30 Aralık 2007 Pazar

JAGUAR GÜNEŞ ALTINDA (Italo Calvino)


Yazara ait okuduğum ilk kitap oldu Jaguar Güneş Altında…Son olmayacağı kesin.Okurken ‘o özel dünyaya’ çeken bir gücü var cümlelerinin.İyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.

Kitap 3 kısa öyküden oluşuyor,aslında toplamda 5 olup duyularımızı anlatacaklarmış ama yazarın ömrü vefa etmemiş.

1 .öykünün adı” AD,BURUN”. Sadece kokusunu duyduğu bir kadının ,parfümeri dükkanı aracılığıyla kim olduğunu bulmaya çalışan bir adamın öyküsü üzerinden koku alma duyusu irdeleniyor.Dilinde öyle bir sahicilik,kelimelerinde öyle bir kuvvet var ki parfümeride ki kadın her yeni kokudan bahsedişinde burnumun kanatlarının açıldığını ve beynimin algılamak için bir koku aradığını fark ettim.

JAGUAR GÜNEŞ ALTINDA tat alma duyusunu anlatılıyor.Yaptıkları Meksika gezisi sırasında yeni tatları,bunların oluşturulma sebebini ve sürecini sorgulayan bir çift eşlik ediyor bize. Olivia’nın tur
rehberini sorgulayarak ortaya çıkardığı,’kutsal tören‘ adı altındaki yamyamlık ziyafetleri ise midenizden çok beyninizi bulandırıyor.

KULAK KESİLMİŞ BİR KRAL adından da anlaşıldığı üzere işitme ile ilgili.Tahta yeni çıkan krala verilen öğütlerin toplamından daha fazlasını ifade ediyor öykü.Önce sesleri tanımayı,sonra sessizlikle anlaşmayı öğretiyor bize..

***İnsanlığın,uyanık saatlerinin büyük bölümünü özel bir dünyada geçiren kesimindenim.

***Okuma alışkanlığı yüzyıllar içinde Homo Sapiens’i(bilen İnsan)Homo Legens’e (okuyan İnsan) dönüştürdü ama bu Homo Legens’in eskisinden daha bilgili olduğu söylenemez.

HANDAN (Halide Edip Adıvar)


Siyah Süt'te Halide Edip Adıvar'dan da bahsediyor Elif Şafak.Nerdeyse 100 yıl önce ülkemde yaşayan kadın hikayelerini okumak,hemde bunu yeni cumhuriyette milletvekilliği yapmış bir kadının kaleminden okumak bana çok cazip geldi.
Beden ve beyin arasında seçim yapmaya zorlanan kadının varoluş çabasını anlatıyor kitap.Bir tarafta kocasına itaattkar,uysal ve saf Neriman, diğer tarafta bilgili,öğrenmeye hevesli,kendi başına durmayı beceren Handan...Kendisine bağımlı eşinden vazgeçemeyen ama eksik kalan maneviyatını Handan'la tamamlayan Refik Cemal...Bu üçlünün hayatlarına yorumlarıyla katkıda bulunan Server...Handan'ı kadınlığına sahip çıkamamakla suçlayan ve onu aldatan kocası Hüsnü Paşa...Sevgisinin sebebini yanlış anlattığı için Handan tarfından reddedilen zavallı Nazım...Ve mektuplarla oluşturulmuş bir roman...
Kitabı okurken yazıldığı (1912) devrin şartlarını aklınızdan çıkartmazsanız,yazarın ne kadar güçlü ve şimdiye kadar alışılmışın dışında kadın karakterleri kullandığını farkedersiniz.Evindeki kafesli camların dışına çıkmayı becerebilmiş, bilgili, düşünmeyi hak sayan,batılı eğitimle büyümüş,yabancı dil bilen kadınlar...



Özellikle Handan'ın sevgisini ve tutkusundaki şiddeti gösterebilmek için ruhunun içine kadar girer yazar.Okurken beni oldukça etkileyen ruh sarsıntıları yaşatır Handan'a..Halide Edip'in Handan'a otobiyografik öğeler yüklediği yönünde söylentiler ise bir çok kaynakta belirtiliyor ve kitapta Handan'ı anlatan bakışlar sanki yukarıdaki resimle aynıymış hissine kapılıyorsunuz.
Benim okuduğum kitap 1963 basımıydı.İçindeki Osmanlıca kelimelere rağmen akıcılığını kaybettirmedi,eğer yeni basımı okunursa daha bile iyi olacağı kanısındayım.


Handan'ın içinde kopan fırtınanın özeti :
"Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en mel’un çehresi Yehuda’ya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir simasını, efendisini birkaç dinar için sattı ise ben de dünyanın beni en çok sevmiş bir ruhunu, o ruhun hududu olmayan emniyetini, muhitini sattım, dünyada en çok sevdiği bir şeyin kalbini ondan çaldım.Gerçi çalmak için birşey yapmadım;kalbimde o kadar zaman gizlenen rabıtayı hiç belli etmedim.Fakat sevdim.ben neriman'ın kocasını sevdim.Kardeşimin kocasını sevdim!Ve bunları düşünürken ruhumda ebedi bir kesel var.Kendi fenalığımın hudutsuzluğu, mülevvesliği karşısında aczinden hiç olan bir ruhun füturu,keseli var.
Yehuda,İsayı sattığı paraları,feda ettiği ilahi şeyin pahası diye nasıl iğrenerek iade ettiyse ve kendini asdıysa,ben de bu büyük habis hiyanetin temin ettiği aşkı fırlatıp bir köşede gebermek istiyorum."

29 Aralık 2007 Cumartesi

TANİOS KAYASI (Amin Maalouf)


Severim Amin Maalouf okumayı,hem yakın hem uzak bir kültürün içinden gelen insanları anlatır bana.Kütüphanede gözüme girercesine önüme çıkınca almamazlık edemedim.

Tanios Kayası ;Mısır valisi Mehmet Ali Paşa zamanında,Emirlikler altında bulunan bir dağ köyünde geçiyor.Her köyün başındaki şeyh gibi Tanios'un köyündeki şeyhinde uçkuru gevşektir biraz.Köyün bütün hoş hatunlarıyla birlikte olmaktadır.Tanios'un annesi Lamia ise köyün en güzel kadınıdır.Verilen bilgiler ışığında hikayenin gerisini tahmin etmek pek zor değil aslında.Arada bir sürü olaylar olur,onları anlatırsam sizin kitabı okumanıza gerek kalmayacağı için onlardan bahsetmiyorum.Maalouf bu romanında da tarihten ayrılmıyor ve temellerini gerçek bir hikayeye dayandırıyor. Öykünün geçtiği tarihin olaylarını da okuyucuya aktarmayı unutmuyor.
Bu kitapta Amin Maalouf kitabı okuduğunuzu anlıyorsunuz ama diğer kitaplarını okuduydanız eksik birşeyler olduğunu hissediyorsunuz.Ne mükemmel denilecek kadar güzel bir kitap ne de yerin dibine batırılacak kadar kötü.. Benim aklım Tanios'un kıbrıs macerasında ve portakallı kızda kaldı mesela;sanki hikeye o güzergahta devam etseydi ben daha çok tatmin olurdum gibi hissettim .Tabi henüz okuyucunun isteğine göre final projesi olmadığından mecbur kitabın sonundakini okudum:)Vaktiniz varsa okuyun derim..Yüzüncü Ad ve Semerkant'ın yanında sönük kalıyor ama hiç Amin Maalouf okumadıysanız başlangıç kitabı olabilir .Belki profilinde görüp aklıma takılan kitap için Enes daha farklı şeyler söyler:)

Bu arada kitap Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü kazanmış.Bu ödül Fransa'nın en önemli edebiyat ödüllerinden olup, 2006'da 100. kez sahibini bulmuş ve bir yazara birden fazla kez verilmiyormuş.


***...Yani doyumsuzdu ama ince eleyip sık dokurdu.Bu nedenle, bir çok kadın,onun tarafından fark edilmek isterdi,bu en azından kendilerinden emin olmalarını sağlardı.daha sonra kendilerini teslim edip etmemek onlara kalmış bir iş olurdu.Aslında bu tehlikeli bir oyundu,ama güzelliklerinin doruğunda iken,solamadan önce,baştan çıkartma cazibesinden vazgeçebilirler miydi?
***Ama yinede güzelliklerini gizlemeyen kadınlar vardı.belki de yaradan ,bu güzelliklerin saklanmasını istemezdi.
***Şeyh,gerios'un gururunu okşamak istedikçe,ona Hoca diye seslenirdi,bu Türkçe ve Farsça bir sözcüktü ve Dağ'da,tarlada çalışmayan,okuma yazması olan,talihlilere öyle denirdi.
***Bilge adamın sözü,aydınlıkta dökülen su gibidir.Ama insanlar her çağda,en karanlık inlerden fışkıran suları içmeyi yeğlemişlerdir.
***Yürekten istediğin bir dileğin varsa,Tanrı'dan onu yerine getirmesini için yalvarırsın.Ama Bu işi nasıl yapacağını emredemezsin.

28 Aralık 2007 Cuma

KESİNTİ

Pazartesi gününden bu yana telefonum ,dolayısıyla adsl bağlantım kesik...Alt kattaki komşunun adsl'si ni bağlarken benimkini bozmuşlar ve telekomcu, elektrikçi arkadaşlara bu basit arızayı yaptırmak 5 gün sürdü.Bu arada bir sürü kitap okudum,film seyrettim.Uykuma yenilmezsem bu geceden başlayarak eklemeyi düşünüyorum ve tüm telekoma olan gıcıklığımın günden güne arttığını farkediyorum.
STOP...

16 Aralık 2007 Pazar

SİYAH SÜT(Elif Şafak)



Kitabı elime almadan bir bölümünü okumuş gibiydim çünkü gazetelerde çıkan tüm yazıları takipteydim.Okumadan önce kendi kendime biraz telkinde bulundum "Bu kitaptaki yazar tanıdığım yazar olamayabilir,sakın kırılma" diye.Doğum sonrası depresyonu yaşayan biri olarak okudum tüm yazdıklarını ve kitabı anne olanlar ve olmayanların farklı algılayacağına karar verdim.Anne olmayanlar sevdikleri yazarın nasıl böyle bir kitap yazadığına şaşırırken,anne olanlar anne olma sürecini samimi olarak paylaşan (yazan değil) bu yazarı ve kitabı bağırlarına basacaklardır yani en azından benim çevremde, gözlemlediğim kişilerde bu oluştu.


Derin iç gözlemlere girmesede "Pratik Akıl Hanım", "Sinik Entel Hanım", "Anaç Sütlaç Hanım", "Can Derviş Hanım", "Saten Şevket Hanım" ,"Hırs Nefs Hanım" ın üyeliklerinden oluşan "içimden sesler korosu" kitap boyu bize eşlik ediyor.Hem yazarın hem bizim kafamızı karıştırıyor.


Siyah Süt, yazarın anne olma serüvenine dair bir paylaşım gibi görülsede ; Virginia Wolf, Pearl Buck, Muriel Spark, Sylvia Plath, Toni Morrison, Fatma Aliye, George Sand, Sevgi Soysal, Lilian Helman, Iris Murdock, Ayn Rand,Halide Edip Adıvar,Doris Lessing,Zelda Sayre Fitzgerald gibi erkek egemen edebiyat dünyasında var olma savaşı veren kadın yazarların öykülerinide anlatıyor bize.Gerçi bu öyküler biraz bilgi verir tarzda ve kitaba yedirilememiş gibi duruyor ama sıkmıyor sadece eksik kalmış hissi uyandırıyor.


Shakespeare ve Fuzuli'nin hayali kızkardeşleriyle yapılan varsayımları;postnatal oranını belirlemek için kullanılan testi ise lüzumsuz bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.Birde kitabın üstündeki yazının siyah boyaları elimde kaldı ve süt yazısı nerdeyse silindi,çok sinir oldum.


***İstanbul'da bir sevdiğin varsa,üstüne üstlük bir de İstanbul'u seviyorsan eğer,ne kadar uzağa gidersen git ve nasıl bir hızla,gene de kurulamazsın bu şehirle cebelleşmekten rüyalarında.

***Cinsiyet temelli ikilemlerin bu kadar kanıksandığı ve "normalleştirildiği" bir ortamda ,masıl ayırt edeceğiz hakikaten neyin "normal" ve "doğal" olduğunu.
***Oscar Wilde,"Erkekler yorulunca evlenirler.Kadınlar ise meraktan evlenirler.Sonunda her iki taraf da hayal kırıklığına uğrar" demişti.

***Ölmeden önce ölenler var ya,işte onlar küçük harfle aşktan büyük harfle AŞK'a geçerler.

***Bir yandan çocuğunu baskısız,özgür yetiştirmem gerektiğini söyleyen bilincim...Bir yandan ataerkil bir toplumda kız çocuğu büyütmenin kuralları,sınırları...Sen istediğin kadar özgürlükçü ol,toplum aynı fikirde değilse nasıl denge.Nasıl ulaşacağım o senteze?
***Çünkü ne kadr girift olursa olsun her dehlizin bir çıkışı var...Ummadığın kadar yakında bir yerde seni bekleyen...Oraya doğru yürümek tek yapman gereken...
***Oysa hepsi bendim.Hepsi benim.Hataları ve sevapları,eksiklikleri ve meziyetleriyle.Ve şimdi anlıyorum ki içimden Sesler Korosu ancak yan yana olduklarında,bir aradalıklarında anlam taşıyorlar.

12 Aralık 2007 Çarşamba

TUTUNAMAYANLARI TUTAMADIM.

Bugün tek kelimeyle çenem düştü ve etrafımda konuşabileceğim tek allahın kulu yok.O sebepledir ki aynı günde 3. yazıyı yazıyorum:)

Yanımda Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" ı var.Suçlarsacasına bakıyor bana,biliyorum beceremedim ama söz tekrar deneyeceğim.Kütüphanedeki kibar amca kitabın getiriliş tarihine 13/12/2007 yazınca bu işte hayır var dedim.İlk defa Oğuz Atay okumaya yelteniyorum ve kitap bana onun ölüm yıldönümüne kadar bitir deniliyor.Yazık kendimi aldatmışım,ben daha onu okumaya hazır değilmişim.Nedensiz bir savaş açtım kitapla aramda,onu okumak için ne kadar çok istek varsa içimde o kadar uzaklaştım ondan.Sanırım biraz ön araştırma yapmam ve 31. 13 aralıkta karşısına dikilmem lazım kitabın.
Şimdilik zamana bırakıyorum tutunamayanları...Ve bugün kütüphaneye teslim edip kitabı,kitabından önce oğuz atay'ı okuyacağım.
Oh,rahatladım galiba...

CENNETİ BEKLERKEN


Osmanlı,minyatür,bozkırlar,aynalar,rüyalar , Serhat Tutumluer'in oyunculuğu ve Derviş Zaim'in yaptıkları ilginizi çekiyorsa muhakkak seyredin.Evlat acısıyla kıvranan bir nakkaş baba,tahtını kaptırmamak için uğraşan bir padişah, tecavüzden ve ölümden korkan bir Leyla...Nakkaş ki zamanının kabiliyetlisidir ve o yüzden bu göreve memur ve mecbur edilmiştir.Düzmece (?) şehzade Danyal'ın sureti tasvir edilecektir idamdan önce ve görevinde yanlış yapmaması için kalfası rehin alınacaktır.Çıkılan yolculukta aslında köle olan,kafilesi dağıtılmış Leyla'ya rastlanır ve şarka doğru yolculuğa o da katılır.Saldırılar, hainlikler,itaatsizlikler yaşanır yol buyunca.Bundan sonrası Danyal'ın ve nakkaş Eflatun arasındadır ve Eflatun'un korumak için erkek kılığına soktuğu Leyla'nın sağ kalma çabalarını anlatır.Görsel açıdan yaşadığım tatmin,filmin müziklerindeki başarıyla pekişti. Animasyon bile olsa İstanbul'un eski halini görmek beni heyecanlandırdı.At koşturulan bozkırlar ve aniden değilde süzülerek giden kamera çekimleri gerçekten çok güzeldi.Filmle bütünleşen,konuya hakimiyeti bozmayan minyatür tasvirlerinin,ayna oyunlarının gördüğümüzden daha fazla şeyi anlattığına eminim.
Filmin sonlarına doğru Danyal'ın ortaya çıkardığı kafir resmini daha önce bir yerde gördüğüme emin olarak araştırmaya başladım.Aşağıda bulunan İspanyol ressam Diego Velazquez’in (1599–1660) "Las Meninas" isimli tablosu çıktı önüme.Filmde Danyal'ın rüyasının tasviri olarak lanse edilen bu tablo(kişiler değiştirilmiş olarak) rüya/ayna sürecinde filmin ana konusudur bence ve hem tabloların hem de Derviş zaim'in anlatmak istediği şey aynıdır.Keşke filmdeki tabloyu bulabilsem de ne demek istediğimi daha net anlatabilsem.


Filmin konusu gereği yaşanan duraksamalar da sıkılmak yerine düşünmeye zaman veriyor.Ben izledikten sonra filmde görülen; dallarını yeşil nehire sarkıtmış ağacın(söğüt mü o?) altında huzurla yüzen ördek olmak istedim:)Bir kez daha film müziklerinin ne kadar önemli olduğunu anladım.
Filmde hoşuma giden üç cümle:
  • Cihana hem adalet, hem güzellik lâzımdır.
  • Resim hem yapanın, hem bakanındır
  • Halklara her zaman fetih gerekmez. Onların rüyaya da ihtiyacı vardır.
**Las Meninas ve Aynalar:
Belirli bir nesne değil tiyatro sahnelerinde olduğu gibi dekor ve olayın geçtiği mekan da önem kazandığı için bu mekanın tespiti ve spasın teşkilinde ayna önemli bir optik araç olarak görüntüyü kurgulamak ve optik açılımlar yapmak için kullanılır olmuştur. Mekanın tespiti kadar, oluşan görüntünün boyutlarını ve olayın dinamiğini belirlemede, mekanın oluşumunu sağlamada , görüntüyü yakalamada aynadan yansıyan oluşum ön plana çıkmıştır. Görünüm yapay olarak algılanırken, aynadan yansır. Doğal olan görüntü doğallığını aşar. Anlamsal olan dışarı taşar.
Las Meninas’ta arkadaki ayna kadar sanatçının konuyu tespit etmekte ve espası teşkil etmekte kullandığı bir başka aynanın mevcudiyeti de hissedilmektedir. Muhtemelen bu ayna arkadaki aynaya görüntüsü yansıyan Kral ve Kraliçenin yanında ve ana eksene göre sapmalı bir görüntü verecek şekilde yerleştirilmiş olmalıdır. Bu durumun en güzel kanıtı tablonun arkasındaki duvar üzerindeki perspektif odaktaki sapmalardan algılamaktadır.
Bu noktada aynalar dışında dikkat çekici bir başka öğe olan tuvalin de salonun ana eksenini oluşturduğu tavandaki avize çengellerinden anlaşılan ana eksene dik açıyla değil belirli bir eğimle yerleştirilmiş olduğu belli olmaktadır.
Ayna genel niteliği itibariyle ikonolojik açıdan önemli bir sembolik işleve sahip olup ideolojik açıdan da önemli bir göstergedir. Belirli bir anlamda hayatın geçiciliği ve aldanışı temsil eden ayna , aynı zamanda ilahi lan ve Tanrı Esini’nin dışa vurum aracı olarak algılanmakta ve politik açıdan da Basiret, Gerçeklik ve Erdem sembolü olarak kullanılmış bulunmaktadır.
(alıntı)

SOBELENDİM

Tek kelimeyle sabahın körü,hani sokak lambalarının sönmediği,kargaların daha kahvaltı etmediği saatteyim ve sobelenmişim berrin tarafından:)
Başlıyoruz efendim..1-2-3 ve 4....tatammmmm...

BEN KÜÇÜKKEN; o kadar mutlu bir çocuktum ki anlatamam.Önünden demiryolu geçen ,bahçesinde kocaman vişne,zerdali,erik,ayva,elma, kiraz ağaçları olan ;rengarenk çiçeklerle(özelliklede her renkten güllerle) bezeli; hindili,kedili ,tavuklu ve tospalı bir evde büyüdüm.Yaşıtlarıma göre hep iriydim.Ben küçükken inanılmaz meyve yer, bol bol kitap okurdum.Hatta hikaye bulamadığım zaman büyük teyzemin yemek ansiklopedilerine yada küçük teyzemin anlamasamda ders kitaplarına dadanırdım.Ben küçükken dünyanın hiç bu kadar acımasız olduğunu bilmezdim.En büyük acımasızlığın anneannemin geç oldu diye beni eve çağırması olduğunu zannederdim.Ben küçükken annemden ve babamdan uzaktaydım.Rahmetli anneannemle dedem tarafından el bebek gül bebek bakıldım.Sabahları gerçek tereyağı,kümesten az önce alınmış yumurta,tazecik süt ve anneannemin enfes reçelleriyle kahvaltı ederdim.Ben küçükken.......ben küçüklüğümü çok severim.

ASLINDA BEN;karıncayı incitmekten korkan ,gönül gözünü aralamış ama asla istediği kadar açamamış biriyim.Canımın istediği her işi en iyi şekilde yapan ama canım istemeyince uslanmaz bir tembelim.Aslında ben iyi anne,iyi eş, iyi çocuk,iyi arkadaş velhasıl İNSAN olmaya çalışan biriyim.Aslında ben azcık daha ben olabilsem gerçekten anlamlı birisiyim.

İLK KOPYAM;yoktur denebilir.Anlatılan bir ders ise sınıfta iyice dinler,değilse oturur güzel güzel çalışırdım.Çok kopya verme öyküm vardır(napalım arkadaş bu,paylaşım gerekli) ama kopya çekme öyküm yoktur.1 lisede matematik sınavında yapamadığım bir soruyu (ineklik ya hepsini yapacağım soruların)arka sıradan kağıda yazıp yanıma atmışlardı da,uzanıp kağıdı elime alamamıştım:)

BENCE CEP TELEFONU;gerektiği kadar kullanılması gereken bir alettir. Modeli,rengi,şusu busu önemli değil arayacağım kişiye ulaştırsın yada doğru saatte çalısın yeterlidir.

EN SAÇMA HUYUM;Bu kadar teknolojik imkana rağmen hala mektup yazmam ve sevdiğim yazıları,resimleri veya notları ; dergi ve gazetelerden kesip saklayabilmemdir.

AŞK BENCE;gönlümdeki derelerin kar suyu yemiş gibi köpürmesi, taşmasıdır. Aşk gözümün görüp,gönlümün hissettiği her varlığa duyulan sonsuz saygıdır,Allah'ın insana verdiği en güzel meziyettir.

SEVDİĞİM BLOGLAR;bakmayın siz yan tarafta o kadar az olduklarına, seçicilikten değil üşengeçlikten yazamadığım onlarca ad var. Benliğimin farklı yönlerini okşayan,kimisine kendimi farkettirdiğim,kimisini sessizce takip ettiğim,kimisine bilgisinden,kimisine meziyetlerinden,kimisinin ise sadece yüreğinden etkilendiğim bir sürü yürek var.

Ne çenem düştü ya;berrin bana bu sobeyi yapmasa çatlayacakmışım anlaşılan.Yaz yaz bitiremedim cevapları;o zaman bende
şeker kız'ı ve enes'i sobeliyorum.

11 Aralık 2007 Salı

MONA LİSA SMİLE (Mona Lisa Gülüşü)


Kimbilir ne zamandan beri bekliyor diğerlerinin yanında.Sonunda oldu elim ona uzandı.Hazır Eylül Ilgın'da babaannesiyle Giresun'da keyif yapıyorken en hızlısından bir kaç film seyretmem lazımdı:)

Mona Lisa Smile , 1953 yılında Amerika’nın en muhafazakar okullarından biri olan Wellesley Kız Koleji’nde görev yapan bir sanat tarihi öğretmenini ve öğrencileriyle ilişkisini anlatıyor. "Ölü Ozanlar Derneği" nin hatun kişi versiyonu denilebilinir aslında.

Kolej adı altındaki bu leydi okulunda göreve başlayan Katherine Watson'ın (Julia Roberts) tek amacı düşünen,bağımlılıktan uzak yaşayan,tercihlerini hayatına yansıtabilen kızlar yetiştirmektir.Gelenekçiliğiyle ün yapan okul ise kocalarına yardım etmeyi en iyi biçimde yerine getirebilecek modern ev kadınları yetiştirmeyi planlamaktadır.Planları okul yönetimiyle çakışan öğretmenimiz,birde okulun çapkın öğretmeniyle ilişkiye girince işler iyice karışacaktır.Tüm bunlara rağmen hayatlarında yeni bir yol açtığı öğrencileri onu yalnız bırakmayacaktır.

Konu aslında derin fakat film o derinliği yakalayabilmiş değil kanımca. Yemeğin tuzu eksik olur ya, filmde de birşey eksik .Filmden kopmanızı engelleyecek çekim gücüne sahip değil.Seyredilebilir de,seyredilmeyebilir de:)

10 Aralık 2007 Pazartesi

NEVA (ILGIN OLUT)

NEVA.......................................
Bolluk ,bereket, huzur ve zenginliklik verendir.
Raskolnikov'un seyreylerken derin düşüncelere daldığı ırmaktır.
Klasik Türk Müziğin'de bir makamdır.
Merakıma yenilip aldığım kitabın adıdır:)

Biricik kardeşim Ela'ya kitap seçmek için geçtik bilgisayarın başına.Sanki kitapçı raflarını karıştırır gibi o site senin bu benim,o yorum senin,bu konu benim şeklinde hırpalıyoruz kendimizi.Listenin ortalarında bir isim geldi önümüze.Kitabın adı güzel:) Yazarının adı güzel:) (Kızımın adı tabiki güzel olacak) Yazar teğet olarak meslektaş sayılır."Okunur mu?Bilmem sırada o kadar çok kitap varki" derken...Otobüs yolculuğunun başında elimdeydi kitap...
Konusu üniversite için İstanbul'a gelen birkaç erkek öğrencinin yaşadıkları.Kitabın ilk yarısında öğrencilerden biri öne çıkarılarak sadece bu anlatılıyor .İkinci yarıda olay öne çıkan öğrencinin en büyük aşkına odaklanıyor.Yazarın da dediği gibi bu ne bir roman,ne hikaye.Edebi açıdan sonuna kadar doğru bir yaklaşım.Sadece kitap...Hele bir sonu var ben resmen sinirdem kudurdum.(Aynen Piraye'deki gibi)Otobiyografik olarak yazılmış olan kitabın yorumlardaki kadar kayda değer neresi var ben pek anlayamadım.Tamam;bende severim duygusal kitapları,benimde ihtiyacım olabilir aşkı,hayatı anlatan kitaplara ama son zamanlarda ne zaman elimi bu tarz bir kitaba atsam verdiğim paraya acır buluyorum kendimi...Bu 2. ve son denemeydi bir daha 16 liramı sokağa atmam.
Eğer 16-20 yaş arasındaki gençliğin yaşadıkları,düşündükleri,hayalleri ve bunların geleceğe yansımalarıyla ilgili meraklarınız varsa yada Piraye'yi beğendiyseniz alın okuyun.Ama tavsiye ettiğimi sanmayın:(

6 Aralık 2007 Perşembe

MUTLULUK

Mutluluk mavi çocuk - Oynardı bahçemizde

Kitabını ilk okuduğumda hayal kırıklığı yaşamıştım tek kelimeyle.Sanırım Zülfü Livaneli 'den Vedat Türkali tarzında birşey okumayı bekliyordum.
Oysa bu kadar basit bir konu ve bilindik bir öykü...
Sonra düşününce aslında haksızlık ettiğimi anladım.Evet çok bilindik toplumsal sorunlardan yola çıkılmıştı ama okuduğum sürede hiç sıkılmadım."Ben bunları çok duydum."deyip kitabı köşeye atmadım.Düşündükçe yanıbaşımızda yaşanan bu üçlü kaçışın oldukça iyi anlatıldığı fikrine geçiş yaptım.
Film çıkınca çok merak ettim etmesine de şartlar bir türlü elvermedi gitmeye:)
Sonunda seyrettim.
Koylar,gün batımları,oyuncular gerçekten çok güzeldi.Ama bişey eksikti işte...Belki bu his sadece kitabı okuyanlarda beliriyor.Ne kadar iyi oyunculuk olursa olsun duygular eksik kalıyor filmde.En çokta Cemal'in yaşadığı askerlik sonrası bunalımda eksiklikler vardı yada bana öyle geldi.Birde azcık daha baskın müzikler olsaydı diyorum.Altında cam bulunan kova sahnesinin samimiyeti ise beni bitirdi.

Şimdilik ilk deneme ama kitap sinemaya karşı 1-0 önde :)

5 Aralık 2007 Çarşamba

EYLÜL (MEHMET RAUF)

Okunacak Türk klasikleri listemde ilk sırada olan "Eylül" ü en sonunda bitirdim.Servet-i funun romanı olduğu için dilinin ağır olduğu yazıyordu çoğu yerde ama Kütüphanedeki baskısı 2003 yılına aitti;sadeleştirilmiş bir türkçeyle okununca çok zevkli ilerledi.Olay örgüsü çok geniş olmasada duyguların iniş-çıkışları kitabı isenilen yere götürmüş.Mekan tasvirlerinden çok çabuk sıkılmama rağmen Boğaziçi'nin eski halini gözümde canlandırmak hoşuma gitti ve tahmin ettiğim kadar sıkılmadım.Bazı yerlerinde azcık konuşsanız böyle olmazdı diye söylenmedim değil ama o günün şartlarında yaşanan aşkın hüzün boyutu gerçekten çok iyi yansıtılmış romana.Olayın konusu yasak aşk olunca günümüzü düşünerek daha farklı şeyler bekleyebilirsiniz ama o zamanlar aşklar farklı yaşanıyormuş:)Bana kitapta en garip gelen şey olayın kahramanlarının isimlerinin yanlış konulmuş hissi yaratamasıydı.Zira kadının adı suat;erkeğinki süreyya'ydı.
Eylül ayı benim içinde çok farklı anlamlar taşır,gerçi romanda verilen anlamla benim beynimin içindekiler çok uymadı ama olsun.En azından artık kitap alırken gözüm sürekli takılmayacak.
Benden size iki tavsiye ;eğer okuyacaksanız(eğer benim gibi türk klasiklerine gereken önemi vermediğinizi düşünüyorsanız muhakkak okuyun) mümkünse yeni sadeleştirilmiş bir basım bulun,yoksa diğer elinize sözlük almak zorundasınız.
Kütüphanelere üye olun hem cebinize,hem de kütüphanelere yararınız dokunsun:)

1 Aralık 2007 Cumartesi

OKUYORUM




İlk defa üç kitabı aynı anda okuyorum ve dördünceye başlamamak için kendimi zor tutuyorum.
Hadi hayırlısı!

27 Kasım 2007 Salı

ÇALIŞAN ANNE VE ÇOCUĞU/ANNE İŞTE(Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskin)


Çocuk eğitimiyle ilgili çok kitap var ve çoğunun içi zırvalıklarla yada herkesin bildiği şeylerle dolu.Bu kitabı onlardan ayıran en büyük özellik bence yazarın Çocuk Nörolojisi dalında profösör olması.Annelere 'şunu yap bunu et' şeklinde emir vermek yerine davranışın özüne inerek anlatıyor tüm durumları.Bu tarz kitaplar içinde en rahat okuduğum ve en tatmin olduğum kitap denebilir.Teorikle pratiği bileştirerek anlatılan konular özellikle 0-3 yaş çocuğu olan çalışan annelere iyi bir kaynak olacaktır.Kitap boyutu alışılagelmiş kitaplardan farklı ,içinde anlatımlara eşlik eden çok güzel bebek resimleri de var.Keşke daha kaliteli bir kağıda basım yapsalardı.
Kitaptan alıntılar yapmak yerine konu başlıklarını yazacağım,onlarda en az alıntılar kadar açıklayıcı zaten.
İşte alt başlıklardan bazıları:
*Anneler de çocuklarına görünmez bir bağ ile bağlıdır.
*Çocuğundan ayrı kaldığında annenin hissettiği duygu anksiyete değil midir?
*Her iş günü çocuğundan ayrılmak,çalışan anne için bir kabustur.
*Çözüm bekleyen davranış değil,davranışı ortaya çıkaran ihtiyaçtır.
*İletişim ;konuşmak değil,anlamak ve anlatmaktır.
*Anne,kendini çocuğunu teslim ettiği bireyin yerine koymalıdır.
*Çocuğa bakanı değiştirmek,onun olumsuz davranışlarını değiştirmekten daha kolaydır.Ancak zor olan yapılmalıdır.
*Susmak,sorunu ertelemektir.
*Konuşmak,bazen susturur.
*İletişim engelleri...
*Doğru iletişim için duygu yükünün kimde olduğunu belirleyin.
*Duygu yükü karşı tarafta ise onun duygularına ayna tutun.
*Duygu yükü sizde ise ;aynayı duygularınıza çevirin,yani duygu ve düşüncelerinizi net bir şekilde ifade edin.
*Tuvalet terbiyesi vermeyin:'Kaka var mı yok mu ?'diye kontrol etmeyin.
*Güven:'İhtiyaçlarını hemen karşılayın'
*Nesne devamlılığı:'Gözümün gördüğünü bilebilirim,Görmediklerimi hayal edememe'
*Annenin devamlılığı:'Sakın yanımdan ayrılma.'
*"Hayır dönemi":"Yapmıcam işte."
*3-6 yaş çocuğunda mantık.
*Ben dönemi:"Her şey benim,hiçbir şeyimi paylaşmam."
*Cinselliğin fark edilmesi

26 Kasım 2007 Pazartesi

İSİMLE ATEŞ ARASINDA( NAZAN BEKİROĞLU)

Geçen sene tam da bu zamanlarda tanıştım Nazan Bekiroğlu'nun kitaplarıyla.Tayin döneminin verdiği sıkıntıları atlatabilmek için sık sık karşılaştığım ama nedense bir türlü almadığım "CÜMLE KAPISI"ndan içeri salıverdim kendimi.Aynı gün kitapçı önermişti bu kitabı da ama tanımadığım bir yazardan iki kitap alıp riske sokmamıştım kendimi.Cümle kapısı'ndan içeri giriverince tekrar dışarı çıkmak dünyevi zamanda az ama mana zamanında çok uzun sürdü.İsimle ateş arasında'ya yaz ortalarında başladım.Elimde hiçbir kitabın sürüklenmediği kadar sürüklendi.Üstüne bir sürü kitap okundu o kadar sevmeme rağmen çok uzun sürdü okunma serüveni.5 gün kadar önce bittiğinde anladım neden bu kadar geç kaldığımı bitirmekte.Ben bu kitap bitsin diye okumamışım.Her eline alışımda yeni sayfaya başlayacağıma önceki sayfalara dönmem,altını çizdiğim satırları tekrar tekrar okumam kitabın bitmemesi içinmiş.

Benim aşkın her türlüsüne verdiğim anlamı"Güvercin Gerdanlığı"ndan sonra en iyi anlatan kitap oldu.Hem tarih merakımı ve manevi hayatımı doyurdu, hem de aşkı tekrar hatırlattı bana.

Yeniçerileri,hayatını satın alan Numan'ı,kokuların girdabında kaybolan Nihade'yi,padişahların türlüsünü ama özelliklede 2.Mahmut'u yazmış,devri ve olayları bir güzel araya eklemiş.

Diline ve edebiyat kariyerine bir kere daha hayran bıraktırdı Nazan Bekiroğlu.

Daha yazmak istiyorum ama bu seferde duramam diye korkuyorum.En iyisi alıntılarımın bazılarını sizinle paylaşayım.Eğer kitabı okuyup okumamak hakkında kararsız kalırsanız kitap satışı yapan sitelerden farklı yorumlara kulak verin.

Bak işte duramıyorum bir türlü:)

***"Esirgeyen ve bağışlayanın adıyla."Her işin başıda bir isim değil miydi?

***Bedeli bir cennet sürgünüyle ödenmiş ve çok pahalıya mal olmuş bir aşkın peygamberinin soyundan gelen insandım ben.

***Bu kadar büyük kaybetmek için o kadar büyük bulduğumu farkedememişim.

***Kendisine inananların en hayırlısı sorulduğunda 3 ayrı durumda 3 ayrı mümin tanımı veren peygamberden öğrenmiştim doğruların durumlarla ilişkisini.İzinlerin şart anlamına gelmediğini.

***Asıl acının çekilen acı değil de sevilenin çektiği acıyı bilmek demek olduğunu...
***Uçurumlar koymadan sevdiğimle gördüğüm arasına,öyle saf sevdim.Onu,sadece güzelliğini merak ederek;kimliğini,karanlıklarını,geçmişini merak etmeden,tarihçesi ihmal edilmiş bir aşkla sevdim.Koşullu değildi sevdam.Bana gösterdiğinden daha fazlasını istemedim.
***Oysa güvenin sınanmaya,denenmeye tahammülü yoktu,bunu da çok sonraları,pervaneler gibi ateşe düşerken öğrendim.
***Bana kalsaydı sevgiyi,bağlılığı sınamaya gerek duymazdım.
***Hiçbir şey olmamış gibi olsun istiyordum.Ama her şey olup da hiçbir şey olmamış gibi yaşamanın mümkün olmadığını henüz bilmiyordum.
***En çok da onda gördüğümün,benim onda görme kabiliyetim kadar olduğunu farkettiğimde korktum.
***Belli ki aşkların da devletler gibi ömrü vardı.Doğuyor,büyüyor ve ölüyorlardı.Ama aşklar ölüyordu da aşıklar sağ kalıyordu.
***Belli ki herşey ismi ile biliniyordu da bir tek aşık kalbinin kanı ile tanınıyordu.Çünkü aşkın sadece yangını vardı,ismi yoktu.
***Çare yok;aşk onu yaratan tarafından ,hikmet işte,mükemmelliği azaltılarak yaratılmıştı.
***Aşk yaratılmışların içinde kusursuz görünse de en kusurlu olanıydı kuşkusuz.
***Onu yaratana,rakip sıfatıyla araya girme hakkını versin ve ki kulları onu bırakıpta da aşka tapmasın diye.Aşkı ve dahi onu kalbinde taşıyacak olanların tümünü yaratan kuşku yok ki;aşıklar,gerçek aşkın mahiyetini ve kaynağını önünden bulutlar çekilen dolunay dibi fark etsinler diye,birbirlerine bitisiz bir aşkla bağlanmasınlar diye aşkı bitimli kılmıştı.
***Oysa Avrupa,başlangıçta ayak uydurmanın söz konusu bile edilemeyeceği kadar arkadaydı.Bir gün ona ayak uydurmamız gerektiğini fark ettiğimizde ise yatişemeyeceğimiz kadar yol almıştı.Şart mıydı yetişmek diye sual buyrulursa,şarttı;çünkü bu yol dardı,üzerinde ancak tek devleti taşıyordu.Yetişmek değilse de aşmak lazımdı.
***Bütün nefesimle Endülüslü bilgenin söylediğine katılırdım:Kainatta ne varsa hepsi vehim ve hayallerdi.Yahut perdelere vuran akisler veyahut gölgelerdi.
***Ölümün en kötü yanı onu yaşayanın diri olması.
***İnsan ömrünün bir anlık rüya olduğunu kelamımla bildim de hissimle yaşayamadım.
***Onu özlüyordum fakat özlediğimin artık o değil de onda gördüğüm şey,ona yansıyan şey olduğunu fark ediyordum acıyla.
***İkiydi dünya, günahı bu dünyada su,öbür dünyada ateş temizlerdi.
***Tarih diye bir şey yok aslında. Tarih,yenenlerin tarihi.Kalem kimin elindeyse tarihi o yazıyor hem de yeniden yazıyor.
***Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu.Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken,diğerinin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu.Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler alaminde na-mümkün olduğu...
Nerdeyse kitabı yazacaktım :)

14 Kasım 2007 Çarşamba

MEYYALE (HIFZI TOPUZ)



Ben bu gidişle karar verdiğim gibi istediğim Türk klasiklerini okuyamayacağım.Ne zaman kütüphaneye gitsem gözüm başka kitaplara kayıyor:)Başka kitapları da vardı yazarın ama özellikle ilk kitabını olduğu için Meyyale' de karar kıldım.

Ana hatları Pertevniyal Sultan,Meyyale ve yaptıkları çerçevesinde şekillense de birçok tarihi(ve birçok gereksiz:) kişilik hakkında bilgi veriliyor.Abdülaziz'in devrilmesi ve intiharı,halkın durumu,ülkenin yaşadığı çıkmazlar ve dengesizlikler,Meyyale'nin eşi Hasan Hilmi ve kardeşlerinin ağzından anlaşılır biçimde aktarılmış fakat bu anlaşılırlığı yakalamak için kullanılan diyaloglar çok yapay kaçmış.

Hırsızlıkları,rüşvetleri,kayırmaları,korkak ve yalaka devlet adamlarını,baskı ve eğlenceleri okuyunca "Tarih tekerrürden ibarettir" diyorsunuz.Rüşvetle ilgili olarak söylenen ve benim ilk defa duyduğum şu söz durumun ciddiyetini çok iyi anlatıyor aslında."Selam verdim,rüşvet değildir diye almadılar"

Mithat Paşa'nın sürgünlerinin ve paşaya yapılan işkencelerin anlatıldığı bölümün sonundaki şu sözler Meşrutiyet Dönemine ilişkin kısa bir özet aslında:'Meşrutiyet'i hazırlayan bu üç büyük özgürlük kahramanı(Mithat Paşa,Namık Kemal,Ziya Paşa) Osmanlı imparatorluğunda ulaşılmasını istedikleri ortamda ancak birkaç ay yaşayabildiler.Sonraki yaşamları ya sürgünde geçti ya da zindanda.Üçüde mutlu olamadan öldü ama attıkları tohumlar sonradan yeşillendi,filiz oldu,fidan oldu,dal oldu, ağaç oldu, bayrak oldu.Onların açtığı bayrağı da Mustafa Kemal'lerin kuşağı dalgalandırdı.'

Kitabın yarısından sonrası, Meyyale'nin ve eşinin çeşitli görevlerle yurdun farklı yerlere gönderilmesi sırasında yaşadıklarına,buralardaki halkın davranışlarına,o zaman ki memleket meselelerinin anlatılmasına ayrılmış.Kitap doğal olarak konunun kahramanının ölümüyle son buluyor.

Neden Meyyale sorusunun cevabı ise kitabın sonundaki resimlerde saklı.Meyyale yazar Hıfzı Topuz'un anneannesinin annesiymiş.

Kitabın bana göre ilgiye en layık yeri Haremağalarının çektiklerinin anlatıldığı ve hayatları hakkında bilgi verildiği bölümdür.Genel olarak roman tadı eklenmiş tarih kitabı tanımıyla (bana göre ) özdeşleşmiş ,yer yer olaylara yazarın görüşleri bulaşmış ama yararlı bilgilerin alınabileceği bir kitap olarak aklınızda bulunsun.

11 Kasım 2007 Pazar

ATATÜRK VE KİTAP

10 kasım'ın ardından bugün bir gazete de okuduğum yazıyı belki okumamışsınızdır diye paylaşmak istedim.Yazarı hakkında bir yorum yapmayacağım ama yazı da bahsedilen kitabı okuyacağım.

9 Kasım 2007 Cuma

"ÇOK SATANLAR" PASLAŞMASI

Kitap seçmenin ,kitap okumaktan daha zor olduğunun her zaman bilincindeyim. Çok satan listeleri beni rahatsız etmemekle birlikte çok da ilgimi çekmemektedir.Kitap seçerken öncelikle yazarına göre tercih yapsamda,sadece kapağına bakarak hiç kitap almadım diyemem.Bazen öyle bir an gelirki kitap kapağının bana çağrıştırdıkları,kitabın adı , kitapla ilgili site yada eklerde okuduğum birkaç cümle kitabı almam için yeterli sebep olur.Sevdiğim yazarların röportajlarında yada okuduğum kitaplarda adı geçen yazar ve kitap isimleri de ayrıca değerlendirmeye alınır tarafımdan.

Gelelim listeler hakkındaki düşüncelerime.Özellikle çok satan listesinde diye kitap almamakla birlikte (bu konudaki isabetli kararımı Piraye romanı bir kez daha hatırlatmıştır) sevdiğim yazarın kitabı çok satan listesine girdi diye de es geçemem.Mesela İhsan Oktay Anar'ın son kitabını sabırsızlıkla bekleyen okuyucuların hasretliklerini giderebilmek için aldıkları 'Suskunlar' kitabı nasıl es geçilebilir ki? Tüm bunlar reklam faktörünü hiçe saydığım anlamına gelmez tabiki.Mesela Secret denilen kitabın tam olarak bu reklam sektörünün ürünü olduğumu düşünüyorum.Sonuçta kitap tercihi kişinin kitapla olan ilişkisine ,kitaptan beklentilerine göre biçimlenebiliyor.

"Okusunlar da ne okurlarsa okusunlar" desteklememek mümkün değil.Eskiden olsa "Olur mu öyle şey?" derdim ama bu kadar okuma kabızı bir ülkede insanları nitelikli okuyuculuk seviyesine erişemiyorlar diye suçlamak gereksiz.Aksine okuyuculuk seviyesine çıkanları tebrik etmek lazım:)

Ben Türk Klasiklarini okumaya niyetlenipte ufak bir araştırma yapınca yayınevlerinin de kitap tercihinde ne kadar önemli olduğunu yeni farkettim.Aynı kitabın 3-14 ytl arasında değişen fiyatları,180-328 arasında oynayan sayfa sayısını görünce "hangi kitap" sorusunu bıraktım"hangi yayınevi" diye sormaya başladım.Bu kadar çok seçeneğin olduğu bir ortamda bırakalım da yararlanmak isteyenler gönüllerince istedikleri listelerden yararlansın.

Bloglarındaki yazıları merakla beklediğim ailemizin kitapçısı 'nın attığı pası taç olamadan yakalayabilmişimdir umarım.Kitapla kalın.

KABUK ADAM (Aslı Erdoğan)



Dünya okurlarınca “geleceğe kalacak elli yazar” arasında sayılan Aslı Erdoğan’ın sayılan Aslı Erdoğan’ın yayımlandığı günden bugüne değerini ve yerini hiç kaybetmemiş ilk romanı: Kabuk Adam. Türk edebiyatında olduğu kadar dünya edebiyatında da yeni bir yazarın doğuşuna tanıklık eden bir kitap. Şık olmakla cinayet işlemek arasındaki o çok ince çizginin öyküsü. “Size Kabuk Adam'ın öyküsünü anlatacağım, tropik bir adayı, cinayet ve işkencenin, şiddetin bataklığında filizlenen bir aşkı, içinde yetiştiği toprak kadar acı dolu bir aşkı anlatacağım. Çıldırtıcı gücünü sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını.. Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir./Tanıtım bülteninden


Aslı Erdoğan ne zamandır okumak istediğim bir yazardı buluşmak bu zamana kısmetmiş.En son romanıyla ilk romanını seçmek arasında tereddütte kaldım ama sonunda ilk romanı 'Kabuk Adam' da karar kıldım.Olayın hikaye örtüsü yazarın hayatıyla birebir kesiştiği için inandırıcılığı oldukça yüksek bir roman olmuş. Aşka, kaçırılmışlıklara, iyinin ve kötünün içiçe olmasına dair yazılmış bir roman bence..

Fizikçi (burda bilim adamımı,bilim kadınımı desem karar veremedim) roman kahramanının Karayip'lere gittiği bir seminerde tanıştığı deniz kabuğu satıcısı Tony ile aralarında geçen olayları ,diyalogları anlatmıştır kitap.Sadece anlatmakla kalmamış içsel sorgulamalarla derin düşüncelere daldırmak istemiştir okuyucuyu.Tadı damağımda kaldı diyorum ve kitaptan beni vuran 2 cümleyi yazıyorum :

''Bugün artık biliyorum: hayatın bizlere verip verebileceği tek odül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız."

" Ölüm ülkesinin sınırlarına dek gitmişti Tony, bu yüzden de yaşamın gerçek değerini iyi biliyordu. Yalnızca kötülüğün en dibine inenler, erdemin doruklarına varabilirler."

Iskalamayın derim:)

8 Kasım 2007 Perşembe

YALNIZLIK GİTTİĞİN YOLDAN GELİR (SELÇUK ALTUN)


Kafama göre bir kitapçı bulamadığım Ordu'da şimdilik kütüphaneye dadanmış bulunuyorum.Ne zamandır alınacaklar listemde bekleyen Selçuk Altun kitabını görünce aklımdaki Türk Klasiklerini aramaktan vazgeçtip bu kitabı alıyorum.

Uzun uzun listelenen yazar,şair,ressam,heykeltraş ve onlara ait eserlerin adlarıyla örülmüş bir roman bu.Yazarının deyişiyle söylemek gerekirse DENE(MESEL) ROMAN.450'den fazla sanatçı adının (devamını saymak zor geldi:) referans olarak kullanıldığı kitapta " Sahi kimdir dünyanın en iyi yazarı?" sorusuna cevap arayan genç bir "KİTAPÇOKSEVER"in heyecanlı serüveni anlatılıyor.

Edebiyat ve sanatla içiçe olan ama yaşantısının asıl mimarı dayısından kurtaramadığı benliğiyle sürekli gel-gitler yaşayan roman kahramanı hayatının iplerini eline almaya çalışıyor.Bu arada gerçek hayatta da finansal sektörde çalışmanın verdiği avantajı kullanarak "para parayı nasıl çeker?" felsefesini ve Türkiye'nin nasıl bir aşırı fırsatlar ülkesi olduğunu bize anlatıyor.İlk defa sevdiği kadını bulabilmek ve kalbini tekrar kazanabilmek için İstanbul-New York arasında kendisine edebiyatla,özellikle de Oktay Rifat'ın şiirleriyle kaplı bir yol çiziyor.Roman kahramanı Sina'nın hayatına rastlantı sonucu giren O.Y ise bu yolculuğa mecera tadında hız kazandırıyor.
  • 32 yaşıma girmiştim.Yaşamımda hiçbir şeyi başaramadığımı düşündüm,nefret etmeyi bile...

  • 'Bazı bankacılara cennette,yatırım bankacılarının çoğuna cehennemde bile yer yoktur' sözü hangi Amerikalı bankacıya aitti ki?

  • O gece okuduğum ilk aforizmasında Elias Canetti "En kötüsü birşey olmak değil,o şey olduğun sanılmaktır" diyordu.

  • Geceleri sürekli geçmişimle hesaplaşır,hep borçlu çıkarım.Sabahları yalnızlık öyle kötü vurur ki,karabasanlarımı aradığım bile olur.

  • Zaten bu ülkede sevilmek,sayılmak için sussan yeter.

  • İlk sevdiğim sözcük 'dua' ,beceremediğimdendir.Son sevdiğim 'yalnızlık' ,çekip gidemediğimdendir.
  • Lotaryasal teşvikler olmazsa gazete bile almayacak olan,genelde okuma özürlü Türk milleti için yazan hiçbir yiğit şair ve yazar için 'Abartılmıştır' denilmemelidir.

Hoşuma giden alıntıları da paylaştıktan sonra ,okunası bir yazarın , okunası bir kitabını şiddetle olmasa da tavsiye ederim.

27 Ekim 2007 Cumartesi

KÜRK MANTOLU MADONNA(Sabahattin Ali)

En son ne zaman bir kitabı okurken gözlerimdeki yaşları tutamadığımı hatırlamaya çalışıyorum da,nerdeyse 1 seneyi geçmiş.Ordu'da Orduluların bile bilmediği,rastlantı sonucu bulduğum il halk kütüphanesinden ilk kitap olarak Kürk Mantolu Madonna'yı aldım.Okudum ve ağladım.
1941 senesinde 'Hakikat' gazetesinin siyasi olmayan sürükleyici bir aşk romanı isteği üzerine günlük bölümler halinde yazılmış. Kitap kısa sayfa sayısıyla roman sınıfına girememiş,ancak konu bakımından ise hikaye ye dar gelmiştir.Yazarının deyimiyle tam bir "büyük hikaye"dir.
İçerik olarak 2 bölümden oluşmaktadır.İlki yazarın, hikayenin kahramanlarından Raif efendiyle ve ailesiyle tanışması üzerine kurulmuştur.2. ise Raif'in kaleminden Maria Puder ile olan aşkını anlatmaktadır.Yandaki resim Maria Puder'e ait bakışın sık sık benzetildiği "Andreas del Sarto"nun "Madonna delle Arpie" adlı tablosudur.
Kitap hazin bir aşkı anlatmasından çok, yaptığı başarılı kişilik tahlilleriyle aklımda kalacaktır.Hakkında yazılanlardan şartların uygun olmadığını anladım fakat bu konunun bu kadar kısa olarak harcanmasına yinede çok üzüldüm.2 bölümde başlı başına birer roman olabilecek ayrıntılara sahip.
Kitapta hafızlara kazınacak çok güzel yargılar ve tahliller var ama ben beni en çok etkileyen birkaç tanesini yazmak istiyorum.
  • Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
  • Bir kadının bize herşeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbirşey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı birşey.
  • Ruhlarımız için en lüzumlu, en kıymetli olan şeyleri birbirimizde bulduktan sonra diğer teferruatı görmemezlikten gelmek, daha doğrusu büyük bir hakikat için küçük hakikatleri feda etmek, daha insanca ve daha insaflı olmaz mıydı?
  • Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor.

İçimizdeki Şeytan'la Sabahattin Ali' yi bana ilk tanıştıran Rabişime tekrar teşekkür ediyorum.

24 Ekim 2007 Çarşamba

ERKEĞİN GÖZYAŞLARI(The Man Who Cried


Yönetmen : Sally Potter
Senaryo : Sally Potter
Yapım : 2000, İngiltere-Fransa
Tür : Dram
Oyuncular Christina Ricci, Cate Blanchett, Johnny Depp, John Turturro

Konu:
Sadece bir tek erkeğe değil, birçok erkeğe ait hikayelerin anlatıldığı " Erkeğin Gözyaşları "nda, Yahudi bir babanın, İskoç bir öğretmenin, İtalyan bir tenorun ve gizemli bir çingenenin hikayeleri var. Filmde, tüm dünyayı alt üst ederken, onları da haklarından, dillerinden, inançlarıdan ayıran 1. Dünya Savaşı, bu ırklardan birine ait bir genç kızın gözlerinden beyaz perdeye yansıtılıyor. İsmi ve konuştuğu dili elinden alınan, sevdiği her şeyi kaybeden genç kız, sessizliğe sürüklenir. Ama şarkı söyleyen bir ses, onu çok sevdiği ve kaybettiği babasına taşıyacaktır. Kızın yoluna çıkan insanlar da, tıpkı onun gibi, hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. Onların da her biri yolda birer yabancıdır. Uğruna savaştıkları şeyler farklı olsa da, hepsi aynı yerde ölüm ve kalım arasında karar vermek zorundadırlar...

Tam olarak 22:15'te tv8'de bu filmi seyredeceğim.Umarım evde seyretmek için verdiğim mücadeleye değer :)

8 Ekim 2007 Pazartesi

13 ŞEHİT

Dün tv seyretmedim hiç,bugün ise seyrettiğime pişman oldum.Tam 13 şehit....
Yazmak istediğim bir sürü şey vardı ama hepsi aklımdan gitti.13 tane asker,13 kardeş,13 abi,13 evlat,13 baba belkide...Mübarek Kadir Gecesi'nde dua etmekten başka yapacak birşey bulamıyorum.
ŞEHİT DÜŞEN 13 ASKERİN İSİMLERİ:Astsubay Ahmet Sarıoğlu ile erler Bayram Güzel, Turgay Salgur, Mehmet Uyar, Seyfi Altuntaş, Mehmet Yıldırım, Mehmet Uçarı, Kasım Aksoy, A. Şükrü Karataş, Emrah Eryılmaz, Sıddık Küçükgöz, Fetullah Selçuk ve Mehmet Coşkun...
Senelerin en kanlı pususu..Off yaaa...Nolur bunlar son olsun...

7 Ekim 2007 Pazar

PİRAYE




Allahtan çabuk okunan bir kitapmış.Bestseller denen illetin nasıl birşey olduğunu birkez daha anladım.Anladım ama akıllandım mı ?HAYIR...

Kafamı dağıtmak için hafif bişeyler okumak istedim,azcıkta kitabın arkasındaki yorumlara takıldım ve çevremde okuyanları bu kadar ağlamaklı hallere getiren kitabı merak ettim aldım.Şimdi geçelim kitapla ilgili düşüncelerime..


  • Kesinlikle çok hızlı okunduğu doğru...Kitabın harf aralığımı fazla, yazılarımı büyük,yoksa konuşma cümlelerinin fazlalığından mı anlamadım ama sayfalar çok çabuk ilerliyor.Fakat dilinin basitliği beni sarmadı. Aralara serpiştirilen süslü cümleler bana çok yapmacık geldi.

  • Konusu ilk başta bana da çok çekici geldi(piraye,nazım,şiir üçgeni vardı çünkü)ama sonradan oda beni itti.Hele aşka dair kırıntı bulamadığım ama yazarın çok büyük aşk olarak lanse ettiği zincirde ,benim bile kadınlık onurumu sarsan olaylara verilen tepkiler beni iyiden iyiye bunalttı.Sonlara yaklaştıkça kahramanın aklını başına getirsede yazar benim açımdan kitabı kurtarmaya yetmedi.

  • Bu kadar insan hangi bölümde ağladı ben anlamadım.Ağlamak bir yana dediğim gibi sinirden kudurup durdum çoğu yerde.İçinizde ben okudum ve ağladım,etkisinden çıkamadım diyen varsa lütfen söylesin nerde ağladığını?Ben çok merak ettim doğrusu?

  • Kitabın Diyarbakır'a yönelik bölümlerinde anlatılanlar fena sayılmazdı.En azından Diyarbakır hakkında bildiklerim azcık artmış oldu.

Çok acımasız oldu yorumlarım galiba ama zamanıma değilse de parama acımadım desem yalan olmaz.Yinede boş vaktiniz varsa,kafam dolu azcık dağılsın diyorsanız,benim gibi başkaları nelere güzel diyor merak ediyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz.


Yada boşverin kopyalar gerçeklerini yaşatır diyerek Piraye için yazılmış SAAT 21-22 ŞİİRLERİ'nden bir bölümü okuyun.



Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık....
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edâsındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...



******************************


En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylemememiş olduğum sözdür...


****************************


Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...



***************************


Kale kapısıdan çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
"- Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın Halep şehri..."



******************************


Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...

2 Ekim 2007 Salı

187. SAYFALAR :)

Asıl EBE benim ama bu sefer ben sobelendim. hiç şikayetçi değilim merak etmeyin. 187. sayfanın ilk cümlesi diye başlayamayacağım çünkü şu anda iki kitabı birden okuyorum.İlki 'GÖLGEMİ BIRAKTIM LALE BAHÇELERİNDE'- Sanat tarihi Prof.Gül İrepoğlu'na ait.Tarihi bir roman olduğu için sürekli olarak kesip içinde anlatılanlarla ilgili birşeyler araştırıyorum,böylece kitap bir türlü bitmek bilmiyor. 187.sayfada 3.Ahmet'in oğullarına yaptığı sünnet düğününün ayrıntıları anlatılıyor.
"Düğünün ilk gününün sonunda padişah herkesin heyecanla beklediği armağanların sunulmasına izin verdi.Sadrazamın velinimeti için hazırlattıkları elbette hepsinin önündeydi;şair Vehbi sonradan düğünü anlattığı kitabında onun armağanlarından birini, zümrüt ve yakutlarla işli kuşağın ortasındaki elması,üzerine çiy düşmüş katmerli gülden daha duru ve gökyüzü kubbesinin avizesi olan ayın billur topundan daha parlak"diye tarif edecekti.(2.cümleyi yazmamaya dayanamadım)

2. kitap ise son zamanlarda dillerden düşmeyen"PİRAYE" Herkesin bir solukta , gözyaşları içinde okunuyor dediği kitabın nasıl bişey olduğunu çok merak ettim çünkü ne zamandır bir solukta okuyabildiğim bir kitap çıkmadı karşıma.Neyse kitabı bitirince anlatırım ayrıntıları.Ve 187. sayfanın ilk cümlesinin 2. versiyonu :)
"Benimle asla başa çıkamazsın sen"

Benden önce sobelemiş YILDIZNAF ama ben yinede EVVEL ZAMAN İÇİNDE yi sobeliyorum.Hadi çık ortaya gördüm seni, sobe:)

28 Eylül 2007 Cuma

27 Eylül 2007 Perşembe

UÇUŞ PLANI (FLİGHTPLAN)




Yaratıklı,uzaylı ve bol kanlı korku filmlerini sevmem ama gerilim denen,adamı izlerken koltuğun tepesine tırmandırıp gerim gerim geren! filmlere bayılırım.Bu filmi fargmanını izleyince merak etmiştim.Jodie Foster'ın kırmızı,tedirgin bakışları ve kaybolan bir kız çocuğunun varlığı(anne yüreği işte dayanmıyor)"izle,izle" diye sinyal gönderdi beynime.
Kyle'nın küçük kızı Julie'nin ortadan kaybolduğunu fark eder. Telaşlanır ve çevresindekilerden, mürettebattan yardım ister. Ancak uçaktaki kimse kızın varlığını bile hatırlamaz ve Kyle'ın akıl sağlığından şüphe etmeye başlarlar. Bunun üzerine Kyle annelik içgüdülerine dinleyerek uçağı birbirine katar.Bu yazdıklarım 1. cd'nin yarısına kadar olanlar...Sukut-u hüsran...Bu kadarını ben zaten fargmanda da izlemiştim diye dövünüp tüm ümitleri kesecekken film birden hızlanmaya başladı
Kısıtlı alan kullanılmasına rağmen filmin kovalamaca sahneleri güzeldi.Adı gibi arada uçuşa geçsede,kadı kızındaki abartı unsurunu es geçtik.Jodie Foster'ın performansı gayet iyiydi hakkını yemeyeyim şimdi.Sonuçta hafiften gerecek,boş vakit varsa izlenebilecek bir film çıkmış ortaya.

26 Eylül 2007 Çarşamba

CAMONDO MERDİVENLERİ

Herşey bir fotoğrafla başladı aslında.Bir arkadaşımda bulunan ufak bir kitapçığın içinden kesip aldım o resmi, 1999 yazıydı galiba.
Bu resim için az bağırmadı bana ama nafile hala bende vermedim ona. İstanbul'da yaşarken birçok şey size kendinizi farklı hissetirebilir,bu merdivenler bende tek kelimeyle bu hissini uyandırıyor.
Merdivenleri sadece 1 defa gördüm,nedenini bilmiyorum ama bir daha yanından geçmek kısmet olmadı.
İsteyerek gitmekse hiç gelmeyen özel anlara saklandı.
(di mi simorg? )
Geceden uzak sabaha yakın bu saatte nerden aklıma geldi bilmiyorum ama iyi ki geldi.
Belki bu kadar hayranlık duyulan birşeyin adını ,tarihini,değişik fotoğraflarını az önce öğrenmem biraz acayip gelebilir ama
kısmet dedikleri bu olsa gerek.
Merdivenlere adını veren Camondo ailesine ait bir
kitap olduğunu,
bir merdiven resiminin yazıya bu kadar çok yakıştığını
beni büyüleyen resmi çeken
Hasköy'de bir mezarın hazin öyküsünün benim öykümle kesişmesini
geçte olsa öğrenmek benim ayaklarımı yerden kesti.
Sevdiğim bir ayrıntı...
Hayatıma dair bir nokta...
Küçük ayrıntıların büyük mutluluklar yarattığı dünyama tekrar hoşgeldiniz.

23 Eylül 2007 Pazar

RATATOUİLLE

Dün kızımla bir filme gittim ,filmin bahanesiyle neler öğrendim neler?Yemekler, güzel siteler,benim gibi düşünen insanların çokluğu beynimi döndürdü desem yeridir.Ne filmmiş yahu!!Son bir senedir animasyom izlemekten kusacak hale gelen bendeniz Pixar'ın yapımlarını her zaman ayrı yerde tutmuşumdur.Bu kadar ayrıntıyı animasyon haline dönüştürüp, inanılmaz bir görsel şölen ortaya çıkarmak her yapımcının harcı değil.Paris'e gitmek isteği doğuracak kadar güzel tasvirler,sokaklar,ışıklar altında Eyfel kulesi....Ben vcd'si çıkınca alıp tekrar izleyeceğim ama kızımın kolleksiyonuna mı yoksa kendi kolleksiyonuma mı ekleyeceğim,hala kararsızım:)

Meşhur Ratatouille adlı yemeğin (türkçesi sebze buğulaması) resmi

17 Eylül 2007 Pazartesi

TEKİR BUĞULAMA

Bu tarife benzer bir tarifi bir televizyon programında seyretmiştik eşimle.Giresun'un Tirebolu ilçesinde denize nazır bir kalenin dibindeki küçük balıkçı kulübelerinde yapmışlardı buğulamayı. Biz eşimle azcık kendi zevkimize göre değiştirdik.Çok kolay ve çabuk hazırlanabilen,oldukça lezzetli bir yemek oluyor.

MALZEMELER


  • 1 kilo tekir balığı


  • 3 adet domates


  • 5 adet tatlı sivri biber


  • 2 adet kırmızı salçalık biber


  • 6-7 diş sarımsak


  • 2 adet limon


  • 5-6 çorba kaşığı tereyağ


  • 1 bardak su ve süslemek için maydanoz

Balıkların dış yüzeyindeki pulları iyice temizleyip,tuzladıktan sonra tepsiye istediğiniz düzende dizin.Üstüne kabukları soyulup doğranmış domatesleri,küçük küçük doğradığınız biberleri,sarımsakları ve limonları dizin.Dilimlenmiş limonları,maydanozu ve tereyağını diğer malzemenin üstüne serpiştirin.Tepsinin kenarından bir bardak suyu ekleyerek 200 derece olarak ayarlanmış fırına koyun.15 -20 dk sonra yemeğiniz hazırdır.Tepsinin içinden yağına ekmeğinizi bandıra bandıra yiyin.Afiyet olsun.

16 Eylül 2007 Pazar

HAYALET SÜRÜCÜ



A)Nicolas Cage hayranıyım.
B)Fantastik filmleri seviyorum.
C)Düzgün efekt ve aksiyon olsun yeter.
D)Hepsi
Yukarıdaki şıklardan herhangi biri size uyuyorsa bu filmi kaçırmayın derim.Filmle ilgili yazılacak bir sürü şeyim vardı ama birileri benden önce yazmış.Bence okumadan geçmeyin.

12 Eylül 2007 Çarşamba

SAFRAN SARI (İNCİ ARAL)


Yazarlığının 30. yılında İnci Aral'dan, Türkiye'nin bu zamanlarına dair, kolay unutulmayacak bir roman: Safran Sarı. Genç yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı; eski eser kaçakçısı bir kadın; üniversite mezunu bir telekız. İnci Aral, 'Geleceksizlik' üzerine kurduğu romanında bu üç kişinin kesişen yollarını anlatıyor. Safran Sarı; para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve umutlarından uzaklaşan, en sonunda ruhunu kaybedişinin serüveni...
'Safran Sarı; 1994'te yayımlanan Yeni Yalan Zamanlar'da, insanımızın serüvenine, değerler yitimiyle savruluş ve çözülmelerine yönelttiğim bakış açısı ve edebi ilginin 2003'te Mor'la gelişen devamı oldu ve bu iki romanı tamamlayan bir üçleme oluşturdu. Safran Sarı'ya başlarken çağının tanığı olmayı önemseyen bir yazarın yaşadığı yıllara ilişkin izlenim ve duygularının birçok bakımdan ciddi bir bütünlük oluşturduğunu gördüm. Bu yüzden ilk kitabı Yeşil olarak yeniden adlandırdım ve üçlemeyi 'Yeni Yalan Zamanlar' üst başlığıyla tanımlamayı uygun buldum'. - İnci Aral (Tanıtım Yazısından)
****************************************************
Kullandığı Türkçeyi,cümle kurgusunu ve uygun sözcükleri seçmekteki başarısından dolayı daha öncede okumuştum İnci Aral'ı.Ordu'da ve Giresunda bulamadığım bu kitabı eşim Samsun'dan alıp getirdiğinde çok sevindim ve hemen okumaya başladım.Konusu çok farklı değilmiş gibi fakat seçilen karakterler herkesin çevresinde sıkça gördüğü tipler değiller.Farklı dünyalardan yansıtılan bakış açısı güzel bir olay örgüsüyle birleşince sıkmadan okunabilecek ve ardından sorgulamalar yaptırtacak bir kitap çıkmış ortaya.Kaybedilmiş ruhları okurken kendinizi kaybetmemek için hala şansınız olduğunu okuyup şükredebilirsiniz belki.