29 Şubat 2008 Cuma

IŞIKLAR SÖNÜNCE / Agatha Christie


Evvel zaman içinde'nin bana bulaştırdığı Agatha Christie hastalığı geçmek bilmiyor.Hele kütüphanede bir sıra boyunca yazarın kitaplarını görünce hevesim iyice arttı.Bir önceki tiyatro eserinden sonra birde öykülerinin tadına bakmak istedim.Ölümünden 20 küsür yıl sonra bulunduğu söylenen hikayelerin sayısı, kitabın arkasında ve tanıtımlarında belirtildiği gibi 7 değil 9.Neden bu hatayı düzeltme zahmetine girilmemiş bir türlü anlamadım.Kitabın içinde ;
*Düşteki Ev
*Aktris
*Uçurum
*Noel Macerası
*Yalnız Tanrı
*Manx Altınları
*Duvarın Gizlediği
*Bağdat Sandığı Esrarı
*Işıklar Sönünce isimli hikayeler var.Kimisi insan psikolojisi,kimisi doğaüstü güçler,kimisi de polisiye tarzda yazılmış.Öyküye pek yakışan bir tarz olmadığını düşündüğüm polisiyeyi kısacık sayfalara sığdırabilmek gerçekten ustalık gerektiren bir iş olsa gerek.10 sayfalık bir hikayede olayı geliştirip ,okuru heyecanlandırıp,sonuca ulaşmak ve bunu yaparken oalay örgüsünde açık bırakmamak Agatha Christie'nin zekasının sağlam bir kanıtı bence.Ben en çok Hercule Poirot 'un içinde bulunduğu Noel Macerası ve Bağdat Sandığı Esrarı adlı hikayeleri sevdim.Aktris ve Uçurum'un da finallerine bayıldım. Belki uzun bir polisiye gibi zevk vermeyebilir ama sevilen bir yazarın alışılmış tarzının dışında nasıl ürünler verdiğini görmek açısından ilginç bir deneyim olacaktır.

25 Şubat 2008 Pazartesi

BAHAR


Yüreğime düşen bahardın sen;çiçekleri açtıran,kelebekleri kanatlandırandın. Dalların arasından sızan ışıklarını vururken yüzümüze güneş,Yıldız Parkı'ndaki yollarda lal olurduk biz.Ortaköy'den yürürdük geleceğimize doğru.Başımızda kavak olmasada bahar yelleri esiyordu.Apaydınlık semaya bahar gecesi çıkan nazlı yıldızımdın sen benim. Seni hep bahar kalır sanmıştım, yanılmışım. Ayrılıkta sevdaya dahilmiş ya,unutmuşum.Baharında sonu olduğunu kış gelince anlamışım.Şimdi baharsızım.

YEDİ DERVİŞLER (Nedim Gürsel)



Mevlana, Hacı Bektaş, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Merkez Efendi, Geyikli Baba ve Emir Sultan gibi Anadolu erenlerinin hikayelerini anlatıyor Nedim Gürsel. Belki çoğumuzun bildiği hikayeler ama onları izlerini sürerek takip etmek farklı bir tat bırakıyor insanda.

KONYADA SANRI:
İlk semayı Kuyumcular Çarşısında Şems'in hasretiyle yanarken, duyduduğu çekiç seslerine dalarak yapan Mevlana'nın öyküsü bu.Konya'da Celaleddin Rumi'nin türbesinin karşısındaki otelde kalan yazar hayali bir semayı aktarır bize;üveysi diye anılan,Mevlana'ya gerçeğe bilgi yoluyla değil,sevgi yoluyla ulaşmalarını öneren Tebrizli Şems'ten bahseder.Bizim hayran olduğumuz Mevlana'nın Şems'e nasıl meftun olduğunu anlatır.Şimdilerde adına kitap yazılan Kimya Hatun'un da adını anar 1-2 satırda.Bakkal dükkanından bir farkı bırakılmayan çilehaneleri gezer ve zevksizliğin doruğunda bir Mevlevilik anlayışını ıvır zıvır turistik eşyalara yansıtmaya çalışan din bezirganlarınada laf eder.


Bişnev ez ney çün hikayet miküned
Ez cüdaiha şikayet miküned
Duy şikayet etmede her an bu ney
Anlatır hep ayrılıklaradn bu ney

HACI BEKTAŞ'IN IŞIĞINDA:
Kızılırmağı takip ederek yörenin simgesi kavakların yavaşça salındığı bir sabah Hacıbektaş ilçesine gider yazar.Yolda rastladığı Ardıç ağacının ağzından Taptuk Emre'nin dergahında nasiplenen Yunus Emre'nin hikayesini anlatır . Bektaşilik ve başka dinlerin benzer yanlarından bahseder.Hacı Bektaş'ın güvercin görüntüsünde Türkmen elinden Anadolu'ya gelmesini bir başka tadla anlatır.Hacı Bektaş Külliyesinin mimarisi hakkında bilgi verip,Yedi Kulplu Kazan'ın ve Karadonlu Can Baba'nın hikayesinden bahseder.Hükümdarları Mevleviyken(bu konunun bahsi İsimle Ateş Arasında adlı kitapta bolca geçer) kendileri Bektaşi olan yeniçerileri de anmadan geçemez.Son postnişin torununun evinde "dem"lenmeden bitiremez Hacı Bektaş yolculuğunu.



Hararet nardadır,sacda değildir
Keramet hırkada ,Taçda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs'te,Mekke'de,Hac'da değildir.

BEYDAĞLARI'NDA BİR TEKKE :
Beydağlarını geçip Elmalı'nın Tekke Köyüne çıkılan yolculukta aranan kişi Abdal Musa'dır.Bektaşi meydanındaki 12 posttan 11. olan ayakçı makamının sahibi olan Abdal Musa'nın savaşlara tahta kılıç kuşanarak gittiğini anlatır.Abdal Musa'nın türbesinin karşısında ,evvel zamanda pirin yüzünü görünce yürüyen,o dur deyinece duran kıraç dağdan bahseder yazar.Her yıl haziran ayının ilk cumartesi-pazar günleri piri anma törenleri yapıldığını hatırlatır.


Berü gel nefsini bilmek dilersen
Nedir göstereyim haller içinde
Aşık olan kişi aşkın tadını
Bulamaz şükker-ü ballar içinde

KAYGUSUZ ABDAL'IN BAŞINDAN GEÇENLER:
Abdal Musa'ya mürit olup Gaybi ve Kaygusuz adlarını almadan önce,ata binen,sefa süren Alaattin adında bir bey oğludur Kaygusuz Abdal.Pire giden yol üzerindeki Alanya'dan ,oraya adını veren Alaeddin Keykubat'tan ve zamanının korkulan hükümdarının bir şölende oğlu tarafından zehirlenişinden bahseder .

Dağlarda gezen Alaattin'in nasıl olupta bir ceylanın peşine düştüğünü,ceylanı yaralayışını,bu ceylanın Abdal Musa'nın tekkesine girişini ve sonrasını gözlerinizin önünde an be an canlandırarak anlatır yazar.Bu olayın neden Bektaşi geleneğinin en güzel hikayelerinden bir olduğunu anlıyorsunuz bu anlatımla.Sanırım herkesin bildiği (bilmeyen olursa anlatırım :)uzun saplı kaşık hikayesinden,Kaygusuz Abdal'ın şathiye tarzındaki şiirlerinden ve bunların açıklamalarından (daha önceki incelemeleri ışığında) uzun uzun bahsetmiş yazar.Bu anlatıları yaparken yararlandığı Ahmet Yaşar Ocak'ın yapıtı Menakıbnameler dem vurur biraz ve Alanya'nın rengini çıkaramadığı deniziyle bitirir bu anlatıyı.

TARZAN,MERKEZ EFENDİ,SARUHAN BABA VE ŞEHZADELER KENTİ MANİSA:
Sipil Dağı ile yekvucut olan Manisa deyince ilk olarak Tarzan'dan ve Yusuf Atılgan'dan(Anayurt Oteli'nin girişinde tasvirlenen şehrin Manisa olduğunu ben bilmiyordum mesela) bahsediyor yazar.Sonra başlıyor Muhteşem Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ı iyileştirebilmek için Mesir macununu bulan Merkez Efendi'nin hikayesini anlatmaya.Sultan Camii'nin karşısında dönen bir heykeli olan Merkez Efendinin türbesinin İstanbul'da olduğunu da hatırlatıyor. Manisa'ya damgasını vuran ve halk tarafından evliya olarakta bilinen Saruhan Beyi'ne de değinmeden geçmiyor yazar.

GEYİKLİ BABA'NIN İZİNDE:
Adıyla müsemma bir derviş Geyik Baba.Geyiklerle konuşan bu pirden bugüne kalan tek hatıranın izini sürer ve şimdi hiçbir izi kalmamış Orhan Gazi'nin sarayının bahçesindeki ulu çınara varır yolu yazarın.Bursa'nın Babasultan köyündeki türbesine yaptığı ziyareti ve Tanpınar'ın "Beş Şehir" de Geyikli Baba'dan bahsedişini aktarır bize.

GECELEYİN BURSA'DA:
Yazar önce Somuncu Baba'dan(acaba fırıncılar bu ismi bilerek mi koyarlar fırınlarına ?) bahseder bu yazısında sonrada Emir Sultan'dan...Kitabın son satırlarını oluşturan Yıldırım Beyazıt ile Emir Sultan arasında geçen hikaye ise tam bir kıssadan hisse kıvamında...


Yeni şeyler öğrenmenin heyecanıyla bitirdim kitabı.Türü anlatı olarak geçmesine rağmen hem hikaye ,hem gezi hemde masal tadı buldum bu kitapta.114 sayfalık ,Anadolu'yu dolaşan ve dervişlerden bahdesen ,Mehmet Yaşin'in Konya gezisini anlattığı yazısında farkettiğim bu kitabın benim aklımda en her an yer edecek bölümünü;Mevlana'nın ilk semaya duruşunu paylaşmak istiyorum sizinle.




"Sems’in acisi tazeydi daha, aradan uzun yillar gecmesine ragmen yara kapanmamisti. Sag elini cuppesinin yakasina goturdu, kirpiklerini kisti. Bozkirda usuyen bir Rum abdalina benziyordu boyle. Onun kadar yalniz, garip, terk edilmis. Birden, icinden yukselen coskuya teslim olmus gibi sag omzunun ustune dustu basi. Ve oracikta kuyumcu dukkanindan gelen cekic seslerinin uyumlu tikirtisina kapilip yavastan donmeye basladi. Dondukce Sems’in acisi azaldi, ferahladi yuregi. Dondukce cekic sesleri cogaldi, orsun uzerinde altin varaklar incelip dumduz oldular. Ve onu boyle kendinden gecmis donerken goren dukkanin sahibi Selahaddin cosarak ciraklara daha hizli cekic sallamalarini buyurdu. Kendisi de disariya firlayip donmeye basladi. Ask kirgini Mevlana ile kuyumcu Selahaddin semada kucaklastilar. .."

22 Şubat 2008 Cuma

CENNETTTE KARŞILAŞACAĞINIZ BEŞ KİŞİ (Mitch Albom)


Eddie 83 yaşındadır ve ömrünün çok uzun bir süresini lunaparkta çalışarak geçirmiştir. Hikayenin başladığı ilk gün Eddie’nin doğum günüdür ve aynı zamanda o gün bir kaza sonucu ölmüştür.Ölümünün hemen ardından geçmiş doğum günü anılarıyla harmanlanmış cennet günlüğü başlıyor kısa zamanda. Cennette 5 kişiyle karşılaşacaktır.Bunlar ;çalıştığı lunaparkta çok küçükken gördüğünü anımsadığı “Mavi Adam”,savaşta komutası altında bulunduğu “Yüzbaşı”,hiç tanışmadığı ve çalıştığı lunaparka adını veren kadın “Ruby”, biricik karısı Marguerite ve Tala adındaki Orta Asyalı küçük bir kız çocuğudur. Bu beş kişinin ortak yanı Eddie’nin hayatının dönüm noktalarında bulunmalarıdır ve hepsinin Eddie’ye öğretecek bir dersinin bulunmasıdır.Tüm hikaye boyunca Eddie kaza sırasında kurtarmak için uğraştığı küçük kızın yaşayıp yaşamadığını merak ediyor ve kitabın sonuna kadar bunu bizde öğrenemiyoruz.

Yazarın çok satan “Öğretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları” kitabını çok önceden okumuştum, bu kitapta onun gibi çabuk okunabilecek “çıtır” tabir edilebilecek bir kitap.Kısa süreliğine duygusal bir boyuta taşınmak isteyenlere, fedakarlık,sevgi ve arayış adına zorlanmadan okunacak bir şeyler arayanlara tavsiye edebilirim.

“….Ölümünün yakın olduğunu bilseydi başka bir yere giderdi.Ama o, hepimizin yaptığı şeyi yaptı.Sanki dünyanın bütün günleri önündeymiş gibi her zamanki sıradan işlerine devam etti.”
Sahi ölümümüzün yakın olduğunu bari bilebilseydik....

21 Şubat 2008 Perşembe

AYNA GÖZLERİN

İhanetlerin en büyüğünü kendime yapan ben ;nasıl yüz bulup ta aynalara bakayım? İçimdeki yalancıyı gösteren gözlerle nasıl karşı karşıya geleyim?Belki de bu yüzden bakamam senin gözbebeklerine…İçimdeki Kabili görmenden değil,sende kendimi görmekten korkarım. Aynadır çünkü benliğime gözlerin yansıtır beni bana.
Sen korkmazsın dimi benim kadar aynalardan?Yansıtılmaması gereken gizlerin yoktu dimi senin?Bakma bana öyle,içimdekileri kuşlara serpiştirilen kırıntılar gibi dağıtma ortalığa lütfen.İstemiyorum artık ne aynaları nede ayna gibi gözlerini.Kendi ruhumdaki gizemi,aynanın sırla(rına) kaplanmışlığına üstün tutarken niye ihtiyacım olsun ki onlara…Özümdeki benden başka, benlere, bencilere dayanamazken aynalara nasıl dayanayım?İçime işlemiş lanet varken,aynaların getireceği uğursuzluk umurumda mı zannediyorsun,kır gitsin hepsini.Değil yedi yıllık uğursuzluk ,yedinin kerameti bile umurumda değil…Ve sonra gözlerini de al git buradan bir daha dönmemecesine..Ne sana ,ne benden öte beni gösteren gözlerine bakmak istemiyorum artık.Gözlerini değil ama kalbini kır da git buradan. Senden bana tek hatıra kırıkları kalbime batmış ayna gözlerin kalsın.Aynasızlığımla,yansımasızlığımla,sensizliğimle baş başa bırak beni.

18 Şubat 2008 Pazartesi

120


Sinema konusundaki tercihimi öncelikli olarak Türk filmlerine tanımak gibi bir alışkanlığım var benim.Eğer görsel açıdan sinemada izlenmesi gerekmiyorsa yada çok merak ettiğim bir film değilse evde seyretmek daha cazip geliyor yabancı filmleri.Bunlar göz önüne alınırsa cumartesi akşamı gidilebilecek tek film zaten "120" ydi.Fragmanları beni yanıltmadı.En sonunda konusu bakımından düzgün bir tarih filmi yapabildiler.Geçen sene ki kabadayı filmi Yandım Ali ile ne olduğunu hala çözemediğim Eve Giden Yol 1914 filmlerinden sonra bu konu bence iyi bir adım olmuş tarih konulu sinemamızda.

Murat Saraçoğlu ile Özhan Eren’in yönetmenliği yaptığı bu film Özhan Eren'in Sarıkamış'la ilgili yaptığı araştırmalar sırasında öğrendiği bir olayı konu alıyor.1915 senesinde Rus saldırısı ihtimali için sınıra taşınan tümene acil cephane yetiştirilmesi gerekir lakin Van'da bu işi yapacak ne araba vardır nede adam.Van'ın yaşları 12 ila 17 arasında değişen gençleri bu işe gönüllü olurlar, içlerinden 120 tanesi seçilir ve Musa Çavuş önderliğinde karlı dağlara gönderilirler.Cephane zor koşullar altında ulaştırılır fakat dönüş yolu çok daha meşakkatli olacaktır.

Filmin ilk yarısı fazla uzatılmış,çocuklarla ilgili bölüm ise birazcık kısa kesilmiş gibi geldi.Heyecan öğesi bana göre eksik kalmış olsada görsellik mükemmeldi. Filmde körü körüne milliyetçilik yapılmamakla beraber,Ermeni sorunuyla ilgili mesajdan uzak olaylara yer verilmiş.Senarya üzerinde azcık daha düşünülse mükemmel bir kahramanlık destanı yansıtılabilirdi beyazperdeye,keşke olsaydı.Oyuncular açısından baktığımda ;Özge Özberk, Cansel Elçin,Ahmet Uz ile Emin Olcay rollerini iyi oynamışlar.İki ayrı karakteri canlandıran Burak Sergen ise tek kelimeyle muhteşemdi.Oyunculuğuna hayran kaldım.Filmin genelinde olan müzik dışında dikkat çekici birşeyde çalınmadı kulağıma.

Filmi seyrederken içimden hoşgörüyle ilgili beyin fırtınası yapsamda(ki o sırada hoşgörüsüzlüğü savunan tarafım ağır basmıştı )çıkışta daha temkinli halime dönebildim.Bence izlenerek destek verilmesi gereken bir film.

Bu arada yazmazsam içimde kalacak;film öncesinde izletilen reklamlarda hem sinirim bozuldu hemde üzüldüm.Recep İvedik adındaki filmdeki sözlerin nasıl bu kadar insana komik geldiğine gerçekten şaşırıyorum.Galiba mizah denince cinsellikten ve argodan farklı birşey algılayan,zeka ürünü olması gerektiğine inanan çok az kişi var.Çok mu önyargılıyım bilmiyorum ama ben gözümüze gözümüze sokulan fragmanlardan bile rahatsız olmaya başladım. Uzun bir süre daha "Komedi Dükkanı"nın eski bölümlerini seyretmeye devam edeceğim sanırım:)

PORTOBELLO CADISI (Paulo Coelho)

Ve aşk aşktır.

Çevremizdeki insanları ne kadar tanıyoruz?Kendimizi ne kadar tanıma eğilimindeyiz?Yapmak istediğimiz şeyler için bedeller ödemeye hazır mıyız peki?Yada bedel ödemek gerekli midir?İşte bu kitabın insana düşündürttüğü sorulardan bazıları bunlar.Tamda yaşadığım küçük bir olay üzerine"Dışarıdan bu şekilde mi gözüküyorum?"diye düşünmeye başladığımda okumaya koyuldum kitabı.İyide denk geldi.
Kitabın asıl kahramanı,gerçek adı Şirin Halil olan ama genelde Athena adını kullanan bir kadın.Kim olduğunu ancak sonunda anlıyabildiğimiz kitabın anlatıcısı tarafından çeşitli kişilerle röportaj yapılarak Athena'nın hayatı anlatılmak istenmiş.Hayatının farklı bölümünü anlatan bu kişiler tarafından ortaya birbirinden farklı Athena'lar çıkmış.
Heron Ryan, 44 yaşında bir gazetecidir.Andrea McCaın, 32 yaşında tiyatro oyuncusudur.Deıdre O'Neıll, 37 yaşında bir doktordur.Lella Zeyneb,64 yaşında ve nümerologtur.Samira R. Halil,57 yaşındave ev kadınıdır.Lukas Jessen-Petersen ,32 yaşında ve mühendistir.Gıancarlo Fontana,72 yaşındadır ve pederdir.Pavel Podbıelskı,57 yaşındadır ve Athena'nın ev sahibidir.Peter Sherney 47 yaşındadır Athena'nın çalıştığı bankanın şube müdürüdür.
Nebil Aleyhi ise Dubai'de çöllerde yaşayan bedevidir.Voşo Buşalo 65yaşında, lokanta sahibi bir çingenedir.Liliana,terzidir ve Athena tarfından bulunmayı beklemektedir.Antoıne Locadour,74 yaşında tarihçidir.Tüm bu kişiler bir şekilde Athena'nın haytına girmiş ve kendi hayatları etkilenmiştir.
Şirin Halil Lübnan'lı zengin bir aile tarafından Romanya'daki bir yurttan evlatlık alınmıştır.Lübnan'da patlak veren savaş yüzünden ailesiyle beraber Londra'ya yerleşmiştir.Küçüklüğünden beri doğa üstü güçlerle iletişim kurduğunu söylemektedir.Dans ederek Tanrıya ulaştığını söyleyen bu genç kadının farklı kıtalarda geçen yaşam parçalarından sonra öğrendiklerini, başkalarına öğretebilmek için kendi hayatını ortaya koyuşu anlatılıyor kitapta.Bazıları tarafından misyoner bir tavır gibi gözükme riskine rağmen,suçlamalara aldırmadan hayatını dilediği gibi yaşayan ve karşılığında bedelini ödeyen bir kadının öyküsü bu.
*** En kusursuz cineyet budur;yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü,bunu hangi güdüyle yaptıklarını,suçluların nerde bulunacağını bilemeyiz.
***Anlattıklarını kayda alırken;hiçbir şeyin kesin olmadığını,her birinin nasıl algıladığına bağlı olduğunu gördüm.Kim olduğumuzu anlamanın en iyi yolu,çoğu zaman başkalarının bizi nasıl gördüğünü öğrenmektir.
***Aç mısın?Bir şeyler yermisin?
(Bu cümle sizin için bişey ifade etmeyebilir ama çok şey hatırlattı.Bu cümle bir anne tarafından çocuğuna söyleniyor.Hangileri olduğunu hatırlamıyorum ama tam olarak bu cümleye daha önce birçok kitapta rastladım.Ve eminimki şartlar,durum ne olursa olsun sizi gördüğünde ilk olarak bu soroyu soracak tek bir insan vardır dünyada:Anneniz...)
***Bulaşık yıkarken dua et.yıkanacaktabaklar olduğuna şükret;çünkü bu,yiyecek bir şeyler olduğunuı,birilerini doyurduğunu,birileriyle ilgilendiğini,yemek yapıp sofra kurduğunu gösterir.Oanda yıkayacak tek bir tabağı olamyan,sofra kuracağı hiç kimsesi olmayan milyonlarca insanı düşün.
(Sizi bilmem ama ben bu düşünce tarzını her hareketime yansıtmaya çalışırım. Şükür benim hayatımda önemli bir şeydir.)
***Evin içinde göz gezdirirken,"Söyle," dedi."Öğrenmek bir yığın kitabı raflara dizmek midir,yoksa artık işe yaramayan ne varsa hepsini bir yana bırakıp hafifleyerek yoluna devam etmek mi?
(Bu şekilde başlayan ve 2 sayfa boyunca kitapla ilgili görüşlerini sıralayan Athena sanki bana taş atıyormuş gibi geldi.Daha sonra Milliyet sanat'ta okuduğum bir yazı içimi rahatlattı rahatlatmasına ama yinede bu durum kitap fetişistliğimi örtbas etmeye yetmedi .Kim ne derse desin kitaplarımdan vazgeçmeye niyetim yok.Bu konuyu daha ayrıntılı konuşmak gerek aslında.)
***"Ona neden Aya Sofya diyorsun?"
"Benim fikrimdi.Aya Sofya,bir kitapta gördüğüm olağanüstü güzellikte bir caminin adı."
(Kasıt aramak gerekir mi bilmiyorum ama Aya Sofya 'nın adının yanında İstanbul'un yada Türkiye'nin adının geçmemesi bana garip geldi.En azından dipnot olarak belirtilmesi gerkirdi diye düşünüyorum.Sizce de daha uygun olma mıydı?)
***"Kötü olan insanın ağzına giren değil,ağzından çıkandır."
Alıntılarımın altına açıklama yapmadan duramadım ,çünkü alıntı olarak yazdığım herşeyin katıldığım bir görüş gibi düşünülmesini istemiyorum.Kitap hakkındaki genel düşüncem diğer Paulo Coelho kitaplarını beğendiyseniz bunuda beğeneceğiniz yolunda.Keyifli okumalar...

15 Şubat 2008 Cuma

BİR İNTİHAR GİBİ

Birazdan kudurur deniz...

Birazdan dalgaların sırtından,

Üst-üste fışkıran rüzgarlar;

Bir intikam gibi saldırınca üstüne;

Yüzüne şarkılar çarpar,

Yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın.


Sen artık buralarda duramazsın!..


Şiir:Yusuf Hayaloğlu

13 Şubat 2008 Çarşamba

ERKEKLERİN HİKAYELERİ (Derleme)


"Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle" üst başlığını taşıyan kitap anlaşıldığı üzere bir derleme yapıt.Daha önce okumadığım bir sürü yazarla tanışacağım için ağırdan alarak okumayı yeğledim.Kitabın başında öykü tadında bir önsözü var Murathan Mungan'ın..İşte onun ağzından kitabın kısa bir özeti:"Erkeklerin bağımsızlık merakları, serüven tutkuları, sevgi gereksinimleri, sahiplenme istekleri, bağlanma korkuları, toplumsal rolleri ve birlikteliğin tuzaklarından kalkarak çoğaltılabilecek nice durumun yarattığı iki cins arasındaki ezeli sorunlar içinde sıkışıp kalmış bu hikayeler toplu olarak okunduğunda başka bir boyut kazanıyor"

Kendini Öldürenler(Cesare Pavese/Egemen Berköz):
Yaşadığı kötü ilişkinin sonunda hissettiği acıları yeni ilişkisinden çıkaran bir adamın ve tek derdi bu adam tarafından sevilmek olan Carlotta'nın hikayesi bu.Carlotta'yı kendini temize çeken bir sünger olarak gören anlatıcıya kızmakla acımak arasında kaldım.

Madmazel Claude(Henry Miller/Sinan Fişek):
Madmazel Claude adlı hayat kadınını seven , ona acıyan adamın;nasıl olupta onun satıcısı konumuna geldiğini ve bu durumun yarattığı duyguları anlatıyor.

Sesler (Vladimir Nabokov/Seniha Akar):
Evli bir kadına aşık adamın,sevgilisiyle gittiği çay daveti üzerine kurulmuş bu hikaye seslerin eşliğinde oluşturulmuş.Konudan çok ses tasvirlerinin dikkatimi çektiğini söylemeliyim.

Meslek Seçimi (Bernard Malamud/Yasemin Güniz Sertel):
Karısı tarafından aldatılan Cronin'in tekrar üniversite öğretmenliğine başlaması ve öğrencileri arasında yaşça büyük olan Mary Lou ile yakınlaşması ile başlıyor hikaye.Mary Lou Cronin'den hoşlandığı ve ona güvendiği için dürüst olmak istiyor;geçmişinde yaşadığı kötü olayları bütün samimiyetiyle anlatıyor.Cronin anlatılanları kaldıramıyor ve aralarındaki ilişki bozuluyor.Mary Lou'yu herşeye rağmen kıskanan Cronin kızın hayatına girenlere bildiklerini anlatıp,kızın hayatını sekteye uğratıyor.Bu hikaye beni ikili ilişkilerdeki dürüstlük seviyesinin ne olması gerektiği;insanları geçmiş yaşamlarına göre yargılama kriterlerinin ne olduğu konusunda tekrar düşünmeye itti.

Merhem (John Cheever/Tomris Uyar):
Eşinin evi terketmesi üzerine,kendine yaptığı "kolay yaşam planı"na göre yaşamaya çalışan bir adam anlatılıyor.Hergün iş çıkışı aynı şeyleri yapan,gece uykusuzluğuna katlanmak için kitap okurken komşularından biri tarafından dikizlenen bu adamın öyküsü benim hoşuma gitti.Bu beğenide çevirinin anlaşılır ve düzgün yapılmasının payı olduğu gibi "Zaman her yaraya merhemdir" sözününde etkisi olduğunu düşünüyorum.
Kameriye (Raymond Carver/Zafer Aracagök):
Holly ve Duane adlarındaki çiftin başarısızlıklarını tartıştıkları ve birbirlerini suçladıkları sıradan bir hikaye bence.

Fazla Karıştırma (Alberto Moravia/Betül Parlak):
Kitapta beni en çok eğlendiren hikaye buydu diyebilirim.Karısına yapışık ikiz gibi yaşamayı adet edinmiş,pipirikli,sürekli konuşan,feminen huyları ağır basan,karşısındakinin duygularını anlamaktan bihaber bir adamın,karısının kendisini neden terkettiğini bulmak için yaptığı hesaplaşmaya tanık oluyorsunuz bu öyküde. Anlattıklarının sadece biri için bile bırakılabilecek bir adam olduğu halde kibirinin farkına varmadan kendini haklı görmesi mizahı yüksek bir hikaye çıkarmış ortaya.

Gün Boyu Gece Yarısı (Hanıf Kureishi/İlknur Özdemir):
Maria'nın gebeliği yüzünden eşinden,evinden ayrılan İan'ın işide savsaklaması sonucu ikilinin düştükleri çıkmazı ve bu çıkmazdan kurtulmanın yollarını aramalarını anlatan bu hikaye beni sıkmaktan başka bir etki yaratmadı üzerimde.

Benim Anlatışım (Truman Capote/Mehmet Fuat):
Yine komik bir hikaye...Karısı Marge ile evliliğini talihsizlik olarak niteleyen ama asıl talihsizliğin eşinin iki halasıyla aynı evde yaşamak olduğunu çok zaman geçmedem öğrenen bir erkeğin haklılık savaşını (kendi anlatışıyla!) ve bu savaş uğruna çıldırmasını okuyorsunuz.Sonunda kim haklı siz karar verin.
Buluşma (Charles Bukowski/Avi Pardo):
Hastaneden yeni çıkan çulsuz Harry ile işveli sevgilisi Madge'nin uzun süre sonraki ilk buluşmalarını anlatan,parasızda mutlu olunabileceğine !! dair bir öykü.. Bukowski'nin argo yüklü dili ilk defa okuyanlara fazla serbest gelebilir.

Laçen'le Hıdır'ın Öyküsü (Paul Bowles/Yurdanur Salman):
İki fakir arkadaşın gündelik yaşamlarına ve kızlarla olan ilişkilerini anlatan bir hikaye...

Araya Giren ( Jorge Luis Borges/Fatih Özgüven):
Herşeyi birlikte yapan,birbirlerine bağlı iki erkek kardeşin,varlığı sadece maddesel olarak anlamlandırılmış bir kadını hayatlarına soktuktan sonra başlarına gelenleri anlatıyor.

"Ağlamamak için kendilerini zor tutarak kucaklaştılar.Aralarında bir bağ daha vardı artık_acımasızca kurban ettikleri kadın ve onu unutmak için duydukları ortak istek."

Otostop Oyunu (Milan Kundera/Serdar Rifat Kırkoğlu):
Tatil için yola çıkan iki sevgilinin,yolculuklarını heyecanlandırmak için plansız olarak başladıkları otostop oyunu bu öykünün ana konusu.Olay kurgusu,konusu,betimlemeleri ile en çok beğendiğimhikayelerden biri oldu.Olduğumuz ile olmak istediğimiz,karşımızda gördüğümüz ile görmek istediğimiz kişi arasındaki farkların derinine inince insan ruhunun nasıl sallantılar geçirdiğine dair harika bir öykü bence.

Benzin İstasyonundaki Kadın (Bernhard Schlink/Ali Özdamar):
15-16 yaşından sonra ömrüne eşlik eden rüyayla yaşayan bir adam...Sakin ve rahat hayatlarıyla beraber kaybolan evlilik heyecanları kaybolan ve aşktan çok yaşamı birlikte sürdürme amacı taşıyan bir çift...2. Bahar havaında çıkılan bir gezi...Yeniden yakınlaşma evresinde,ömre sahip çıkan rüyanın gerçekleşmesi...Gerçek hayatla-rüya hayat arasında kalmanın verdiği şaşkınlık hissi içerisinde kendini yeniden oluşturmanın serüveni...Bence kitabın en güzel hikayelerinden biri.

"-Durur musun lütfen?
Karısı kenara yanaştı ve durdu.Şimdi diye düşündü,şimdi.
-Ben burada ineceğim.Seninle devam etmiyorum.Davranışımın çok tuhaf olduğunu biliyorum.Dahada iyi bilmem gerekirdi.Ama daha da iyi nasıl bilebilirdim,bunu da bilmiyorum.Yıkıntılar içinde doğrulmaya çalışıyoruz.Ben seninle yıkıntılar içinde doğrulmak istemiyorum.Sadece bir kere daha denemek istiyorum.
-Neyi?neyi denemek istiyorsun?
-Hayatı,aşkı,yeni bir başlangıcı,her şeyi işte."

.......Ertesi sabah denize yürüdü.Kumsalda yine sis vardı,gökyüzü ve deniz kurşuni;hava sıcak;nemli ve bunaltıcıydı.Sanki önünde daha çok zaman varmış duygusuna kapıldı."

Bir Aile Yemeği (Kazuo ishiguro/Haluk Erdemol):
Annesinin beklenmedik ölümünden sonra ülkesine dönen,genç bir erkeğin yemek öncesinde ve yemek sırasında babası ve kızkardeşiyle konuştuğu konular anlatılmış.Pişmanlıklar,farklı düşünceler,itiraflarve yazlmamış ama benim hissettiğim son karmaşık bir duygu seline kapılmama sebep oldu.Hikayedeki mekan betimlemeleri o kadar güzel verilmiş ki ayrıntılar gözümün önünden birer birer geçti.

Aydınlık Ve Temiz Bir Yer (Ernest Hemingway/Mehmet Harmancı):
2 Garsonun yaşlı ve sarhoş müşteri üzerinden başlattıkları konuşmayı konu edinmiş bu kısa öykü kitabın en sonuncusu.Erkek yalnızlığını net ve kısa bir biçimde aktarmayı başarmış.

Benim açımdan kitabın bana kazandırdığı en büyük artı yeni yazarlarla tanışma isteği uyandırması oldu.Kundera'ya ,Schlink'e ait başka şeyler okumak için sabırsızlanıyorum.



6 Şubat 2008 Çarşamba

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN (Hıfzı Topuz)


Adındanda anlaşıldığı üzere bu kitap Sabahattin Ali'nin romanı.Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında kurgulunan bu roman Sabahattin Ali'nin yaşantısını,amacını,aşklarını,ülküsünü,dönemin siyasal olaylarını,çeşitli yerlerde çıkmış yazılarını bize aktarıyor.Ölüme uzanan yolculuk adı altında Sabahattin Alinin ölümüyle başlıyor kitap.Hiçbir insana yakışmayan şekilde 41 yaşında öldürülen Sabahattin Ali giriştiği özgürlük,çağdaşlaşma savaşının bedelini bu katledilerek ödemiş.Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu kendisi çok daha iyi özetlemiş: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi". Sabahattin Ali kitapta anlatıldığı kadarıyla devrimciden ziyade bir sempatizan,yurdunun bağımsızlığını isteyen bir vatansever,Amerikan himayesine karşı çıkan bir bağımzılık sevdalısı,hiçbir siyasal örgüte ve partiye bağlı olmayan özgürlükçü bir insan.Çok uzun sürelerde olmasa da yattığı hapisliğin ruhuna çok şey eklediği ve çok şey alıp götürdüğü aşikardır.Zaten kitaplarının adını bile bilmeyen bir çok insan onu özellikle Sinop Cezaevinde yazdığı "Hapishane Şarkıları" ile tanımaz mı?İşte o şiirlerden bazıları:
Ey gönül kusa benzerdin
Kafesler sana dar gelir
Bir yerde durmaz gezerdin
Hapislik sana zor gelir

***********************
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma

************************
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa, leylim ley,
Seher yeli dagit beni kir beni, leylim ley
Götür tozlarimi burdan uzağa,leylim ley
Yarin çiplak ayagina sür beni,leylim ley, leylim ley, leylim ley

***********************
Avluda volta vururum
Kah duşünür otururum
Türlü hayaller görürüm
Geçmiyor günler geçmiyor
Dışarıda mevsim baharmış
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor

**********************
Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak olun benden uzak
Benim meskenim
Dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar...

Sabahattin Ali’nin Nâzım Hikmet’ten Bedri Rahmi Eyuboğlu, Orhan Veli,Pertev Naili Boratav,Behice Boran ve Asaf Halat Çelebi’ye; Sabiha Sertel’den Vâlâ Nurettin, Rasih Nuri İleri, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’a yayılan dostluklarına da değiniliyor kitapta. Kitap onu tanıyan biri tarafından yazıldığı için yanlı olma olasılığını zaten biliyorum ama ek okumalar yapılarak yakın tarihimiz hakkında çok şey öğrenilebileceği bir gerçek.Komünist yakıştırmalarını reddeden,devrimciden çok demokrasi isteyen bir romantik olan Sabahattin Ali’nin kitaplarını okuyup beğendiyseniz bu kitabı okumanızı öneririm.

4 Şubat 2008 Pazartesi

ACI KAHVE ( Agatha Christie )

Hercule Poirot ve arkadaşı Hastings Sir Claud Amory'in isteği üzerine Surrey'e giderler ama eve gittiklerinde geç kalmışlardır.Ünlü fizikçi öldürülmüş ve savunmada kullanılacak önemli formülü çalınmıştır.2 arkadaş evin içinde bulunan akraba,konuk ve hizmetçilerden kimin hırsız - katil olduğunu bulmaya çalışırlar.

Okuduğum 2. Agatha kitabı ama bunun bir farkı var;tiyatro eseri olarak yazılmış.Sanırım bu yüzden On küçük Zenci'deki kadar heyecanlanmadım. Karakter sayısı az olduğu için belkide 20 bölümlük kitaptaki katili 4. bölümde tahmin edebiliyorsunuz (yani ben ettim).Tiyatro sahnesinde canlandırıldığında daha anlamlı olacağı düşündüğüm kitabın zeki kurgusunu yabana atmamak gerek.Sağduyulu,zeki Poirot ve bence komik arkadaşı Hastings arasındaki diyaloglar da çok eğlenceliydi.

Polisiye türüne attığım küçük adımlar sanırım beni oldukça uzun bir yola yönlendirecek.Değişik birkaç isim belirledim ama sizinde polisiye önerilerinizi bekliyorum arkadaşlar.