazetecinin önüne... Zarife yaşadığı sakin yaşamı daha iyi ve rahat bir hayat için terketmiştir.Seçim yapmak kolay olmamıştır,yaptığı seçimim arkasında durmak ise tahmininden daha zordur.

2000 'li yıllarda yaşanan toplumsal boşluğu,bu boşluğa yuvarlananları,bu boşluktan çıkar elde edenleri o kadar tanıdık ve yalın bir dille anlatmış ki yazar sanki Zarife mahallenizden giden bir komşu kızıymış gibi hissediyorsunuz.Zarife ; hayata tutunmaya çalışan ellerinin hep boşluğu yakaladığını , yürüdüğü yolun zorluklarını ,tenine takılan dikenleri gazeteci Bülent Bey'e anlatırken içinizden yaşadığımız zamana ve bizi seçim yapmaya zorlayan koşullara küfürler savuruyorsunuz.Zarife'ye hem kızıp hem de bir elinizi omzuna koyup üzülme diyesiniz geliyor.

Kısa,samimi bir öykü Zarife.Dışarıdan kolayca yorum yaptığımız hayatlara içeriden sıcak bir bakışta denilebilir.Deniz Kavukçuoğlu ile tanışmak içinde oldukça iyi bir seçim bence.Keyifli okumalar.

5 Eylül 2009 Cumartesi

ELDEN ELE


Primarima daha önceden bahsetmişti bloğunda.Fikir gerçekten güzeldi ve uygulanabilirlik düzeyi oldukça yüksekti.Eşe dosta,fakire fukaraya dağıttıklarımızın dışında kalan,gerçekten işine yarayacak birisinin eline geçmesini istediğimiz eşyaları dileyenlere ücretsiz olarak ulaştırabilmek sizde de güzel bir fikir değil mi?Bloğun açılış haberini de aldıktan sonra hemen hemen izleyiciler arasına katıldım.


Perşembe sabahı izlediğim bloglar arasında Thomas Maan'ın kitabının resmini görünce heyecanlandım.Tanıyan tanımıştır beni tüm kitaplar heyecanlandırır.BaktımELDEN ELE bloğundan gönderilmiş yazı.Blog yazarlarından olan Asyaselda'nın aklına gelen fikir gerçekten çok güzeldi.Sadece elbisenin değil kitap ve benzeri ürünlerinde paylaşılacağını göstermek için çok iyi bir yoldu.Yorum bölümünde hiç sayı gözükmüyordu ve bende o kitabı okumayı istiyordum .Hemen yazdım yorumumu ve istediğimi belirttim. Sonuç olarak bu yazıyı bana yazdırtan olay oldu ve ben Asyaselda'nın bana göndereceği Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü kitabı sabırsızlıkla bekliyorum.


ELDEN ELE'nin herkes tarafından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.Yeni insanlarla tanışmanın,birilerini heyecanlandırmanın,evdeki fazlalıklardan kurtulmanın ve ortak bir paydaya sahip olabilmenin insan bünyesinde yarattığı olumlu etkileri hissetmek isteyenleri

Egemenli hayat,Prima Rima,Asya Selda ve 3 prenses 'in blog yazarlığını yaptığı ELDEN ELE'ye uğramaya davet ediyorumElinize ve fikrinize sağlık arkadaşlar...

GEÇ KALMIŞIM...



Bir insan (hem de kitap okumayı seven cinsinden) neden 28 yaşına kadar Orhan Kemal okumaz ki?

4 Eylül 2009 Cuma

OYNAMAYAN ANLAYAMAZ :)

1 hafta önce İMGELEME' de gördüm bu oyunu.İnternette çok oyun oynayan biri değilimdir ama bunun görüntüsü hoşuma gitti ve oynamaya başladım.Aman Allahım, gerçekten takıntı yapan birşeymiş. O kadar beceriksizim ki 100 puanı geçebilene aşk olsun .Hırs yaptım,günde nerdeyse bir saat oynadım,hatta kuzuyla kavga bile ettik bu oyun yüzünden.Peki ya sonuç?Azmin elinden ne kurtulur efendim.İşte sonuç:

Tam 1123 puan.Oyun bitince öyle bir bağırmışım ki eşim kötü kötü baktı bana.Olsun...Ben çok eğlendim.

3 Eylül 2009 Perşembe

ŞEHRİN AYNALARI (Elif Şafak)



2008 Mayıs'ta okumayı planlamışım fakat 5 gün önce elime alabilmişim.Hızıma hayran kalmamak gerçekten zor dimi? Dün gece bitirdim kitabı ve sanırım bu kadar beklemesinde bir hayır olduğunu düşünmeye başladım.

Elif Şafak'ın kitabı olduğu için kesinlikle +1 ile başladım kitabın ilk sayfalarına.Alonso Perez , Andres ,İsabel kim derken içimden, karakterlere de ısındım.Kendilerinden bahsederken takındıkları açıksözlü tavır hoşuma gitti.Herkes nerde hata yaptığının farkındaydı ama düzeltmeye ya gerek yoktu; ya da şartlar oluşmamıştı...İsimlerine alışmayı deneyip başaramadıktan,hepsine kendimce Türkçe isimler verip öyle okumaya çalışıp yine başaramadıktan sonra koyverdim kitabın gidişatına kendimi.

1500'lü yıllarda Madrid'te geçen bir öyküye koyverdim düşüncelerimi.Engizisyon hakimiyle içindeki sesin konuşmalarına kulak kabarttım ve kendilerini tebrik edişlerine bende kadeh kaldırarak eşlik ettim.İsabel'in durgunluğuna,işlediği günahın altında ezilmesine,çoçuğuna karşı hissettiği ama gösteremediği anneliğine tanıklık yaptım.Zavallı Andres; annesi ve babası tarafından eksik bırakılan duygusal yanının komşusu Elena tarafından doldurulmaya çalışılacağını;bunun herkesin hayatını mahvedeceğini nereden bilebilirdi...Zavallı çocuk...

Peki ya o Miguel'e ne demeli? Andres'in amcası olan yakışıklı delikanlının en büyük becerisi sefahat alemlerine dalıp sabahlara kadar içmek, ayık olduğu zamanlarda da kendisine kahretmek. Kitap boyunca kıvırcık ,gür,kuzguni siyah saçlarına ellerimi dokundurmak istesemde bunun onun en büyük kozu olduğunu hatırlayıp her seferinde vazgeçtim.Abisi Antonio(yani benim zavallı Andres'imin babası) hekimliğinin zirvesindedir,Felsefe kürsüsünün başkanlığına adaydır ,karısı İsabelle arasında aşılmaz dağlar vardır ve oğluyla ilgilenecek ufacık bir zamanı bile yoktur.

Bütün bu kişilere ilave olarak Yaşlı adındaki bilgin müslüman kadın,bir haham,bir şeyh,şeyhin yüzünün yarısı yanmış kızı Zülfe,dallarını sokağa sarkıtmış bir armut ağacı ve aynalar şehri İstanbul eşlik etti kitap boyunca bana...Hikaye kahramanlarının birbirleriyle olan ilişkilerini, olayların nasıl geliştiğini anlatırsam zaten kitabı okumuş gibi olursunuz,o zaman kitabı okumak istemezsiniz.Bu da her ne kadar çok sevdiklerim arasında olmayacak olsada bu kitaptaki kelimelerin dansını kaçırmanız anlamına gelir ki ben bunu da istemem:)

Benim kanaatimce, Elif Şafak okumaya "Siyah Süt" ile başlayıp "Aşk" ile devam edenlerdenseniz ve başka kitabını okumadıysanız şimdilik bu kitaba pek alıcı gözle bakmayın,eminim sizi sıkacaktır.Yok ben o bölümü atladım ve "Mahrem"i de sevdim diyorsanız o zaman elinizin altında bulunsun ama sonunun biraz karışık hatta bulanık olduğunu aklınızdan çıkmasın.Eğer benim gibi Elif Şafak külliyatı her şekilde okunacak diyorsanız zaten sıra bir şekilde bu kitaba gelecektir ve siz kitabın sonuna takılmayıp içindeki sözlerin sihrine,cümlelerin birbiriyle dans edişine ve heccavın yıldız olmuş harflerine (kitaptaki en etkileyici blümlerden biriydi bence heccavın hikayesi) kapılıp gideceksiniz.

İşte Heccavın yıldızlarından benim payıma düşenler:

***Aynalar şehrina geldim çünkü benden evvel yazılmış bir hikayenin içindeyim.Aynalar şehrindeyim çünkü kim olduğumun peşindeyim. (syf.5)

***Geldiğimden beri yağmur yağıyor şehirde.Bense,ne zaman güneşin sarısını özlesem,niçin buraya geldiğimi hatırlatıyorum kendime."Aynalar şehrine geldim çünkü benim hikayemin önünü,benden evvel kaleme alınmış bir başka hikaye tıkıyor.Aynalar şehrindeyim çünkü bir kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak,deli deli akacak;hissediyorum.Aynalar şehrindeyim çünkü ben bir korkağım;ve ne olduğunu bilen her korkak gibi,bu sırrı kendime saklıyorum." (syf.7)

***Gayet iyi biliyordu ki,hüzün denilen şey tıpkı siyah, dalgalı saçlarının arasına nasılsa yerleşivermiş beyaz bir saç teline benziyordu.Hüzün,koparıldıkça çoğalıyor,çoğaldıkça arsızlaşıyordu. (syf.26)

***Anlayamıyordu.Anlamaktan korkuyordu.Bir zamanlar tpeden tırnağa tutku,tepeden tırnağa aşk ve tepeden tırnağa ona ait olan bir kadının şimdi nasıl bu kadar uzak,bu kadar sağuk ve ulşaılmaz olabildiğini anlayamıyordu.Sevdiğinin aniden bir yabancıya dönüşmesini içine sindiremiyordu.(syf.46)

***İnsan bazen bir haritaya ihtiyaç duyar.Hiç gitmediği yada hep gittiği yerin haritasına değil;bir daha asla gidemeyeceği bir yerin haritasına.Geçmişi bir rüya olmaktan çıkartıp oranın hep var olduğuna ve geleceği ümitsizlikten kurtarıp oranın hep öyle kalacağına inandıracak bir haritaya.insan bazen sevgilisinin haritasını çıkarmaya şhtiyaç duyar.Terk edilmenn acısını unutturup,acısını çoğaltacak bir haritaya.(syf.47)

***Yaşlı'ya ihtiyacım var.Söylesene Antonio,birine ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu biliyor musun?Antonio Pereira yıkılmış görünüyordu."Nasıl istersen." dedi kısık bir sesle."Yarın ,onu alması için birini göndereceğim."
"Lütfen bunu yapma." dedi İsabel." Sen sadece haber gönder.O istediği yoldan,istediği zaman gelir." (syf.73)

***Ölümü anlamak çok daha kolaydı.Ölmüş bir baba zaten yok demekti.Oysa hayatta olan bir babanın yokluğunu içine sindirebilmesi bir hayli zordu.(syf.75)

***Çemberde bir son ya da başlangıç tayin etmek ise mümün değildi.Kan,çemberin yarısında peyderpey kirleniyor,ötekiyarısında ise kademe kademe temizlenerek arınıyordu.Hal böyle olunca da,pislik ve temizlik,parça ve bütün,çirkinlik ve güzellik aynı çemberi tamamlıyordu.(syf.127)

***Bilmemek,kendi gölgenden korkmana sebep olur;bilmekse başkalarının gölgesinden.Biri içerden kuşatır seni,öteki dışardan.Korktuğun zaman bil kikorkuda cesaret de,aynı çemberin parçalarıdır.Bil ki çember senin içindedir.Demek ki,korkak olduğun kadar cesur olabilirsin.Ne kadar derine düşersen düş,bir o kadar yükseğe çıkabilirsin.Korkuya tosladığında,felakete uğradığında,çukura düştüğünde tek yapman gereken çemberde geri geri yürümektir;ta ki zıt parçaya ulaşana dek. (syf.128)

***Bir insana sırrınızı verdiğinizde,özgürlüğünüzü veririisniz. (syf.147)

***Kendini keşfedebilmenin bedeli değildir delirmek,delirebilmenin bedelidir kendini keşfetmek. (syf.155)

***Ne var ki kaçmak,varmaktan da gitmekten de faklıydı.Gitmek başı sonu olmayan,menzili meçhul bir seyrüsefer,varmaksa güzegahı önceden çizilmiş,hedefi malum bir tırmanıştı.Gitmekte aslolan dere tepe taban tepip durmaksızın hareket ederek rüzgarı hissetmek;varmakta aslolansa,o tepeye ulaştıktan sonra durup rüzgarı elde etmekti.Kaçmaya gelince o bambaşkaydı.Kaçmak sürekli hareket halinde olmasıyla gitmeyi ve gizliden gizliye barındırdığı bir başka,öte mekan arzusuyla da varmayı çağrıştırıyordu.Valhasıl kaçmak,hem gitmeye hem de varmaya, ne gitmeye ne de varmaya benziyordu.(syf.157)

***Ne kadar uzaklık yeterince uzaktı ki? (syf.163)

***An kopukluktu,zaman süreklilik.Zaman nizamdı,an düzensizlik.Akıl zamanın ellerinde yeşeriridi;sezgiyse anın.şeytan anın efendisiydi,Tanrıysa zamanın. (syf.206)

***Her zaman olduğu gibi,her ikisi de,konuşulmaması gerekeni konuşmak yerine konuşulması gerekeni konuşmamayı yeğlediler. (syf.213)

***Tanımadığım daha kaç kişi var içimde yaşayan? (syf.224)

***"Ne kadar yaşaram acaba yaşamış olurum acaba?" diye sormuş kendine .Cevabını bulamamış. (syf.229)

***Fakat sevgili ustam,bence mutsuzlardan değil, hala mutlu kalanlardan şüphe duymak gerekir. (syf.261)

***Kapatılmışsınız ama yalnız değilsiniz.Açık sokaklarda yürüyüp de tutsak olan niceleri var. (syf.263)


Metis Yayınları / 278 sayfa
1. basım : 1999 İletişim

3. Basım : Ocak 2001 Metis

9. basım : Ocak 2008