31 Aralık 2008 Çarşamba

MUTLU YILLAR


Güzel,hoş günler geçirdik seninle...Mükemmel olmasada sağlıklıydık çok şükür.Bazen çok canımı sıktın,gözyaşlarıma engel olamadım.Bazen kucak dolusu kahkahalar attırdın.Yeni insanlarla tanıştırdın.Sevdiklerimden uzakta kaldım ama onları kalbimden atamadın.Son aylarda bana çok güzel bir süpriz yaptın:)Şimdi çok üzülmesemde gittiğine,buruluyor kalbim yinede.Bir yaş daha yaşlanmaya(büyümeye),verdiğin her güzelliğe sahip çıkmaya,kötülükleri gelseler bile geri göndermeye,gitsende sık sık seni anmaya hazırım artık.Güle güle 2008...
Adı değişik,kendi aynı zaman...2009...Sende hoş geldin...

30 Aralık 2008 Salı

SONUNDA

O kadar aradım filmi,iyi olacak hasta misali ayağıma geldi.Dün gece TNT'de izledim sonunda.


Şimdi sıra "Elizabeth:Altın Çağ" da....

28 Aralık 2008 Pazar

SİNEMA ARASI..

3 Maymun'u seyrediyorum,sonrasında ne çıkarsa bahtıma.Patlamış mısırı olmayanlar rahatsız etmesin...

22 Aralık 2008 Pazartesi

OKUMA NOTU


Engereğin Gözündeki Kamaşma'yı bitirdim.Çok hızlı okunuyor zaten.


Yazarın adını eski Picus dergilerimi karıştırırken gördüm,kütüphanede de rastlayınca aldım ama maalesef bitiremedim.130. sayfaya kadar dayandım.İnanılmaz fazla dercede yabancı özel ad kullanılmış ve ben bu yüzden ne okuduğuma bir türlü adapte olamadım.Bir kitap sitesindeki okuyucu yorumlarında kitabın son 50 sayfada hızlandığından bahsediliyor ama ben kesinlikle o kadar bekleyemezdim.


Elif'ten aldığım bu kitabıda yarıladım sayılır.


Verilen referanslara dayanak yaparak okumaya başladım Patasana'yı...İyiki kütüphanede bulmuşum. Olanca hızımla okumaya devam ediyorum ,akşama sabaha biter.




Bende inanamıyorum kendime ama okuyamadığım bir kitap daha.Sanırım yine zamanlama hatası.İlk 15 sayfada nasıl sıkıldım anlatamam.Neyseki bu kitapta Elif'ten,zaman sınırlamam olmadığı için okuyamadımdan çok erteledim ibaresini kullanabiliyorum.



Patasana olmasa bitmişti ama bitirmeden bile tavsiye edebileceğim bir derleme olmuş yine.Kesinlikle Murathan Mungan'a torpil falan geçmiyorum (ki zaten bu kitapta derleme öykülerden oluşuyor) ama yazarları büyüten yazarları ve onların öyklülerini bir kitapta toplamak müthiş bir fikirmiş.

Haliyle öncelikle yarım olan kitaplarımı bitirmeye çalışcağım ama Ahmet Ümit'in "Kavim'"i her an önceliği kapabilir. Ödünç bulursam Veda'nın devamı olan Umut'u da araya sıkıştırabilirim. Hatta okumak istediğim tüm kitapları üstüste koyup birdirbir bile oynayabilirim:)

21 Aralık 2008 Pazar

AŞK VE ÖBÜR CİNLER (Gabriel Gracia Marquez)


Sonunda bilgisayarım tamir oldu.Daha doğrusu tamir ettirecek vaktimiz oldu.Bu kadar alışınca internete 1 hafta ayrı kalmak gerçekten biraz zorluyor insanı.Sonunda kavuştum ya ,bunun şerefine hemen "Arkamda Bıraktıklarım"dan bir kitabı paylaşayım istedim.Sıcacık sahlebimide yanıma alıdım ve başlıyorum.

Bu kitabı bana Ruhumun Dağı:),Nam-ı diğer Bahar Karları göndermişti.Kendileri zaten bendeki Marquez sevgisini başlatan kişi olur.Yazarın,gazetecilik yaptığı zamanlarda tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak yazdığı kitabın konusu ;22 metre 11 santim uzunluğundaki bakır renkli saçların sahibi, çok eski bir manastırın mezarlığında yatan küçük bir kız çocuğudur.

Sierva Maria adındaki bu kız, birbiriyle aile bağı olmayan zengin bir anne-babanın çoçuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kendinden ve paradan başka sevgilisi olmayan annesi ve yıllar önce ruhundan ve kendinden vazgeçmiş olan babası ile yaşamak küçük kızın da hayat şeklini değiştirmiştir.Evlerinde yaşayan Afrikalı kölelerle birlikte zaman geçirip,onların alışkanlıklarını kazanmıştır.İçindeki gariplik,Afrikanın gizemiyle birleşince küçük kız ailesinden iyice uzaklaşır.

Bir çarşı gezisinde Sierva Maria'nın kuduz bir köpek tarafından ısırılmasıyla başlar kitabın asıl hikayesi.Annesi çeversinden utandığı için olayı saklamaya çalışır,babası ise geç kalınmış bir merhametle kızını iyileştirmek için yolar arar.Yapılan yanlış tedaviler zaten az olan belirtileri körüklemiştir.Çoğunluk kızın içine cin girdiğini düşünmektedir ve kızının ölmesini istemeyen baba ,onun bir manastıra kapatılmasına onay verir.Genç rahip Cayetano Delaura, Sierva Maria'nın içinde var olduğuna inanılan cini çıkartmakla görevlendirilir. Delaura'nın kızı anlaması,onun içindeki duygu boşluğunu yakalaması,hırçınlığının sebebinin cin değil sevgisizlik olduğunu çözmesi ile bu iki insan arasında inanılmaz bir aşk başlar.Tabii bu aşk ikisininde sonunun görünmeyen habercisidir.

Kitabı okurken bir el yakalıyor sizi ve içine çekiveriyor,zaten karşı koymakta içinizden gelmiyor. Sierva Maria'nın sevgisizliği ve ailesinden uzaklığı içime gerçekçi bir sıkıntı düşürdü .Delaura'nın sevgisi için acı çeken bedeni ve benliği,sevgilisine okuduğu şiirler "Evet,aşk bir cindir." dedirtti. Kitabın sonu yüreğimi allak bullak etti ve fırlattığı girdapta bir süre bekletti.Okurken hiç sorun yaratmayan çevirisiylede akıp giden bu kitabı tavsiye etmekten etmekten başka diyecek sözüm kalmamıştır.


Not:Resimdeki kitap kapağı benim okuduğum baskıya ait değil,en ksıa zamanda aslını koyacağım.

***"-Kızı cin çarptığını söylemedik biz."dedi,"yalnızca öyle olduğunu düşündürecek nedenler olduğunu söyledik."
-"Gördüklerimiz herşeyi kendiliğinden anlatıyor ."dedi başrahibe.
-"Dikkat edin."dedi Delaura."Bazen anlamadığımız bazı şeyleri,tanrının anlamadığuımız şeyleri olabileceğini düşünemden,şeytana yorarız."(syf.101)

***-"Ne kadar uzaklardayız!" diye içini çekti.
-"Neden?"
-"Kendimizden" dedi piskopos."İnsanın öksüz olduğunu öğrenmek için bazen bir yıla ihtiyacı olması sence haksızlık değil mi?"Bir yanıt alamayınca da ,hasretini açığa vurdu:"Bu gece İspanya'da uyuyor olmalarının yalnızca düşüncesi bile içimi korkuyla dolduruyor."
-"Dünyanın dönmesine karışamayız," dedi Delaura.
-"Ama bize acı vermemesi için bunu bilmezlikten gelebilirdik," dedi piskopos."Galile'ye asıl gereken,inanç değil yürekti." (syf.119)

***-"Bunun yasaklanmış bir kitap olduğunu biliyor musunuz?"
-"Son yüzyıllardaki en iyi romanların hepsinin yasaklandığı gibi,"dedi Abrenuncio.(syf.143)


Can Yayınları /184 sayfa

1.basım :1994 /10.basım:ocak 2008

İspayolca aslından çeviren:İnci Kut


Kapak resmi:Henrı Rousseau/Gümrükçü (Benim okuduğum baskıdaki)

12 Aralık 2008 Cuma

İSTANBULLULAR ( Buket Uzuner )

Ömrüm oldukça ,gönül tahtıma keyfince kurul!
Sadece bir semtini sevmek bile bir ömre değer.



Buket Uzuner'le ilk tanışmam 17 yaşımda olmuştu.Esra okuduğu kitabı o kadar çok beğenmişti ki hepimiz okumak için sıraya girmiştik.İlk sırayı kapan bendeniz okurken etkisi altına girdiğim kitaptan uzun süre kopamamıştım.Başkaları okurkende ellerinden alıp aklıma gelen ayrıntılara bakmıştım.O kitap en hala en sevdiğim kitaplardan biri olan "KUMRAL ADA MAVİ TUNA" ydı.
O günden sonra Buket Uzuner'in tüm kitaplarını alıp okumaya başladım.Kitaplığımda nerdeyse tüm kitapları var.Sonra nedense ara verdim Buket Uzuner okumaya.Bu kitabından önce çıkan son iki kitabına nedense elim gitmedi.Kütüphaneye her gittiğimde bir göz atıyordum ,son gözüm takıldığında İstanbullular'ın geldiğini gördüm ve artık zamanı geldi dedim kendime:)



Kitap İstanbullular,İstanbullu olanlar,olmaya çalışanlar,İstanbulluluktan sıyrılmak üzere olanlar ve İstanbul hakkında.Her yaştan,her kesimden insanın bir şehre ,bir toplulupa ait olma çabasını;kendi olma uğraşını ve insanlık hallerinden kesitler sunuyor önümüze.

Kitabın iki ana karakteri var.Birincisi yurt dışında yaşayan gen profösörü,akıllı,güzel ,karakter sahibi,görgülü ama yaralı kadın Belgin Gümüş.İkinciside Adana'dan çıkan heykeltraş,duygu adamı, kendini yetiştirmiş,evlat acısı çeken halk adamı Ayhan Pozaner...Evet,aklınıza geldiği gibi birinin adı Belgin Doruk'tan,diğerinin ki de Ayhan Işık'tan geliyor ve bu iki kalbi kırık insanın bir gün yolları kesişir.Roman da zaten bu birleşmenin kesinleşeceği Atatürk Havalimanında yakışıklı Ayhan,güzel Belgin'i beklerken zuhur eder.Ayhan İstanbul'a kesin dönüş yapan Belgin'i karşılamak için havaalimanına gider ama orada onu romanın diğer karakterleri ve anlatacakları kendi hikayeleri beklemektedir.Kim mi o diğerleri:

  • Tuvalet temizlik işçisi varoşlardan gelme Hasret Sefertaş,
  • Pasaport polisi maço Üzeyir Seferihisar
  • Taksi şoförü İstanbullu Kürt Hamo Türk,
  • Duty Free müdürü İstanbullu laik Yahudi Jak Sarfati,
  • Moskova'dan dönen liberal işadamı Mehmet Emin Entek,
  • O'nun genç sevgilisi ve "pörsınıl" asistanı Tijen Derya,
  • Türban yasağı nedeniyle Amerika'da üniversite eğitimi almaya giden türbanlı Aleynâ Gülsefer,
  • Cannes'da bir festivale giden ünlü sinema yazarı İstanbullu Levanten Anna Maria Vernier,
  • Fransa'da okuyan kızını ziyaretten dönen Fransızca öğretmeni İstanbullu Ermeni Ayda Seferyan,
  • Yurtdışında yaşayan kızı ve torununu ziyaretten yaşadığı Büyükada'ya dönen emekli tarih öğretmeni Kemalist Ulviye Yeniçağ,
  • Barcelona'daki bir mimarlık konferansında Türkiye'yi temsil eden İstanbullu aktivist, ünlü mimar Erol Argunsoy,
  • O'nun genç sevgilisi havalimanı barmeni İ. Baturcan Uzunçay,
  • Atina'ya göçmüş akrabalarını ziyarete giden Boğaziçi Üniversitesi çevre bilimci İstanbullu Rum Prof. Yannis Seferis,
  • San Francisco'daki ailesini ziyarete giden İstanbullu turizmci Susan Constance
  • Berlin'den tatile gelen Alevî işçi Sabriye Bektaş ,
  • Belgin'i karşılamaya gelen dadısı, dert ortağı, eski besleme İstanbullu Kete...

    Ve romanın en önemli karakteri İSTANBUL...Bir istanbul ki herşeye karışıyor,kendini öve öve bitiremiyor.Kitapta en çok o konuşuyor.Neler mi diyor:
  • Benim adım İstanbul...
  • İçinden deniz geçen biricik şehir benim....
  • Yedi tepeli,yedi canlı,yedi kanlı İstanbul'um.
  • Gezgin ve şairlerin tutkusuyum...
  • Avrupalı doğu akdeniz şehri benim...
  • Taşım toprağım altın...


İstanbul'da dahil hepsinin anlatacak hikayesi var.Herkesin sevinçleri, hüzünleri, önyargıları, aşmaya çalıştıkları sorunları var ama bu hikaye anlatma süreci havalimanında yapılan bir anonsla çok başka bir hal alıyor.Çok heyecanlı bir bekleyiş başlıyor o kozmopolit alanda.

Buket Uzuner okuyanların alışık olduğu bir dil yapısı var kitapta.Zorlamadan anlatıyor söylemek istediklerini yazar.Yalnız karakterlerini bazen o kadar teferruatlı ve bilmişçesine konuşturuyor ki inandırıcılığını kaybediyor.İstanbul 'da konuşmaya katılınca arada kopukluklar olabiliyor. Birde bazı anların farklı karakterlerce tekrar tekrar anlatılması insanı yorabiliyor.Küçük bezginlik anlarını atlatabilirseniz okunması oldukça keyifli bir kitap çıkıyor ortaya..Hele de benim gibi İstanbul özlemi çekenlerden,adını anınca burnunun direği sızlayanlardansanız tam size uygun bir kitap oluyor "İstanbullular".

Güzeldi hoştu ama beklediğimin tam karşılığı değildi kitap.Bu benim kitabı,yazarın diğer kitaplarıyla karşılaştırmamdan kaynaklanıyor galiba.Yinede okuduğunuz zamana acımayacağız bir kitap olmuş. Bir de Everest Yayınlarının özel serisi Cep Boy kitaplarından alırsanız emin olun paranıza'da acımayacaksınız:)Sadece 9,90 ytl hatta internetteki sitelerde çok daha ucuz... Şimdiden zevkli okumalar...


***İnsan ancak kendine benzeyen bir şehre dönerken kendi hatalarını affetmeye benzer bir acı çeker.Bu biraz da vazgeçilememiş eski sevgiliye dönüşün kırık ama eşsiz tutkusuyla heyecanlanmak gibidir.(syf.1)

***İnsan hiç yapmayacağım dediği şeyleri yaparken kendini yakaladığında geçmişteki kendisinin en saf ve katı olduğunu anlıyor.Kaç yaşında olursa olsun,artık genç olmadığını idrak etmesi o yakalanma anına denk düşüyor galiba....(syf.196)

***Şartlar ne olursa olsun,gözlerindeki bu ateşi asla kaybetmeyeceksin,hiç ama hiç kimsenin bu nuru kaybettirmesine izin vermeyeceksin!Kaybettiğini hissettiğin anda buna sebep olandan uzaklaşacaksın,zira o kişi senin düşmanındır.Hatta gerekirse kendinle bile mücadele edeceksin!Çünkü gözlerindeki ışık senin fenerindir,en karanlık zamanlarda yolunu bulmana,direnmene ve hayattta kalmana yardım edecek aydınlıktır.Sen o nur ile sensin,o ziya seni biricik yapıyor........Ama yapamadım.Gözlerimdeki ferin sönmesini çaresizce izlemiş,karanlıkta kalmış ve aynada kendimi bu yüzden göremez olmuştum..(syf.200-201)

***Kentler mi kadınlara benzer,yoksa kadınlar mı kentlere?(syf.208)(Hadi cevaplayın bakalım Kadından Kentler'i okuyanlar:)

***Kaç erkek kendi değişim ve dönüşümünü yaşarken sevdiği kadına karşı dürüst kalmaya dayanıklı çıkabilir ki?(syf.324)

***Bir aşk ilişkisinin hangi ortaklıklar üzerine kurulduğu bellidir ama asıl hangi zayıflıklar üzerine durduğu daima bir sırdır "diyerek iç geçirdi Belgin..(syf336)

***Çok genç ve safken arzulanan genç kızın,aklı ve düşünceleri olgunlaşıp,kendini dünyayı fark ettikten sonra tehlikeli ve düşman sayılması neden?Neden akıllı kadınların ancak nine olunca saygı görebilmeleri?Nedir kadının yaratıcı ve entellektüel zakasına karşı bu kıyıcı küçümseme?Nedir,nedir dişi cinsiyete bu dayatma,bu hor hörme,bu ille kontrol etme hırsı ve çok derindeki güçlü kadın-sevmezlik?Niçin bütün dinlerde negatif ve şeytan enerjileri dişil özelliklere bağlanıyor da savaşları,soykırımları,silahları ,bombaları kadınlar yaratmıyor?Aslında bir adıda "kadın korkusu" olan bu şiddet hangi yüzyıla dek devam edecek? İnsanlığı daima ikiye ayıran bu zulüm barikatlarını kırmak ve bölücü nefreti yıkmak için kaç yüzyıl daha bekleyeceğiz?Kırılıyoruz, yok oluyoruz,kaybediyoruz.Çünkü aslında kazanan taraf yok! Çünkü ruhun cinsiyeti yoktur ve asıl üzücü olan budur.(syf.449)

“İstanbul benim adım;
Doğu Akdeniz'in, orta ve yakın Doğu'nun, Balkanlar ve Kafkaslar'ın,
yakın-uzak, ön ve arka Asya'nın, binlerce yıldır Dünyanın kaderiyim Ben!.
İmparatorların, sultanların, evliyaların, azizlerin, ermişlerin, kahramanların, soyluların,
kimsesiz ve evsizlerin, terk edilmiş ve kalbi kırılmışların, tutunamamış ve tutunamayacakların, kağıt toplayıcılarının ve işsizlerin, tinercilerin, sokak çocuklarının, fahişelerin,
delilerin, akıllıların, idealist ve fırsatçıların, safların ve romantiklerin ruhuyum ben.
Hepsinin şehri, hepinizin İstanbuluyum ben...
İstanbul'um ben.
Değerimi bilmeyen fanilerin sonunu en iyi yine ben bilirim''.

10 Aralık 2008 Çarşamba

BOLEYN KIZI (The Other Boleyn Girl)

Merak ediyorum kitaptan uyarlanan filmler genelde kitaplarını aratıyor.Biri çıkıpta filmden bir kitap yazmaya kalksa hangisi daha iyi olur?Sanırım ben yine kitabı tercih ederim.Peki kitabı tercih edeceksem niye inat edip kitaplarını okumadan şu filmleri seyrediyorum?Cevap basit,üşengeçliğimdem...Kızıyorum kendime ...


Film çoğunluğun bildiği üzerine 8. Henry’nin aşkı için rekabet eden iki güzel kız kardeşin, Anne ve Mary Boleyn’in hikâyesini anlatıyor. Filmin ;zamanının ahlak kurallarıyla dalga geçen bir yapısı, görselliğiyle etkileyen bir çekimi ve heyecanlandıran bir sonu var .


Küçük kardeş Mary Boleyn (Scarlett Johansson) ,iyilik timsali,temiz kapli bir kızcağız:)


Abla Anne Boleyn (Natalie Portman) ,içindeki şeytanı ortaya çıkartmak için fırsat arayan iki yüzlünün teki...


Zavallı Kral VIII. Henry !!! (Eric Bana) ise,iki arada bir derede kalmış savunmasız ,birazda ahlaksız biri olarak görülüyor.

Kraliçeye (Ana Torrent) ise diyecek söz bulamıyorum.Çok az gözüksede filmin en asil kişisi bence oydu.

Başrolleri paylaşan 3+ 1(kraliçeyi es geçemiyorum) oyuncunun performansları oldukça hoştu ama nedense kral o kadar boş yansıtılmış ki,insanın kral olduğuna inanası gelmiyor. Bir filmdeki oyuncaların hepsi birbirinden hoş olunca en azından gözleri doyuran bir film çıkıyor ortaya. Baksanıza şu güzel insanlara:)






Filmin en hoşuma giden yönü kıyafetleri oldu.Çok güzeldiler ,özelliklede boleyn kızlarının bahçede gezinirken giydikleri kaftanvari elbiselere ( alttaki resimde mevcut) bayıldım. Birde Anna Boleyn'in Fransa'da ki sürgünden gelirken atların denizin kıyısında koştuğu sahneye bittim.Çok aradım ama fotoğrafını bulamadım.Belki filmi izleyenlerden hatırlayan olur.

Filmin orjinal adı "The Other Boleyn Girl" olduğu halde neden türkçeye "Diğer Boleyn Kızı" olarak çevrilmemiş merak ettim.Zaten filmin amacı, Boleyn kızı Anna'nın üstündeki ilgiyi varlığından emin olunamayan diğer Boleyn kızına yani Mary'e çekmek değil mi;yoksa ben mi yanlış anladım?
Filmin bana kazandırdığı en önemli şey meşhur I. Elizabeth'in hayatına duyduğum merakın artması oldu çünkü ben o Bakire Kraliçe'nin annesi'nin hırsı son derecesine kadar içinde taşıyan Anne Boleyn olduğunu bilmiyordum.Haliyle lise 3.sınıfta (1998) izleyip bayıldığım ama hiç araştırmadığım "Elizabeth " isimli filmi tırım tırım arıyorum şimdilerde.Bir yerde bulan gören olursa insaniyet namına haber versin yoksa filmin devamı niteliğindeki "Elizabeth:Altın Çağ" ı izleyemeceğim...
Bu arada bu uçkur düşkünü kral gerçekte nasıl birisiymiş diye araştırınca karşıma aşağıdaki resim çıktı.Böylece meşhur Boleyn kızlarının kral için değil iktidar için kapıştığı iyice su yüzüne çıktı:)

Anne Boleyn ise aşağıdaki resimde görülüyor.Yapımcılar gerçeğine benzeyen kralın ilgi çekmeyeceğini düşünüp Eric Bana'yı koymuşlar ama en azından Anna'yı birazda olsa anımsatan birisini bulmayı uygun görmüşler.




Sonuç olarak hoş zaman geçirilebilecek görsel açıdan doyurucu ama kurgu açısından eksiklikleri olan (mesela boleyn kızlarının annesi tam bir felaketti:) bir film var karşınızda.Eğer filmin oyuncularının hayranıysanız,kitabını okumaya benim gibi üşeniyorsanız ama yinede boleynlerin hikayesini merak ediyorsanız,entrika seyretmekten zevk alıyorsanız (bir nevi yalan rüzgarı:) muhakkak izleyin.Ama tarihsever damarınız ağır bir yapıt bekliyorsa,tarihi gerçeklerin olduğu gibi brakılmasından yanaysanız yanaşmamanız menfaatiniz icabıdır.İyi seyirler...
Not:Filmi seyrederken aklıma sık sık Osmanlı padişahları düştü.Entrikaysa entrika,saraysa saray, nedimeyse cariye,kralsa padişahımız var.Biz neden böylesine filmler yapamıyoruz?Mesela Kanuni'nin Hürrem yüzünden öldürttüğü Mustafa'nın hikayesinin bu konudan aşağı kalır ne yanı var.Belki birgün birileri doğru düzgün( bir ara Gülben Ergen'in oynadığı gıcık bir dizi yapmışlardı zira) birşeyler yaparda bizde kendi entrikalarımızı tartışırız:)

9 Aralık 2008 Salı

KİTAP KAPAKLARI ( KIRMIZI PAZARTESİ )


































7 Aralık 2008 Pazar

ÇOCUK ÖLÜMÜ ŞARKILARI (Hamdi Koç)


En sevdiğim yazarlardan birinin ilk kitabı.Kitabı okumaya başladığım ilk sayfalardan itibaren sordum kendime,ilk bu kitabını okusaydım bu kadar sever miydim yada diğer kitaplarınıda okur muydum diye.Açıkçası çok olumlu bir cevap alamadım.Garip bir yaşantısı olan,aşk kırgını bir adamın hiç susmayan içsesi konuşup duruyor bu kısa romanda.Sürekli birşeyleri eleştiriyor, yaşamaya üşeniyor,hayaller görüyor ve bunların hepsini kendi kendine anlatıyor.


Kitap,Hamdi Koç'a başlamak için çok uygun bir kitap değil bence.En iyisi sondan başa gitmek:)
Aslında kitaba haksızlık yapmak istemiyorum,sonlara doğru dilinin tadını yakalamaya başladım ama dediğim gibi diğer kitaplarından başlamak okuyucu için bence bir avantaj.Sanırım 1992 de yayınlanan bu ilk kitabında okuduğu İngiliz Dili ve Edebiyatının oldukça fazla etkisi var.

Son olarak şunu bir kez daha hatırlatayım,Hamdi Koç gerçekten iyi bir yazar lütfen daha önce okumadıysanız bir defa şans verin.Özellikle de "Melekler Erkek Olur" u okuduktan sonra ne demek istediğimi kesinlikle anlayacaksınız.



***Yky'nin bu kitap kapağı çok daha uygunmuş aslında.***




***Zaman, işte.
Ona da nihayet belli bir yere kadar güvenebilirsiniz ve o bir yere kadar birşeyler yapmaya başlamanız gerekir.
Ki bir şeyler aldığını sansın.
Ansızın sizi bırakıp gider sizi,boşa harcandığını düşünüp,bıkıp.
Aptal zaman.
Çıkmazını anlayabiliyorum.(syf.66)
İş Bankası Yayınları-1. Baskı 2007
Yky 1. Baskı 1992-
84 sayfa