27 Kasım 2008 Perşembe

BİR SES BÖLER GECEYİ (Ahmet Ümit)

Kütüphanede oldukça fazla Ahmet Ümit Kitabı var.Daha önce hiç okumadığım için kendimi riske atıp kalın bir kitabını almadım.İlk kitaplarından biri olması da iyi oldu.Başlangıcı ben yaptım gerisini yazarın kendisi getirecek.



Süha Danış(bu isim bana ne kadar tanıdık geldi!) 2 arkadaşıyla beraber bir araştırma yapmak için köy köy dolaşmaktadırlar.Hocalarını karşılamaya gittiği gece ufak bir kaza yapar ve yardım için, daha önce gittileri ama anketlerine katılmak istemeyen bir alevi köyüne yollanır. Köyde karşılaştığı manzara karşısında kendi geçmişine döner ve acaba diye sorular sormaya başlar kendine.

Bu kısa romanın çıkış noktası aslında Süha'nın da alevi olması...Süha 'nın ailesi Yunanistan'dan geldikten sonra kendilerini deşifre etmeme ihtiyacı duymuşlar, bununla beraber Süha üniversite yıllarında duyduğu boşluğu doldurabilmek için sol öğrenci gruplarına katılmış ve sonunda hapse girmiştir.Kitapta alevi geleneklerine göndermeler yapılıyor,düşünce biçimlerini oluşturan kriterlere (4 kapı /40 makam/cem törenleri) ait kısa bilgiler veriliyor ve bilgiler sizi biraz daha araştırmaya yönlendirebiliyor (en azından bende öyle oldu).Kitabın son sayfalarında yaşanan bir sahnede, herkesin sadece istediği görüntüyü görmesi ise bana kitanın en çarpıcı yeri olarak yansıdı ve beynimin içine kazınıp kaldı.

Kitap hakkında çoğu yerde gerilim romanı olarak bahsedilsede ben buna fazla katılamayacağım. Kitabın başına ve sonunda kullanılan 1-2 sayfalık öğelerinin dışında kitabın geneline yansıyan bir gerilim havası yoktu.Birde köydeki manzaranın çeşitli bölümlerde kesilerek Süha'nın hatıralarına dönülmesi güzeldi de eski bir yoldaşıyla yaşadığı cinselliğin anlatıldığı bölümün uzatılması kitabın genel havasının içinde bana çok gereksiz geldi.

Kolay ve zevkli okunabilen kısa bir kitap arayanlar için iyi bir seçenek olabilir.En azından ben bu kitabı yerine koyarken yanındakilerden bir tanesini almayı düşünüyorum yine.


***Sana güvenirim ama bunun güvenle alakası yok.Bilirsin küçüklüğümden beri sofuları alimleri dinler,hisseme düşen bilgileri toplarım.Sanırdım ki öğrendiklerim arttıkça dünyanın ve Hakk'ın sırrına ereceğim.Lakin tam tersi oldu.Öğrendikçe bilmediklerim çoğalmaya başladı.Bu nasıl bir bilmecedir çözemedim gitti.Hal böyleyken sne nasıl anlayacaksın?(syf.51)

***İlgisi olmaz mı kızanım?İmam Cafer üs-Sadık Efendimiz demiş ki:'Pir odur ki şeriat gemisine binip tarikat denizinde yüzsün,marifet dalgıcı olsun da hakikat incisi çıkarsın.'Hakikat,Hakk'ın insana göründüğü kapıdır.Kamil İnsan olmak için bu dört kapıdan geçmek gerekir.(syf82)

***Lakin bilmek öyle kolay iş değildir kızanım.Bilmek için bıkıp usanmadan çalışmak,sususz kalmış bir çiçek suyu nasıl emerse öyle iştahla öğrenmek gerekir.Diyelim ki öğrendin,yine yetmez.Niye bildiğini,niçin öğrendiği de unutmamak gerekir.Bilgi,Hakk'ın bize sunduğu bu dünyayı ,canlıları korumak içindir.Eğer bunların tersine iş görürse yıkıcı olur.İnsan bilginin efendisidir,bilgi insanın değil.Öğrenmenin zararı olmaz derler,ama dikkat etmek lazım,amaçsız bilgi maymuna çevirir insanı.Bir de bakmışsın farkına varmadan bilgiçlik taslamaya,sağa sola tafra yapmaya başlamışsın.Oysa tafra atmak cahillerin harcıdır.Önce Bilgi yükünü taşımayı öğrenmeli insan.Kolay iş sanma.Çünkü taştan daha ağırdır bilgi. Bu yükü taşımak sabır ister,metanet ister.Taşımayı bilmeyenler daha ilk engebeden kaldırır atarlar sırtlarındaki yükü.Taşımayı bilenler ise en dik yokuşlara bile tırmanırlar.Çünkü onlar taşıdsıkları yükün bu dünyada insanlara,ahirette Allah'a lazım olduğunu bilirler.Zirveye ulşatıklarında ise tek kazançları kamil insan olmaktır.(syf.84)

Doğan Kitapçılık/130 sayfa
1.Baskı Cem Yayınevi,1994
6. Baskı Kasım 2004

24 Kasım 2008 Pazartesi

YEDİ ÖYKÜ /Füruzan



Sanırım Füruzan okumak için yanlış zamanı seçtim.Adını çok duyduğum "47'liler" yada "Parasız Yatılı" olmadığı için bu kitabını seçtim kütüphaneden.İnanılmaz incelikli bir anlatıma,ayrıntılara dikkat eden bir göze sahip bu yazar. Özelliklede çoçukların ve kadınların duygularını yansıtışındaki doğallık,fakirliğe ve ezilmişliğe karşı takındığı tutum çok hoşuma gitti. Ama sanırım ben kitabı hakkını vererek okuyamadım.Çok bölük pörçük okuduğumdan yazarın anlatımı hakkında bilgi sahbi olabildim ama hikayelerin tadına çok varamadım .Eğer daha düzgün okuyabilseydim eminim Ayfer Tunç'un hikayelerinin yarattığı tadı bırakacaktı bende.
Kitabın içinde adından anlaşılacağı gibi 7 öykü var.Redife'ye Güzelleme (Aynı zamanda bu isimde başka kitabıda varmış),Kırlangıç Balıları,Temizlik Kolu,Sokalarından Gemilerin Geçtiği kent,Münip Bey'in Günlüğü, Nehir,Edirne 'nin Köprüleri bu hikayelerin isimleri.Sanırım artık bu kitabın baskısı yok.Kütüphanedeki de oldukça eski bir baskıydı zaten.Eğer sizde benim gibi tanışmadıysanız benden daha iyi bir başlangıçla Fürazan'ın dünyasına girin derim.

1. basım 1992 gendaş 182 sayfa

21 Kasım 2008 Cuma

*,**,***,****,*****


Ordu'ya ilk defa doğalgaz verildi,hem de bizim evin köşesinde.Zavallı halkımda seviniyor bu kadar zamdan sonra sevinecek bişey kalmadığını bilmemeninin rahatlığıyla.


Eylül Ilgın'ın tütüsünün örgüden olacak üst kısmı bu.Her gece 3-4 sıra örerek bayağı ilerledim. Pulları öne gelsin diye biraz uğraşıyorum ama bitince gerçekten çok hoş duracak,eminim.


"Senin okudukların ikimizde yeter" diyerek kitap okumaktan kaytaran eşime küçük bir hediye.


Okuduğum ilk andan beri rengi ve görüntüsü aklımda.Ben ki hayatımda hiç reçel yapmadım, anneannemin yaptığı reçellerden sonra hiçbir reçeli keyif alarak yemedim ama bu reçele daha tadını almadan büyük bir aşkla bağlandım.CAFE FERNANDO'nın tarifini gramı gramına,hatta dakikası dakikasına yaptım.Sonuç mükemmel bir nar reçeli oldu.Şimdilik denemesi için tattırdığım herkes bayıldı haberiniz olsun. En kısa zamanda tarifi 2 katı olarak tekrar deneyeceğim.



Aldım sonunda,kitabını okumaya üşeniyorum ama filmini izlemeye üşenmeyeceğim:)

17 Kasım 2008 Pazartesi

ÇOCUK İSTİSMARINA HAYIR !

Lütfen "Şimdiye kadar ne oldu,bundan sonrada olsun" demeyin.Sadece 1 dakikanızı ayırarak bir kez daha sesimizi yükseltmemize yardımcı olun.Lütfen bu sayfada yazanları okuyun,okutun ve mümkünse çıktısını alıp asabildiğiniz her yere asın.Sağlık bakanlığının uygulamaya başladığı ÇPGD Programı hakkında da çevrenizdekileri bilinçlendirin.Bu tarz kampanyaların meşhur denizyıldızı hikayesine benzetiyorum ben.Hani adamın biri sahile vuran denizyıldızlarını tek tek denize atmaya çalışır ,başka bir adam gelip bütün yıldızları denize atamayacağını,bu yaptığının birşeyi değiştirmeyeceğini söyler.1. adam eline bir denizyıldızı alıp denize atar ve "bunun için herşey değişti" der.Kazanılan her çoçuk hem kendi kaderini hem de bizim kaderimizi değiştirecektir. Eğer sizde Ceza'nın "Fark var seninle iyi arasında büyük bir, fark var benimle senin aranda kocaman bir, fark var kötüyle benim aramda irice bir." sözlerini birilerine söylüyorsanız bu kampanyaya hemen katılın.

15 Kasım 2008 Cumartesi

1,2,3,4,5....


  1. İnsanın kafasının durmasının ne demek olduğunu anladım sonunda.Herşeye ve hiçbirşeye karşı bu kadar tepkisiz kalabileceğimi ben bile tahmin etmezdim.Hayat gerçekten çok garip.


  2. Dün akşamüstü "Mustafa" belgeseline (bence film değil) gittim.Vizyona girdiği günden beri süre gelen tartışmaları göz ucuyla izlemiştim.Herşeyde olduğu gibi hataları bulunmasına rağmen ben beğendim. Can Dündar'ında çok üstüne gidildiğini düşünmeye başladım.İlk yapılan herşeyin takıldığı engellerin hepsine takılan bu belgesel,bence bu kadar tartışmayı başlatması,Atatürk üstüne bu kadar araştırmanın yapılmasına ön ayak olması sebebiyle bile ayakta alkışlanmaya değer.Çevremdeki herkese,özelliklede tartışmalardan etkilenip sinemaya gitmek istemeyenlere ,önyargılı davranmamalarını,en iyi kanaate kendileri izledikten sonra varabileceklerini söylüyorum.Boşa harcamak istemediğiniz 2 saatiniz varsa bu yapımı seyredin derim.


  3. Sonunda beklenen gün geldi ve ben hala oldum.Minik Yağmur'umu henüz göremedim ama şimdiden nazlı bir kız olacağını anlatabilmek için anne ve babasını bir güzel uğraştırıyor. Minik yeğenim kesinlikle tek başına bir yazıyı yakediyor ama daha görmediğim için içimdeki heyecan kıpırtılarını sözcüklere dökemiyorum.Yakında gideceğim,bekle beni İzmir!

  4. Cici kitaplarım geldi sonunda.Gerçi bu sefer kolinin %80 i kuzunun kitaplarına aitti ama olsun.
  • İnceliklerin Kadehindeki Şarap/Deniz Gürsoy
  • Karanlıktaki Adam /Paul Auster
  • Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca /Selçuk Altun
  • Çoçuk Ölümü Şarkıları /Hamdi Koç
  • Mutfak Sırları/Anthony Bourdain

İlk defa yemek kitabı alıyorum ama sanırım bu ilk olmayacak.Yalnız gözüm şimdiden almadığım bir sürü kitaba takılmaya başladı.

5. Okumak isteyipte yüksek meblalar tuttuğu için almadığım kitaplara erişmenin kolay bir yolunu buldum.En son gittiğimde kütüphanedeki görevlilere "Yarım gün gönüllü yardıma geleyim mi?" diye sordum.Özellikle yeni alınacak kitapların listesi yapılırken önerilere ihtiyaç duyacaklarını ,zamanımı almak istemediklerini ama kütüphanede olması gerektiğini düşündüğüm kitapların adlarını paylaşmamın çok iyi olacağını söylediler.Peki ben ne yaptım. Hemen ilk olarak Necip Mahfuz'un "Kahire Üçlemesi"ni listeye yazdırdım.Bir cumartesi gidip esaslı bir liste oluşmam gerekiyor.

13 Kasım 2008 Perşembe

Birşeyler sağ tarafımdan tutup beni göklere çıkaracak kadar sevindirirken,sol yanımdan aşağıya çeken olayların ağırlığı altında eziliyorum.Yardım et bana,lütfen...

10 Kasım 2008 Pazartesi

KİTAP KAPAKLARI (BEYAZ KALE)










9 Kasım 2008 Pazar

DÜN

Dün kendime vakit ayırdım ve evde kimsenin olmamasını fırsat bilerek canım ne istiyorsa onu yaptım.Çok güzel yerlere gittim,içimi ısıtan insanlarla konuştum,anlattım susmamacasına dinlediler,beni hiç yargılamadan,sözümü kesmeden içimdekileri kabul ettiler.Dalgaları seyrettim bana günlerce gelen zamanlarda.Seslerini kazıdım hafızama.Güzel müzikler dinledim,bildiklerime eşlik ettim...Kimse sesimin çirkinliğinden dem vurmadı.Hani nerdeyse dans bile edecektim:)Birtek kitaplarım yoktu yanımda ama dün gördüklerim,duduklarım,hissettiklerim zaten birer sayfaydı hayatımda.
Şimdi dışarı çıkarken alacağım kitabımı yanıma,biraz yürüyüp,denize karşı oturacağım ve okuyabildiğim kadar,birileri yokluğumu(yada varlığımı) hissedene kadar devam edeceğim. Evet,dün çok güzel bir gündü...Teşekkürler katkısı olan her bir zerreye...

2 Kasım 2008 Pazar

BEYAZ KALE (Orhan Pamuk)


Okuduğum fakat paylaşamadığım kitap sayısı son zamanlarda oldukça arttığı için biraz hızlanma kararı aldım.Beyaz Kale'yi iflas eden bir kitapçıdan almıştım.Aslında hemen okumaya niyetim yoktu ama elim nedense gidiverdi.Beyaz Kale için kimileri çalıntı demiş,kimileri çok beğenmiş. Okumaya başladığımda suçlamalardan haberim yoktu.Sonrasında da çok fazla etkilenmedim açıkçası ama Orhan Pamuk'un daha aydınlatıcı bir açıklama yapmaması da garip geldi.


Romanın ana zamanı av merakıyla bilinen 4.Murat devri...Türk korsanlarının saldırdığı bir gemiden esir alınan Venedikli bilgin,önce zindana atılır.Daha sonra bilgisini kullanabildiği bazı olaylar sayesinde önemli bir paşanın gözüne girer.Paşanın Müslümanlık çağrısını kabul etmeyen Venedikliyi Hoca namlı biri satır alır Paşadan.Venedikli ve Hoca arasındaki fiziksel benzerliği tek farkedemeyen Hocadır ve bu uzun bir süre böyle devam eder.Köle efendi ilişkisini aşarak ortak bir yaşam oluşturan bu ikiliden Venedikli İstanbul'u çok sevmiş,arada hasret buhranlarına kapılsada sonunda yaşadığı hayata alışmıştır.Hoca çevresinde kimsenin bilime meraklı olmadığından yakınıp durur,bu sebeple Venedikliye sürekli yaşadığı topraklarla ilgili şeyler sorar ve anlattırır.Her seferinde daha fazla bilgi almaya çalışır ve o topraklara özlem duymaya başlar.Venedikli ve Hoca beraber yazılar yazarlar,projeler üretirler.Bilimsel projelerini padişaha anlatabilmek için müneccimbaşılığı bile kabul eder.Padişahın ilgisi Hocadan Venedikliye kayıp,Beyaz Kale'nin fethine gidildiğinde herşey değişir.


Biri Doğu,diğeri Batı kültürünü temsil eden iki insan...Fiziksellikleri aynı olmasına rağmen yaşadıkları,öğrendikleri,gördükleri,düşündükleri o kadar farklı ki...İki insanın değil iki kültürün aynı romanda konuşturulması olmuş bu kitap.Kendi halkını küçümseyip Batıyı içine çekmeye çalışan bir Hoca var bu kitapta.Düşünmediklerinden,merak etmediklerinden yakınan insnalara benzemekten korkan ama bir yanıyla onlara benzeyen bir hoca...Hocanın kendisini sorgulaması için zemin hazırlayan,bu durumdan bazen korkan ama çoğu kez zevk alan,"Ben Kimim?" diye sordurtmaya çalışırken kendide aynı kimlik çukuruna düşen bir Venediklide sığınmış bı kitabın sayfalarına.İki insanın birbirine destek vermesi,şüphelenmesi,kıskanması ve insana dair birçok duygu var bu kitapta.Tarihi olaylardan çok kültürlerin karşılıklı konuşması var ama bu konuşmaya Osmanlı tarihi fon oluşturuyor.Felsefe yapmaya başlıyor ama yarım bırakıyor. Aklınıza takılan birçok soruyuda aynı şekilde yarım bıraksa da "Kimim?" sorularıyla, içseslerle, yeni icatlarla harmanlanıp hoş bir tat bırakıyor damakta bu kitap.Konusundan çok düşündürdükleri ile aklımda kalcak bir kitap olacak.Ama isterseniz siz macera romanı olarakta okuyabilirsiniz:)


Benim naçizane yorumumdan daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler varsa, Alper Akçam'ın bu yazısını okuyabilirler yada Fethi Naci eleştirisinin bir kısmını okuyabilmek için Bozgun Odasına uğrayabilirler.


***"Önceden belirlenmiş bir hayat olmadığını,bütün hikayelerin aslında birer rastlantılar zinciri olduğunu birçokları bilir.Ama gene de ,bu gerçeği bilenler bile,hayatlarının bir döneminde,geri dönüp ona baktıklarında,rastlantı olarak yaşadıkları şeylerin birer zorunluluk olduğuna karar verirler."(syf.12)


***" Bütün gün taş topladıktan sonra akşamları gene zincirlerle birbirimize bağlı zindanımıza dönerken İstanbul'un güzel şehir olduğunu,ama insanın burada köle değil efendi olması gerektiğini düşünürdüm."(syf.16)


***"Sonra,o kelimeyi bütün kilitlere uyan sihirli bir anahtar gibi kullanmaya başladı:Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı,aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı,aptal oldukları için ayrıntılar değil zetlere meraklıydılar,aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı vb..."(syf.46)


***"Masanın iki ucuna oturup birşeyler yazmamız gerektiğini de o söyledi.Niye "ben" olduğumuzu asıl şimdi yazmalıymışız.Ama sonunda,gene ötekilerin neden öyle olduğundan başka birşey yazmadı.(syf.82)


***Yoksa yıkım,insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu?.... Belkide yıkım,ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti.(syf.122)


***Hayatın bir bekleyiş değil de,tat alınabilecek bir şey olabileceğini bu dört yılda öğrendim.(syf.131)


***Geceleri,vaktimizin çoğunu beklemekle geçirirdik,rüzgarın yada karın dinmesini bekliyorduk,geç vakit geçen bozacının son defa geçmesini,sobaya odun atmak için ateşin küllenmesini bekliyorduk.Haliç'in karşı kıyısındaki son titrek lambanın sönmesini ve bir türlü gelmeyen uykumuzun gelmesini ve sabah ezanını bekliyorduk.(syf.139)(Biz neyi bekliyoruz peki?)


***Ama,tuhaf ve şaşırtıcı olanı,dünyada aramalıymışız,kendi içimizde değil!kendi içimizdekini aramak,kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizleri.(syf.173)


***Seviyordum O'nu, O'nu rüyamda gördüğüm kendi çaresiz, acınası görüntümü sevdiğim gibi, bu görüntünün utancı, öfkesi, suçu ve hüzüyle boğulur gibi kederle ölen yabani bir hayvan karşısında utanca kapılır gibi, kendi oğlumun arsızlığına öfkelenir gibi, kendimi aptalca bir tiksinti ve aptalca bir sevinçle tanır gibi seviyordum; belki de, en çok böyle: Elimin kolumun bir böcek gibi boşuboşuna kıpırdanışına alıştığım, aklımın duvarlarında her gün yankılanarak sönen düşüncelerimi bildiğim, acınası gövdemden çıkan nemin benzersiz kokusunu, bitkin saçlarımı,çirkin ağzımı, kalemimi tutan pembe elimi tanıdığım gibi: Bunun için aldatamadılar beni."(syf.174)


***Kaybettiğimiz hayatı ve düşleri yeniden ele geçirmek için,onları yeniden düşlemek gerektiğini herkes bilir:Ben hikayeme inandım!(syf.176)

1 Kasım 2008 Cumartesi

İHANET (Lyndsey Harris)

Elif'in kitaplığından seçilmiş bir kitap daha...İlk önce ihanet adını duyunca sıradan bir roman zannettim ama "Bir Anne...Bir Kız....Parçalanan Bir Aile...."altbaşlığı beni kitabı okumaya sevketti.Lyndsey Harris aslında bir takma isim çünkü kitap bir roman değil anı kitabı.Olayın ana kahramanlarından biri olan küçük kızın özel hayatını güvence altına almak için tüm isimler değiştirilmiş.


Lyndsey Mike'la evlenip düşlediği sakin bir yaşama kavuşur.İşyerinde Tanya ile tanışır ve dostlukları inanılmaz bir hızla ilerler. Lyndsey ve Tanya'nın birbirlerine yakın zamanlarda erkek çoçukları olur.Bu arkadaşlıklarını dahada özel bir hale getirir.İkisininde kız olan 2. çoçuklarından sonra birbirlerinin hem sırdaşı hemde en büyük desteği olurlar.Bu arada Tanya'nın oğlu oldukça asabi bir çoçuk haline gelir,ailesine ve kendine zarar vermeye başlar.Tanya oğluyla başedebilmek için sık sık Lyndsey'in yardımını ister.Uzun bir uğraştan sonra David uslanır ama bu seferde Tanya'nın pısırık kocası ile ilgili sorunları başlar.Lyndsey Tanya'yı çok sevmesine rağmen artık sorunlarından sıkılmıştır,birde üstüne Tanya'nın geçmişiyle ilgili olarak anlatmaya başladığı taciz olayları eklenince huzursuzluğu daha da artmıştır.Tamda bu sıralarda işe tekrar başlayan Lyndsey 'in 6 yaşındaki kızı değişik davranışlar sergilemeye başlar.Önce evdeki herşeyi kesmeye kalkışır,annesinin kullandığı ilaçları başkalarının çantalarına koyar,hırsızlık yapmaya başlar.Ustaca ve gizlice yapılan bu eylemleri küçük kız kabullenir ama nedenleri hakkında tek söylediği şey "Bilmiyorum."dur.Sürekli Tanya'ya ya yardım etmeye alışmış olan Lyndsey ,bu olaylar sırasında ondan çok destek görür.Yaşanan olayların dozunun artması ile bir ailenin hayatı mahvolmaya,6 yaşındaki küçücük bir kız psikopot olarak anılmaya,anneside ilgi manyağı olmak için kızını kullanmakla suçlanmaya başlar.

Bir annenin evlat sevgisi,ona inanması,yeri geldiğinde çıldırması adım adım izleniyor bu kitapta.Benim en çok imrendiğim şey annenin sabrı oldu.Kitaptaki gibi olaylarla karşılaşıp Lyndsey kadar sabırlı olmak her babayiğidin harcı değildir bence.Özelliklede yükselen anne olma yaşıyla birlikte sabırlı olma kapasitesinin ters orantılı olduğunu kabul edersek olayı anlatan annenin çoçuğuna gösterdiği sabrı herkes takdir edecektir.Kitapta üstüne sürekli vurgu yapılan birşey var:Yetişkin gözlemlerimizin bazen herşeyin saf ve basit halini kavramaya yetmediği. Kitabın sonlarına doğru Lyndsey'in oğlu Lıke bir düşüncesini annesiyle paylaşıyor ve aldığı cevap karşısında "Kimse çocukları dinlemiyor." diye mırıldanıyor.(syf.208)Kendi yaşantımıza da baktığımızda aynı şeyle çok sık karşılaşmıyor musunuz?Bizim deneyimler,teknoloji,inançlar ve yardılarla körleşmiş benliğimiz, çoçukların saf iyilik dolu kalbinden daha fazla şey bilmiyor.Onlar herşeyi daha net görebiliyor.Diğer önemli bir konuda kim olursak olalım,başka yetişkinlerin düşüncelerine verdiğimiz önemin bazen kalbimizinve mantığımızın sesinden daha öne geçmesi...Şahsen ben kitaptaki kadar zor bir durumla kalsam ne yapardım bilmiyorum ama bu kitabı okuduktan sonra kızımın görüşlerine ve söylediklerine daha da fazla önem vereceğim bir gerçek.

Çevirisinde yada yazımında birkaç hata olsada konunun hızından ve duygusal boyutundan dolayı arada kaynayıp gidiyor.Anı kitabı olarak yazıldığından edebi değeri yüksek bir yapıt olmamakla birlikte,her ebeveynin bu değişik ihanete şahit olması açısından okunulması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.Bir çok konudaki inancınızı ve davranışınızı sorgulamaya yönlendireceğine eminim.


Everest Yayınları/260 sayfa
1. basım:Ağustos 2007
İngilizceden çeviren:Asude Savan