23 Ağustos 2008 Cumartesi

GÖZÜM YAŞI TUNA SELİDİR ŞİMDİ (Selma Fındıklı)



Zaman:93 Harbi ve sonrası
Mekan:Saraybosna,İstanbul ve Hüdavendigar Vilayeti(Bursa Sancağı)


Adına son zamanlarda sık rastladığım yazarlardan biriydi Selma Fındıklı. Kitap isimlerindeki güzellik,Şeker kız'ın referansı okumam için bahane oldu.Kütüphanede daha yeni kitapları vardı ama "Elveda Rumeli" ile depreşen Balkan damarım, Tuna adını görünce bu kitapta karar kıldı.Adını bir türküden alan bu kitap,büyük felaketin habercisi olan savaşlardan birinde,93 Harbi'nde, insanlar tüm dertlerini unutup canlarının peşine düşmesini,göçü anlatır bize.Firuz Ağa ve aileside bunlardan sadece bir tanesidir.Gümüş Ustası olan Firuz Ağa,yönetimin Nemçe'lerin eline geçeceğini öğrenince Osmanlı sancağından başkasının altında yaşanmayacağını anlar ve ailesiyle beraber göç yoluna çıkar.Oğlu Ramiz,gelini Lamia,damadı Aliya,kızı Şefika tamam derde bu işe,büyük damat Mustafa bir türlü yanaşmaz gitmeye.Hazırlıkların devam ettiği bir gün Fatma kucağında kızı Meryem'le çıka gelir.Göçmeye yanaşmayan Mustafa,Fatma'yı boşamış ve 5 yaşındaki oğlu Murat'ı alıkoymuştur.Çaresiz baba ocağına dönen Fatma Murat'ını bırakarak çıkar göç yoluna.İstanbul'a geliş yolunda ;çekilen çileler,hissedilen korkular,yüreklerine çullanan vicdan azapları ve Fatma'nın gebeliği rahat bırakmaz onları.Zorlu bir yolculuktan sonra geldikleri Padişah Şehri ise hiçte düşledikleri gibi değildir.Fatma karnındaki bebeği,çoçuğu olmayan kardeşi Şefika'ya verir.Hasreti dinsin diye adını Murat koyarlar.Sonra beceriksiz ve pısırık oğlunu,düştüğü zevk çukurundan kurtarmak için Aliya'nın teklifiyle Bursa'ya bir daha yolculuk yaparlar.Aliya kuyumcu ustasıdır ve işini devam ettirir gittiği yerde .Oysa Ramiz Firuz Ağa'nın yüzünü utandırack kadar beceriksizdir her konuda.Firuz Ağa'nın torunları olur,onların evliliklerini ve çocuklarını görür.Ömrü; İstanbul'da yitirdiği karısının,haberini bile alamadığı biricik Murat'ının,kokusuna hasret kaldığı Saraybosna'nın,aynı düğünde kolo oynarken araya sokulan nifaklar yüzünden ayrı düştüğü kankardeşi Stanko'nun ve Ramiz'in genç yaşta ölen oğlu Salih'in yasını tutmakla geçer...


Geçmiş zamana dönüşlerin,hatırlamaların yapılarak,iki zamanla yazılmış bu roman,özelliklede Firuz Ağa karakterinin iç hesaplaşmalarıyla anı kitabından ayırt edilemeyecek kadar gerçekçiliğe bürünmüş.O kadar hoş ve samimi monologları var ki Firuz Ağa'nın,ben de kendimi çoğu yerde kendimle konuşur buldum.Bir babanın çoçuklarını korumak için harcadığı çaba,zorluklarla mücadelesi,bir arada tutmaya çalışırken içlerindeki sorunları farketmediği ailesiyle olan diyologları insanı duygulandıracak kadar sahici...Vatan özlemiyle,evlat hasretiyle yanmanın en açık anlatımı var bu kitapta.Tarihi dokunun yansıtılmasıda en az duyguların aktarımı kadar başarılı bence.Kitabın arka kapağında yazdığı gibi "Her satırı sevgiyle dokunmuş dramın,hüznün siyah beyaz fotoğrafıdır." bu kitap aslında.Eğer "Elveda Rumeli" dizisini beğendiyseniz,halkın tarihinden hoşlanıyorsanız bu kitabıda beğeneceksiniz.


***Yine de inanmak istemiyor gönlüm.Başımızda Mazhar paşa gibi nam salış bir devletli varken..Osmanlı gözzden çıkarmışsa bedeninden bir parçayı daha Paşa neylesin?Demek günü gelince ,o da tası tarağı toplayıp gidecek buralardan..Başka yerlerin yitirişlişine benzemez Bosna'nın elden gidişi...Belki Budun'e..Acısına dayanan yüreklerin üstüne türküler yaktığı Budin'e benzer ancak.(.syf8)


***Durup alıcı gözlerle bakıyorum yarı karanlığa gömülmüş kunt yapıya.Deryalar içinde deryayı bilmeden yaşayan mahilermişiz biz...Her sabah eğ başını git Çarşı'ya akşamoldu mu yaorgun adımlarını saya saya eve çık...Hangi köşesini gönül gözüyle gördüm doğup büyüdüğüm şu memleketein?Kaygım yojktu çünkü...Nasıl olsa bizimdi buralar.Kimse alamazdı elimizden. Serencam yeni başlıyor Firuz Ağa..(syf.15)


***Ölüm yalnız toprak altına girmekle olmuyormuş meğer.Öte dünyadan burayı gören bir pencere varsa eğer;daha nasıl yaşayabildiğime şaşıyor olmalısın İsmihan...(syf.86)
Zora düştükçe bedeninden bir parçayı daha kesip atıyorsun kan kokusu almış aç kurtların önüne...(Osmanlıya-syf.89)


***Benim okuduğum Sel Yayıncılığın baskısı her yerde tükenmiş.Daha sonradan Remzi kitapevinin çıkardığı baskının kapağı ise kitabın özeti gibi olmuş.Tebrikler.Birde bakmayın sayfa sayısının azlığına ,yazılar o kadar ufaktı ki ben bile! zorlandım...

***Kitapla ilgili hoş bir yazıda var burada.





Sel yayıncılık 142 sayfa.
1. baskı temmuz 1997

22 Ağustos 2008 Cuma

Ohhh! Yedim,rahatladım:)

REÇEL YEMEK İSTİYORUM...

İnsan iki hafta Bim'e turunç ve patlıcan reçeli gelecek diye bekler mi?Benim gibi bir deliyse bekler:)Sonunda kavuştum reçellerime.Gerçi Antalya'nın ev yapımlarına benzemez ama bulamayınca keçiye Abdurrahman Çelebi denmesi hikayesi benimkisi..Rahmetli anneannemin yaptığı gül reçellerinden sonra en çok sevdiğim reçel çeşidi oldu bunlar.Hakiki gül reçeli yemeyelide yıllar var zaten:( Ben önümüzdeki sene iyi bir ev hanımı olmaya karar veripte bu reçelleri kendimmi yapsam yoksa?Şöyle güzel birkaç tarif bulup denemek,en iyisinde karar kılmak lazım aslında.Elimede pek yakışmaz ama...Denemeye değer...Üstüme önlüğü takıp,elime kepçeyi alıp "Reçelci geldi hanımmmmmmm" diye bağırırken (niye bağırıyorsam!)düşünüyorumda kendimi ,çok komik olurum ben yahu..Olsun yinede denemeye değer:) Şimdi gece vakti insanın canı reçelli ekmek çekerse yazacağı yazıda bu kadar olur.Ev darmaduman(ama az kaldı) ve Serap bilgisayar başında reçelli ekmek düşleri kuruyor.Kalkıpta yiyeyim bari:)

21 Ağustos 2008 Perşembe

KARADENİZ'İ DİNLEMEK,BATAN GEMİNİN MALLARI,YOURED'E ÖZENEN SERAP

Yoruldum birazcık...Dinlenmeye çekildiğim şu saatlerde birkaç yorum yazıp,hızlıca okuduğum yazıları tekrar okuyorum...İki tane kadim dostun göndrediği şarkılara Şevval Sam'ı ve Fahir Atakoğlu'nu ekleyip dinliyorum dönüşümlü olarak.Bugün Gamze'me Şevval Sam'ın albümünü gönderirken aklıma bir olay geldi."Gülbeyaz" dizisinin bizi sarmaladığı dönemdi. Birgün Kartal'ın arka sokaklarındaki kasetçide (hala duruyor mu acaba?) "Gülbeyaz" adlı bir kaset görünce hemen atlamıştık üzerine.Sanmıştık ki dizide Şevval Sam'la Kazım Koyuncu'nun söylediği şarkılar var.Bir dinledik ki ne görelim;alakasız bir ses, alakasız alakasız şarkılar söylüyor.Ne üzülmüştük.Verilen paradan çok kursakta kalan heves üzmüştü herhalde bizi.Şimdi dinlediğim bu albüm o gün beklediğim albümdü...Yaşadığım,alıştığım ve sevdiğim coğrafyanında etkisi vardır belki ama ben gerçekten çok beğendim...

Bugün akşamüstü serinliğinden yararlanmak için dışarı çıktığımızda kapanan bir kitapçıya rastladım.Üzüldüm,gerçekten üzüldüm ama elden çıkartılan kitaplardanda almadan duramadım.Benim için batan gemi misali olan dükkana nedense pek rağbet eden farede yoktu aslında.Okumak istediğim ama ne zaman okuyacağımı bilemediğim kitaplar aldım.Orhan Pamuk'tan "Beyaz Kale" ve "Kara Kitap";Murathan Mungan'dan "Yedi Kapılı Kırk Oda" ve "Kadından Kentler";Irvın D.Yalom'dan "Divan";İhsan Oktay Anar'dan "Amat" ve son olarak daha önceden okuduğum ama kime kaptırdığımı bilmediğim "Semerkant" (Amin Maalouf) girdiler kitaplığıma...Yeni eve şart oldu güzel bir kitaplık...En kısa zamanda çizip vermek lazım projeyi marangoza...

Bende diyorum Youred nerelere kayboldu yine?Kaybolan o değil benim linklermiş.Eski linkleri değiştirmeyi unutunca, her seferinde eski (olmayan) bloglara bakıp söylenip durmam boşunaymış.Bende özendim ve aynı başlığı kullanıyorum.Varmı itirazı olan?:)

20 Ağustos 2008 Çarşamba

TAŞINIYORUM AMA GERÇEKTEN:)

Hani ben 2 yazı önce evimle ilgili bazı özlemlerden bahsetmiştim ya,bazıları gerçekleşti.Dün çadırdaki eşyaların birazını topladım,eve gelip onlarca makine çamaşır yıkadım,kuruttum, ütüledim.Küçük Yağmur'un cicilerini ayırdım.Bir sürü battaniye,halı ve yorgan yıkadım ayakcığazlarımla...Ve bügün öğlen eşim "Ben taşınmak istiyorum" diye telefon açtığında , devasa camlarımı silmeye başlayacaktım.Öğlen olmasına rağmen leşim çıkmış halde ev bakmaya gittik.Zaten gözüne kestirdiği iki ev varmış, birisini bende beğendim."Taşınalım mı?" dedi, "Taşınalım." dedim.Ve şu anda temizlikten vazgeçip evi toplamak için gelecek kolileri bekliyorum.

Aslında taşınmayı istiyordum ama bu kadar çabuk değil.Kışa kadar yavaş yavaş bir ev bakarım diye geçiyordu aklımdan.Şu anda oturduğum evde akrep! ve çeşit çeşit böcek görmeye başladım.İlaçlattık ama sağladığı fayda çok gözle görülür olmadı.Ev sahibimize arka balkonu kapattırmasını söyledik ama onunda pek işine gelmedi.

Sonunda Eylül Ilgın'ın daha büyük ve çok aydınlık bir odası,kayınvalidemin kendine ait bir odası,Eylül Ilgın'a alacağımız köpeği beslemek için küçükte olsa bir bahçemiz,parklardaki egzersiz aletlerine çok yakın,kızımın anaokulunun 10 dakika uzaklıkta ve kütüphanenin 2 sokak arkasında(yakında evi kütüphaneye taşıyacağım zaten:) bir evimiz oldu.Akşama odalardaki garip yeşil rengi değiştirmek için odaların yeni renklerine karar vereceğiz.Yarın boya yapılacak ve ben büyük olasılıkla haftasonunda evi taşıyacağım.Umarım kararını verdiğim kadar hızlı taşınabilirim.Gerçi hafta sonu çok önem verdiğimiz birinin oğlunun düğünü var ve eşim büyük olasılıkla düğün sahibinin sürekli yanında olacak.Olsun, bu taşınma işini tek başıma halledebilirim, en azından umuyorum.Evdeki tüm eşyaları nasılsa ben koliliyorum.Şirkette gelip eşyaları alacak ve yerine monte edecek.Evet ben bu işin üstesinden gelebilirim.

Şimdi bütün hayallerim yeni eve ve bahçesine yönelik...Eylül Ilgın odasının pembeye boyanmasını istiyor, bense yatak odamın beyaza..Çadır için aldığımız çardağı bahçeye kurup, fazla otları yolup kendimize hoş bir keyif mekanı yapmaya kararlıyım.Kızım da bir salıncak için şimdiden yer ayırdı kendine.Herşey iyi olacak:)

Şimdi;Şevval Sam'ın "KARADENİZ" albümünü dinlerken, gelen koliye kitaplarımı yerleştirmeye başlayacağım.Bana kolay gelsin:)

15 Ağustos 2008 Cuma

HER ŞEY SENİNLE (Halide Eşber)

Işılar açık kalsın.
Gördü herkes görmek istediğini.
Gidip dönmeyeceğim,bildiğiniz bir yer var mı?


Bugün kütüphaneye gitmeden önce dedimki kendi kendime:"Kütüphaneden aldıklarımı okumaktan,kendi aldıklarımı okumaya sıra gelmiyor,bugün sadece 1 tane Agatha C. kitabı alıp çıkıcağım." Hadi tahmin edin ne oldu? Tam 5 tane kitap seçtim,hiçbirini bırakmaya kıyamadım, kitap kaydı yapan stajer kız 15 gün için bu kadar kitabın fazla olduğunu düşünmüş olacakki "Hepsini mi alıyorsunuz?" diye tam 3 defa sordu.Küçük yerde oturmanın, memur olmanın ve kütüphane görevlileriyle sohbet etmenin en büyük faydası 15 günlük sürenin sizin için çok işlerliği olmaması galiba.Kendimle mi inatlaşıyorum anlamadım ama gözüm şimdi bile önümde üst üste sıralanmış duran kitaplarda:)

Yukarıda resmini gördüğünüz kitabın ne ismini duydum daha önceden, ne de yazarını tanırım.Elime almamın en büyük sebebi Selma Fındıklı'nın kitaplarından birinin yanında duruyor olmasıydı.Ama önce ismi,sonrada resmin üstündeki cümlesi çekti aldı beni."Her şey seninle....Başlar/biter/güzel/anlamlı/sadece seninle.....Sonuna ne kadar çok anlam yüklenebilecek bir cümle değil mi?

Hayattan istediğini alamamış bir kadının zamandan bağımsız hikayesi bu..Aşka aşık olan,zeki bir kadının hiçbir şey başaramamasının,direnmekle pes etmek arsındaki tutumunun,yenilen darbelerle sekteye uğrayan hayatının kısa bir özeti aslında.Çiğdem,çok erken yaşta aşık olduğu Sinan'dan yediği şiddetli darbeye rağmen ondan vazgeçemez ve zengin,yakışıklı Sinan'ın karısı olarak hayatta kendine bir yer ,sığınılacak bir bölge bulur.Eşin vurdumduymazlığı ve çapkınlıkları, çocuklarını yetiştirememenin verdiği sıkıntı,yarış halindeki bir kardeş,onu kendinden fazla ama uzaktan sevebilen bir aşık ,mükemmel bir anne,hasreti çekilen bir baba ve herşeyi bitiren bir çocukluk arkadaşı bir kadının hayatını ne kadar kolaylaştırırsa Çiğdem'in hayatıda o kadar kolay!Olayları tarihsel bir sıra izlemeden,bir kelimenin çağrıştırdıklarıyla anlatıyor yazar bize,neden böyle yaptğınıda en sonunda anlıyoruz .

Alfabenin tüm harflerine (bazılarına birden fazla) değinip ,bir kadının hayatını anlatmak gerçekten çok hoş olmuş.O kadar samimi yazılmış bir kitap ki okuduğum her ihanette benim kalbim yırtılıyor zannettim.O babaya her bakışta ben bakıyorum sandım.Belki okuduğum zamanki ruh haliminde çok etkisi olmuştur beğenimde çünkü özlemlerle dolu bir anıma denk geldi bu kitap.Şimdi o ruh halinden bağımsız bakıyorum aslında ve yinede diyorum,son zamanlarda okuduğum beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu.Herkesi bu kadar etkileyeceğini zannetmiyorum ama biliyorum ki Gamzem bu kitabı beğenecek:)Bu kitap,yazarın önceki yazdıklarına da referans oldu benim için...İçimden Halide Hanım'a bir email atmak geçti ama her zamanki gibi elim gitmedi.Belki diğer kitaplarınıda okuyup aynı etkiyi bulursam o kuvveti bulurum içimde de beğenimi ve içimde geçenleri anlatırım yazara...


ANNE:
Herşey seninle başladı aslında.Yani şimdi düşündüğümde öyle olduğu görülüyor.Belki de herkesin ki kendi annesiyle başlıyor.Belki değil,öyle.Herşey seninle...(syf.9)

ALZHEMER...

AŞK:
Ben kolay anlayan biriydim.Bir bakşın ne olduğunu,bir sözün ardındakini,bir hareketin sonrasını hep bilirdim.Bilirim...Bilirim...Ve bir zamanlar bana mutluluk,gurur,yaşama sevinci veren bu haller, beni artık hergün öldürüyor.Yalanlarla yaşamaktan,yalanları her gün anlayarak boyun eğmekten,yalanların beni ezip geçmesini,bir salak yerine koymasını,yok saymasını,bir hiçe dönüştürmesini yaşamaktan bıktım artık.(syf.16)

BEBEK:
Erken öğrenen bir çoçuğun geçtiği bütün yollardan hızla geçmiş,bitirebileceği bütün kitapları, sınıfları,okulları bitirmiş,erkenden hayatın kıyısına düşmüştüm.Annemin tüm ihtarlarına, ısrarlarına, yakın takiplerine rağmen büyümüştüm.(syf.18)
Ben hep çalıştım,öyle aldım bana ait olduğunu düşündüğümü.Hak etmediğim şeylere alışık değilim ben.Bunu bir gün söyledim onlara,dediler ki,"O yüzden ağlıyorsun işte,hak etmediğin için tüm bu olanları."(syf.19)

CAM:
İnsan bazen yalnız olabilmeli tabii.Kendine ait arkadaşlarla yaşama başka yerden bakabilmeli... O zaman tazelenip eski alışkanlıklara yeni kan taşıyabilir ve herşey daha güzel olabilir. Biliyorum...(syf.22)

Sen bir kötülüksün hayatıma kendimin ektiği,beslediği,büyütüp bugünlere getirdiği.(syf.23)

ÇAY...
ÇİÇEK...
DUT...
DOĞUMGÜNÜ...

EV:
Oğluma baktığımda içim sevgiyle doluyor.Herşey,bütün nedenler ve istekler yok oluyor.O hayat oluyor,anlam oluyor,yarın oluyor.Daha ne kadar sürer bilmiyorum ama hayat bu şimdilik... Yalnızca bu...(syf39)

Sevgi,bir hayatı yıkmak,yok etmek değil,başka birçok hayatı umutla başlatmaktır.Önce kendini,geçmişini,sana değer vereni anlamak ve ondan sonra yola koyulmaktır.(syf.40)

FAL...
GEMİ...

GECE:
Gençlik yıllarımı vererek çoğalttığım,biriktirdiğim bütün arkadaşlarım, çevrem, kitaplarım, dillerim eridi gitti zaman içinde.Önce okuyamaz oldum,sonra arayanlara yanıt veremez, isteyenlere zaman gösteremez oldum,kör oldum,sağır oldum,gitgide bir hiç oldum.(syf51)

GELİNLİK...
Ğ:
Kendimi alfabede anlamsızca duran ve hiçbir kelimenin onunla başlamaya tenezzül etmediği o harfe benzettim.Bu durumda,insan var olduğundan beri yazılanlar yeniden ve yeniden yazılacak.Ve okuyanlar her kelimeyi yeniden ve kendine göre yorumlayacak.Sanırım en iyisi hiç okumamak.Nasılsa geçip gidermiş hayat.Ne gerek var anlamlandırmaya...(syf.60)

HALI...
IŞIK:
Bense sana ait olan ve içinde herhalde gerekli(!) evrakların durduğu bir çanta gibi ama hiçbir zaman ne işe yaradığımı bilmeden el altında olması gereken bir varlıktım.Hep öyleydim....Syf.66)
Evler büyüdükçe,eşyalar çoğalıp değerlendikçe yalan bir kalabalık içinde kaybolmaya başladı ışık.Gözümün bebeğinde bile eskisi gibi parlamıyor artık.(syf.66)

ISPANAK...
İP:
Annem ağlıyormuş...Eve gelmişim büyük bir sessizliğin içinde annemin hıçkırıkları...Ne oldu anne? Önünde çamaşır sepeti,elinde çamaşır ipi..Ne oldu anne?Annem gözlerinde uzaklarla içime bakıyor."Yok bir şey bir tanem"diyor,"Yok bir şey.Şu ipi bir türlü geremedim balkonun kenarına ,gücüm yetmedi.Anladım ki bugüne kadar hiç ip germemişim.Gücümün bazı şeylere yetmeyeceğini hiç bilmemişim.Ya da ne bileyim,yaşlanıyorum belkide...ondan...moralim bozuldu biraz. Sarılmış annem bana,öpmüş beni. Anladım,babamı özlemiş... Öyle uzun uzun yüzüme baktı ki... "(syf.70)

İÇKİ...
JARTİYER:
Bazı konularda söylenecek hiçbir şey yoktur.Yaparsınız.Yaparsınız ve yaptığınızla kalırsınız.O zamana kadar alınan terbiyenin,ahlakın,yetiştirilişin ve eğitimin hiçbir anlamı yoktur.Can istemiş ve yapılmıştır.Geriye dönüş yoktur ve zaten geriye dönmek isteyen de yoktur.Ve söyleyenin yüreğinden,ellerine,diline dökülüp dudaklarından yıllardır içime sızdırdığı,ruhumda dolaşan,beni en çirkin anımda bulan o şarkının dizeleri gibi aynen:"Bir yanımız her duruma müsait..."

KABUS...

LALE:
Bahçe eldiveni,bahçe küreği ve daha birçok bahçe şeyi de alıp göndermiş Sinan.Ah ,canım ne düşünceli ,ne sevgi dolu,ne iyi bir adam.Ben?Ben?Ya ben?Ben hastalıklı,kokmayan ,bulaşmayan ama hep cerahat akıtan bir yarayım.Kimin için?Kimin için mi?Tabii sürüp giden hayat için.Her şey bu kadar doğru ve güzelken ben iflah olmaz bir açgözlüyüm.Doğruyu istiyorum çünkü...Yıllar önce yaptığım bir seçimin acısının çıktığını düşünmekten ve her gün ama her gün bir bedel ödemekten yoruldum.(syf.85)

LODOS...

LEKE...
MANTO...

NAR:
Dünyadaki birçok yoksunluktan biriydi eşini bulamamak.Benimkiyse görememekti.Ama bunu ancak şimdi söyleyebiliyorum.(syf.95)

O:
Bir yerlerde var olduğuna inandığım karşılık aramayan bir sevgisin sen..Hiçbir zaman bilemedim ve bilemeyeceğim neden bu kadar aç ve bu kadar muhtacım....Doldurmaya çalıştığım boşluklarımda satırlar, bilgiler,duygular çaresiz.Yansımıyorum,yaşamıyorum.Olsam da oluyor olmasam da... Gitgide anlamım yitiyor kendi gözümde.Diğerlerinde anlam dahi bulamıyorum... Binlerce yıldır yaşanan bir şehirde,yüzlerce yıldır yaşanan bir evde gelmiş geçmişlerden uzak, yalnızca seni duyuyorum.İhtiyacım var.Ne olduğunu,nasıl olduğunu bilmediğim,hep ama hep bir yerlerde var olduğuna inandığım...(syf.100)

OROSPU:
Sokağa çıkıp,bir yerlere gitmek istiyorum.Hiç tanımadığım insanlarla konuşmak,gülmek,biraz baştan çıkmak...Herkes neyi nerde nasıl yaşıyor öğrenmek istiyorum.Sonra saklananları hatta saklanmadan açık ve seçik yaşananları,doğruluk dürüstlük adınakayanları, kaydıranları... "Sarhoştum,çok içmiştim..."diyerek savuşturulanları.Ardında her an saplanacak dev bir hançerle dolaşmayı yaşamak sayanlardan olmak istiyorum.Neden başaramıyorum?
Kilitlenen ne içimde?Kim yaptı?Neden?Bir başıboşluk halinde koşup giden benliğim ve benim neye muhtaç?Bir içtenlik yüklü sarılış neden bu kadar zor artık?(syf.101)

ÖLÜM:
Binlerce düşünce geldi geçti.Hiçbirine dur diyemedim.Susturamadım.(syf.104)

ÖDÜL:
Hep olması gereken yerde bizi beklediğine inanadığımız için bir dış etken olmaksızın anımsamadığımız değerlerimiz gibiydi.(syf.106)

PAZEN PİJAMA...

REKLAM:
İnsan yaşı ilerlemeye başladığında birçok şeyi anlatabiliyor kendine,avunabiliyor,kendini bir şekilde kandırıp daha sakin ve huzurlu olmanın yollarını yaratabiliyor.Ama bir çocuk için bu imkansız.(syf.113)

Peki ben nerde hata yaptım?Sevme biçiminde mi? Farklı bir yerden baktığım belli ama oraya nasıl vardım?Hayat dediğin bunca çeşitli renkler sunarken herkese,neden gidip en koyusunu seçtim.Ya da neden karardı zamnla seçtiğim renk?Bana mı uygun değildi?Eğer öyleyse nasıl bulunur rengin,yolun,uyumun doğrusu.Amaaaaaan!Ne bileyim,hep sorular, sorular,sorular... Binlerce soru soruyorum kendime.Neydi?Doğru yanıtı bulmanın en önemli koşulu iyi dinlemekti.Peki ama bence bu sefer soru yanlış basılmış....Anlamak mümkün değil,çözmek mümkün değil..Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum ama düşünmemek mümkün değil.
Kafam allak bullak...Şu Kız Kulesi'ne doğru uçan kuşun kanadındaki en son tüye takılan bir toz parçası olsam.Hızının yarattığı rüzgara kapılıp buluta konsam,yağmur olsam,kopkoyu denize sızıp yok olsam.(syf.114)

SAKLAMBAÇ...

SERAMİK...

SARDUNYA...

ŞİİR:
Çünkü aşık olmuştum.Bütün olasılıklar yok olmuştu;mantık,düşünce,geri durma yok olmuştu. Aşka gelmiştim,aşka varmıştım.Her ne yaşta olursa olsun insanı deli edecek olan o baştan çıkarışa çok erken rastlamıştım.Aşık olmuştum.(Syf.126)

Beni uykudan uyandırır uyandırmaz
Dünyanın bütün huyları yüzünde
Ben bunlardan birini seviyorum en çok
Sana dair bir nar kesip uzatıyor ya doğa
Tutsam tanelerini
Sevincin gözyaşları derdim buna...

Edip Cansever

TELEFON...
UYKU:
Yapabileceğime inandıklarımı nerde kaybettim?Kim bana öğretti gidenin beklenmesi gerektiği,sevdiğine sıkı sıkı sarılmayı,kör,sağır,dilsiz olmayı?Yalnızlığımdan neden korktum bunca zamandır,arkadaşlarımdan neden koptum?Kitaplarım nerede?Hangi sorun ve soru var karşıma aldığım,ne zamandan beri bu kadar yüreksiz ve korkağım?Elimden alınanlar, benim verdiklerim olmasın?(syf.133)

Bir kucağın istenirse inanılmaz büyüklükte olabileceğini,bir gözün görmek istediğini görebileceğini ve isteklerden vazgeçmenin ya da saklayıp zamanını beklemenin kendi elimde olduğunu nasıl fark edemedim?(syf.134)

UMUT:
O benim.O bana ait ve kendimim.En azından bir gün başka biri olduğunu fark edip gidene kadar öyle olacak.Kucağımda tuttuğumda içime işleyen sıcaklık yaşamın ta kendisi olsa gerek.Ağlarken yeri göğü mü inletiyor,bana mı öyle geliyor? Nefes alışı değişse uyanıyorum,daha mızıldanmaya başlamadan süt veriyorum.Nasıl bir yaradılıştır bu böyle?Kokusuna doyamıyorum.(syf.135)
Galiba mutlulukta bu.Hızla geçip giden hayattan küçük parçalar koparmak.Herkes bu kadar şanslı olamıyor.(syf.138)

Düşüncelerimi mi okuyorsun sen anne?Hep yapıyorsun bunu!Nasıl olabilir ki bu?Bebeğim daha ağlamadan ağrıyan göğüslerim gibi...Hep bir adım önde olmak mı,gizli bir anlaşmada hep galip olan taraf mı,bunu bir yük gibi değilde doğal bir yaşam biçimi olduğunun farkına varmak mı?İnsanın annesi olması ne güzel..Senin gibisi....(syf.138)(Bu söz için bir ömür feda edilir.)

ÜÇ...

ÜZÜM...

VASİYET...

YALNIZLIK...

ZAMAN:
Ve ben ,hiç beklenmeyecek kadar çok değerini ve anlamını bilirmişim sahip olduklarımın!(syf.160)

ZEHRA...

ZZZZZZZ......


Doğan kitap/166 sayfa
1. basım-nisan 2005

12 Ağustos 2008 Salı

BİTMEYEN TATİL


Hani insanlar bilgisayarlarından uzaklaşmak için molalar verirler ya,ben bu aralar bilgisayarımla ve internetle haşır neşir olmak için mola vermek istiyorum.Günlerce kendimi eve kapatıp sadece internete takılmak istiyorum:)Okuduklarımı anlatmak;hayal kırıklığı,ölüm, mezarlık deyince aklıma gelenleri yazmak;çocukluk anıları kokan,baba olmayı anlatan,anneliğe dokunan,sevmeye ve sevmemeye dair birşeyler karalamak istiyorum.Sanırım ben evde olmayı özledim.En güzel şeylerin bile fazlasının yararlı olmadığını anladım ve tatil bitsin istiyorum. Evime gelip temizlik yapmak, herşeyi yıkamak,yeğen Yağmur'a gidecekleri hazırlamak,kızımla oturup resim yapmak,biriken filmlerimi(Ahhhhhhhh!) seyretmek, okumak,okumak, okumak, araştırmak istiyorum.Çok mu fazla şey istiyorum???

9 Ağustos 2008 Cumartesi

BENİM HÜZÜNLÜ OROSPULARIM(Gabrıel Garcia Marquez)


90.yaş gününü gören yaşlı bir gazeteci,bu özel günün anısına,genelev patroniçesi Rosa Cabarcas' dan bakire bir kız ister.Kısa bir sürede isteği gerçekleşen gazeteci,Cabarcas'ın bulduğu ve gerçek adını hiçbir zaman bilmediği 14 yaşındaki kıza çok farklı duygular beslemeye başlar ilk geceden.Daha önce hiçbir kadınla,karşılığını vermeden sevişmemiş olmakla övünen bu yaşlı adam küçük işçi kıza elini bile süremez,onun saflığına,duruluğuna,kendinde yarattığı hislere kapılarak gecelerini onu seyrederek geçirmeye başlar.

İspanyol bir romandan esinlenerek kızın adını "Delgadina" koyar ve onu gördüğü ilk andan itiberen hayatında oluşan değişikliklerin aşk olduğunu anlamaya başlar.Senelerdir gazeteki köşesinde yazdığı konular bile değişmiştir artık,bunların hepsi Delgadina'ya yazılan mektuplar şeklini alır.Yaşının ağırlığı bir yandan,geçmişinin anıları bir yandan bastırırken,genelevde yaşanan bir cinayet kızın ortadan kaybolmasına sebep olur ve bu olay tüm yaşamını altüst eder.

Bir çok kişinin konusunu farklı bulacağını düşündüğüm kitap için,bende ilk sayfalarda aynı şeyi düşünmüştüm.Günümüz tabiriyle azgın teke sedromuna yakalanamış bir erkek daha demiştim. İlerleyen sayfalarda konunun ilk defa aşık olan bir erkek ve yaşlılığını sorgulayan bir adam üzerinde dönmesi (ikiside aynı kişi) benim ahlaksal yargılarımın oluşturduğu duvarı aşmaya yetti.Önyargılarla elime aldığım kitaptan,aşka gülümseyen 90'lık bir adam tarafından yolcu edilmek hoşuma gitti.

Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ına hazırlık yaptığımı düşünmeye başladım bu kısa romanlarla. Kütüphanede bir kaç tane daha gördüm ve nedense Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumadan önce onların hepsini okumam gerekiyormuş gibi hissediyorum.Aslında bu konuda Marquezsever insan Ruh Dağı'nın bana önerebileceği taktiği uygulamakta akıllıca olurdu:)

Bu arada yaşlı insanların bulunduğu her kitapta Büyülü Dağ'ın adı geçiyor mu diye merak ettim."Leyla'nın Evi"nden sonra "Benim Hüzünlü Orospularım" da da bu adı duymak beni sürüklendiğim aşılmaz bir meraka iyice batırdı.Birde okuyan birilerinden referans alırsam tadından yenmeyecek herhalde.

***Ahlak da bir zaman sorunudur derdi,yüzünde hınzırca bir gülümsemeyle, görürüsün bak.(syf.9)

***Kendime göre bir ahlak anlayışım vardı.Ne sırlarımı paylaşmış,ne de bedenin yada ruhun yaşadığı bir serüveni başkalarına anlatmıştım,çünkü daha gençliğimden beri bu ikisinin de cazasız kalmayacağının farkındaydım.(syf.12)

***Bambaşka bir insan olup çıkmıştım.Delikanlılığımda bana yol göstermiş olan klasikleri yeniden okumaya çalıştım,ama onlara dayanamadım.Annem demir yumrukla bana zorla okutmauya çalıştığında karşı koyduğum romantik edebiyata gömülmüş,onun sayesinde,dünyayı harekete geçiren yenilmez gücün mutlu değil mutsuz aşklar olduğunun bilincine varmıştım.Müzik konusundaki zevklerim tam bir çıkmaza girdiğinde,kendimi geri kalmış ve yaşlanmış buldum,sonrada kalbimi bahtıma ne çıkarsa onun güzelliğine bıraktım.(syf.66)

***Aldırmayın,zararsız deliler olacakları önceden sezinlerler.(syf.67)

***Seks insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir.(syf.69)(tersi mümkün müdür?)

***Bütün dünyanın Fransızlardan daha fazla hayran olduğu Fransız yazar Saint Exupery'nin Küçük Prens'ini okumaya başladım kıza.Sonra okumaya Perrault'un Öyküleriyle(bkn.Kaz Anamın Öyküleri) Kutsal tarihle ve Binbir gece masallarının çocuklar için arındırılmış bir versiyonuyla devam ettik.(syf.76)

***Martın on beşi'ni okurken,yazarın Jül Sezar'a yakıştırdığı meşum bir cümleye rastlamıştım: İnsanın sonunda başkalarının sandığı gibi biri olmaması imkansız.(syf.93)

***Artık yaşlanıyorum"dedim ona."Yaşlandık bile"diye iç geçirdi o."Sorun şu ki ,insan öyle olduğunu kendi içinden hissetmiyor,ama dışarıdan bakınca herkes bunu görüyor."(syf.95)

***Sonrada büyük bir ciddiyetle ruhunu ortaya döktü."Aşık olarak düzüşme zevkini denemeden ölmeye kalkma sakın."(syf.96)

***Sonunda gerçek yaşam buydu işte,kalbim kurtulmuş,yüz yaşımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölmeye mahkum olmuştu.(syf.109)

&&&&&Can yayınlarının kitap kapaklarıyla olan saplantılı ilişkisini (yada benim onların kapaklarına olan takıntımı:) hiçbir zaman beğenmemiştim ama aynı resmi kullanarak nasıl bu kadar uzak durulur okuyucuya yavaş yavaş anlıyorum galiba.

Can Yayınevi /109 sayfa

1. basım 2005/12. basım 2005

İspanyolca aslından çeviren :İnci Kut

LEYLA'NIN EVİ (Ömer Zülfü Livaneli)


Ne zamandır kitaplarımı anlatamadığımı yazmak bile istemiyorum.Şükür ki bu yazma kabızlığı okumamaktan değil,fiziksel şartların yetersizliğinden ileri geliyor,malumunuz çadır hikayesi...Bu sabah İstanbul'dan döndüm,havanın kötü olmasını fırsat bilip eve attım kendimi.Kardeşim ve kızımla yaptığım ufak gezintiden sonra hazır onlar çizgi film seyretmeye dalmışken,bende bilgisayara yakınlaşayım dedim.Önceliğide çarşamba günü Bostancı otobüsünde yanıma oturan İstanbul hanımefendisinin hatrına"Leyla'nın Evi"ne verdim.

Abdullah Avni Paşa'dan kalan Bosnalı yalısında başlıyor hikaye,daha doğrusu önünde. Dedesinden kalan yalının müştemilat kısmında otururken,yalının yeni sahipleri Ömer -Necla Cevheroğlu tarafından uyduruk bir doktor raporu alınarak tapulu evinden çıkartılan Leyla o evin önünde beklemekte,hatta polis zoruyla kaldırılmaya çalışılmakta.Leyla bir eski zaman hanımefendisi,yalıdan çıkmadan büyümüş,kibar,kendi kendine yetmeyi öğrenmiş yalnız bir kadın...Eski komşu çocuklarından olan Yusuf,bu konuyu haber yapmak için gelince kaderine boyun eğip onunla hiç bilmediği bir semte,Cihangir'e gitmek zorunda kalır.Yusuf'un sevgilisi Hip-hop şarkıcısı Roxy tarafından küçümsenen,hiç hoş karşılanmayan kadına bir süre sonra eve gelen herkes hayranlık,saygı duymaya başlar.Roxy,gerçek adı olan Rukiye'den,Almanya'da yaptığı seks fotomodelliğinden,nefret ettiği ailesinden,uymak istemediği tüm toplumsal kurallardan kaçarken karşılaşır Yusuf'la...Roxy,Yusuf ve Leyla aynı evde yaşama(ma)nın yollarını düşünürken bu sefer Ali Yekta Bey girer romana.Bu kibar bey,Bosnalı yalısının yeni sahibi zengin bankacı Ömer Bey'in,uşaklık yapan babasıdır.Ve oğluna verdiği emeklerin karşılığı olarak yalıdaki en güzel odayı kendisine ayırmıştır,tabiki gelini Necla'nın kendisi için yaptığı planlardan habersizdir.

Roxy'nin Leyla'ya karşı olan tutumundaki yumuşama,Ali Yekta Bey'in Leyla ile karşılaşması, Yusuf'un annesinin geçirdiği evrimsel değişiklik!,Yusuf'un yardımını istediği milletvekili akrabası ile olan ilişkisi,Ömer Cevheroğlu'nun babası ve karısı arasında kalışı ve galibi belirleyen asıl neden,Leyla'nın babası ile ilgili öğrendiği gerçekler,romanın içinde ayrı tat alanları yaratmakla kalmamış ,okurken çevrenizdeki olaylarıda düşündürtecek kadar gerçekçi saptamalar yakalamıştır.Bu olayların toplamının soncunda eldeki bir cinayettir. Kimin tarafından ve neden işlendiğini ancak kitabın sonlarında anlayacağınız bu cinayet, kitaptaki tüm karakterlerin hayatını etkiler.

Başlıca karakterleri olmasakta içinde hepimizin bulunduğu bir roman olmuş...Okunması kolay, düşünmesi zevkli,öğrenmesi anlamlı bilgilerle donatılmış satırlar.Satırlar zihninize üşüşürken, aynı hücum borusunu gözleriniz görüntüler için çalıyor.Büyük olasılıkla filme çekileceği varsayılarak düşünüldüğü için mi yoksa olayların bize çok yabancı olmamasıyla mı ilgili tam olarak anlamadım ama her ayrıntısıyla aklınızda kalan mekanlar,olaylar var kitapta.

Benim için dikkat çekici ayrıntılarından ilki, Cihangir semtinin hikayesi ve bir oğlu ikbal için yetiştiripte tam amaca ulaşacakken kaybetmenin acı duygusunu ortaklaşa omuzlayan Hürrem Sultan ile Ali Yekta Bey arasındaki benzerlik oldu. Nice anlamlar ve hatıralar yüklenmiş, aşağıdaki resme benzer olduğunu hayal ettiğim manolya ağacının kesilişini ve bunun Leyla tarafından farkedilmesi ise yüreğimi sarsan olaylardan biri oldu.İnsanın anılarının şahidi kabul ettiği nesnelerin kaybolmasının ne demek olduğunu bende çok yakında öğrendiğim içindir belkide manolya ağacından bu kadar etkilenmem.



En sevdiğim yazarlardan biri olan Nazan Bekiroğlu'nun tez konusu olan NigarHanım'a, Teğmen Robert Whitaker'in Handan'a yolladığı aşk kokan pusulalarında rastlamak ise beni hayli şaşırttı.Birde Thomass Man'ın romanı Büyülü Dağ'a bir yerde daha rastlarsan okumak farz olacak diye düşünüyorum... (Sanki sırada bekleyen onlarca kitap yokmuş gibi:)Mülkiyet ve mülkiyeti işgal konularıyla ilgili ise aşağıda kısa bir bölümünü ayrıntıladığım ilginç düşünceler var.Ve tarihi yargılayamamızın en büyük sebebinin bugünkü kafalarımızla,ona yaklaşmaya çalıştığımız olduğunu belirten konuşmalar...

Sıcak yaz gününde(en azından belki sizin oralar öyledir) sıkılmadan okuyabileceğiniz,konusu itibariyle herkesi içine çekebilecek yapıya sahip bir kitap Leyla'nın Evi.Benden kitabı alıp okumak isteyen 4 kişi şimdiden sırya girdi:)Hem belkide filmi çekilirse romanla film arasındaki ayrıma sizde şahit olursunuz..


***Sana hep söyledim.Para mühimdir ama her şey demek değildir.O parayı asaletle,yerli yerinde,bir beyefendi gibi kullanmayı bilmek ve girdiğin her yerde hürmet telkin etmek şarttır.(syf.46)

***Şairlerin söylediği gibi,"Paris güzel bir salon,Londra güzel bir park,Berlin güzel bir kışla ama İstanbul güzel bir şehir"di.(syf.56)

***Herşey öylesine olağan,sıradan ve normal ki!İnsanın uykusunu getirecek kadar doğal.(syf.75)

*** Köyde müslümanlık,ölenlerin cenaze namazını kılmak,yaşlıların camiye gitmesi,bayram namazında herkesin buluşması,mevlitlerde akide şekeri dağıtılması gibi hayatın alışılmış parçalarından biriydi.Tarhana çorbası kaynatmak ile elham okumak arasında çok da fazla bir fark göremeden yetişmişti Cemile.İkisi de,bu dünyaya gözünü açtığından beri yapılan ve kendisine öğretilen işlerdi.(syf.91)(Hayatımın içine yıldız kaymadan önceki döneme ait anılarıma ne kadar benziyor)

***Ayrıca cinsel uyumlarında çok önemli bir yan daha vardı.O da Yusuf'un sevişme boyunca Roxy! ye ve onun bedenine gösterdiği saygıydı...Bundan önce yatmış olduğu Alman ve Türk erkekler onu hırpalıyor,seyrediyor,neredeyse ona bir şişme kadın muamelesi yapıyorlardı. Çünkü artık genç erkekler sevişmeyi geleneksel yollardan değil,her yerde bulunabilen porna filmlerden öğreniyorlardı...Porno,kadın ve erkek ilişkilerinin çarpıtıldığı son derece zalim bir alandı. Erkeklere hitap eden bu filmler kadın bedenini değersizleştiriyor;kadını zulmedilmesi, aşağılanması,kirletilmesi gereken ve erkeğin hizmetinde bir et parçası konumuna düşürüyordu... Oysa Yusuf,daha ilk geceden itibaren ona büyük saygıyla yaklaşmıştı.Eski usul denebilecek bir mahremiyet duygusu,aşk fısıltıları,yumuşak okşamalar ve en önemlisi saygı, saygı,saydı.Bir kadın olarak sevişmenin hem öncesinde hem sonrasında hissettiği yücelmişlik duygusu...
(syf95-96)

***Kimilerine göre Anadolu yakasının en güzel iki binasından biri Kuleli Askeri Lisesi ise ötekide Selimiye Kışlası'dır.(syf.115) (Benim oyum Kuleli'ye,hem çok güzel hemde bende özel bir anlamı var:)




***Roxy'ye göre insan türü,başka alanlarda olduğu gibi cinselliktede doğaya yabancılaşmaış,doğal güdüklerini yitirmişti.Hangi hayvan,bie başka hayvan çiftinin sevişmesini yada dişinin çıplak vücudunu seyretmek için para öderdi ki.Bu işe para kazanma hırsı bulaşınca,herşey ortalığa dökülmüş,insanların düş gücüne hiçbir yer bırakılmamıştı.Pornografik filmler neredeyse tıp fakültelerinde okutulan anotomi dresi gibi kadın vücudunda girilmedik nokta bırakmamıştı.
Bütün bunları Aşık Veysel'in "Aşk nedir?" sorusuna verdiği,"SEVERSİN,KAVUŞAMAZSIN,AŞK OLUR." cevabıyla karşılaştırınca ne kadar saçma geliyordu. Okulda okuttukları Goethe'nin romanındaki Genç Werthwr bu devirde olsa intihar etmeyi aklından bile geçirmez,porografik filmlerden edindiği deneyimleri,uğrayacağı ilk seks kulüpte uygulama yoluna giderdi.(syf.151)

***İngiltere gibi dünyanın geri kalanından denizle ayrılmış bir ülkenin insanları için,bu bölgelerde egemen olan ırklar,kültürler,diller,dinlerkarmaşasını ve şiddetini anlamak zordur.Ama Bennett,bunu bir mülk ve paylaşım kavgası olarak görmek gerektiğini söylüyor. Dünyanın geçit yoları üzerinde bulunan Osmanlı Devlet'nin sahip olduğu topraklarda çok kişinin gözü var.Bu yüzden önce Türkleri Balkanlar'dan ve Ortadoğu'dan korkunç bir katliamla attılar, sonra ülkelerini kaybetme korkusuna kapılan Türklerde Anadolu'da aynı işleri yaptılar.Sonuçta milyonlarca insan evinden barkından oldu ve bu evlere hep gelip başkaları oturdu.Şimdide biz Avrupalılar,İstanbul'u ve Anadolu'yu işgal ettik.Başımıza gelen bunca felaketi,öldürülen milyonlarca insanı,açlığı,sefaleti,bir mülk kavgası olarak görmek gerekir.(syf.172)

***Boğazı almak isteyenler sadece Dostoyeski de (Bkn.Bir yazarın günlüğü.YKY) değildi.Ne zaman yabancı kitapları karıştırsa,karşısına hemen İstanbul'u ve Boğaz'ı zaptetme istekleri çıkıyordu.Ne ilginç bir istekti bu böyle.Aynı zamanda Leyla için çok da tuhaftı.Çünkü bütün dünya,onun çocukluğunu geçirdiği,balık tuttuğu,geçen gemileri seyrettiği özel kıyısı,evinin önü için savaş veriyordu.Uykuya dalmadan önce'barınak meselesi' diye düşündü.'Kahrolası barınak meselesi,başımıza gelen acıların nedeni bu.'(syf.176)

***Son sözüm Leyla'nın evi Leyla'ya...(syf.270)


Remzi Kitapevi/270 sayfa
1.Basım mayıs 2006/3.basım mayıs 2006
Kapak resmi:SAkit Memmedov'un Yatmış Melek tablosu

2 Ağustos 2008 Cumartesi

GİDİYORUM.

Bu akşam İstanbul'a gidiyorum sonunda.Yanıma bir sürü kitap ve özlem aldım,nelerle geri dönerim artık bilmiyorum.Her yolculuk öncesinde olduğu gibi şimdiden karnım ağrımaya başladı.Kızımın özlemi şimdiden beni sardı.Sanırım asla herşeyi aynı anda elde edemeyeceğim. Neyse valizi toplayıp çadıra dönmem; kızımı biraz daha sevmem lazım:)