30 Haziran 2008 Pazartesi

Kızım bekliyor,çabuk yazmam lazım:)

Hafta sonu İstanbul'dan misafirlerimiz vardı.Eşimin Amerikan Hastanesi'nde ki sorumlu hemşiresi ve ailesi Artvin'e giderken bizede uğradılar.Sakin ve hoş bir haftasonu geçirdik,tek sorunum denize girememek.Havalar hala tam olarak ısınmadığından ve sürekli rüzgar estiğinden deniz benim girebileceğimden daha bulanık durumda.Dün gece yine yağmur yağdı mesela.

Abdülhak Şinasi Hisar'ın "Fahim Bey ve Biz" isimli kitabını bitirdim ve daha önce nasıl keşfedemediğime şaşırdım,hatta sinirlendim.Kütüphaneden kitapta da bahsi geçen "Çamlıca'daki Eniştemiz" kitabını aldım.En kısa zamanda kendi kitaplığımada ekleyeceğim kitaplar olacak bunlar.

Kurdela nakışına devam ediyorum ve rengarenk kurdelelerle kendimi kaybediyorum.Eylül Ilgın'a düz bir iki tişört arıyorum,onlarıda rengarenk çiçeklerle bezeyeceğim.Oldum olası renklere bayılırım zaten,bu yumuşacık kurdelalar tam bana göre.

Dün Yason Burnuna yine gittik ve bu sefer kilisenin içine girebildik.Restorasyondan anlamayan bir millet olduğumuzu bir kez daha anladım.Büyük büyük dedenizin elinde cep telefonuyla bir resmini görmüş gibi oluyorsunuz.Saçma ve komik...

28 Haziran 2008 Cumartesi

ŞANS MÜZİĞİ (Paul Auster)




Bir şarkı vardı:Havam güzel,dünya güzel,sen güzelsin ...diye.Tam o kıvamdayım haberiniz ola. Birşeyler yazamıyor olmam tembellikten değil ,tamamen fiziksel altyapı yetersizliğinden çünkü kaldığımız kampta internet yok.Hazır eve gelmiş ,perdeciyi beklerken bari bir iki satır bişeyler yazıp bir kitaptan bahsedeyim dedim,zira okuduklarım çok birikti.


Paul Auster önceden de söylediğim gibi en sevdiğim yazarlardan biridir.Kadıköy Alkım onunla ilk tanıştığım yerdir.Alkım'ıda özledim bu arada.Neyse canım Auster çekti ,aklımda adını çok duyduğum başka bir kitabı vardı ama bu kitabın adı ve içinde yollardan bahsetmesi önce okunması gerekliliğini hissetirdi nedense .


Karısı Therese tarafından terkedilen Nashe, 2 yaşındaki kızı Juliette'yı bakması için ablasına bırakır.Senelerdir görmediği babasının ölüm haberiyle beraber gelen yüklü bir miktar para Nashe'ın hayatını her yönüyle değiştirir.Herşeyin yoluna girdiğini düşündüğü bu anda kızının kendinden uzaklaştığını farkeder ve kendini Sıfır kilomerte ve son model bir Saab'la yollara vurur.Amerika'nın bir ucundan diğer ucuna yolculuk yapmaya ve kendini jayatı sorgulamaya başlar.Durmadan yol alırken Jack Pozzi ile karşılaşır ve raslantıların yol açtığı olaylara kendini bırakır.Pozzi bir kumarbazdır,poker oynayarak hayatını kazanmaya çalışır.Nashe'nin Pozzi'ye yaptığı ilginç teklif sonucu kendilerini Pennsylvania'da bulurlar.Farklı tutkuları olan (ki bunlar da hayli ilginç) iki zengin adamla poker oynamaya başlarlar ve kaybederler.Beş parasızdırlar ve iki manyağın zenginliklerini tescillemek için yaptırdıkları duvarı örmeye çalışmaktadırlar.Duvarın yapım aşamasında yaşananlar kimi zman sevimli olaylara dönüşmekte,kimi zamna ise sinirlerinizin yıpranmasına sebebiyet vermekte. Borçlarını ödeyebilmek için özgürlüklerini feda eden iki kişinin aynı olaylara ne kadar farklı tepkiler verdiğini görünce şaşırmamak mümkün değil.Auster'in sorumluluklardan kaçış,boşluk duygusu,kendine yetme gibi kavramlara ilişkin görüşlerinin ağır bastığı bu kitabın kimi yerlerinde öyle heyecanlanıyorsunuz ki yazara müdahale etmek ihtiyacı istiyorsunuz.Ama nafile,Auster iki ana karakterede bildiğini okutturuyor.

Pozzi karakteri anlatılırken herşeyiyle gözümde canlandı ama nedense Nashe için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.Kitabı okurken bile net bir yüz getiremedim gözümün önüne,eksik olan (veya benim atladığım) 1-2 ayrıntı vardı sanki...Benim Yanılsamalar Kitabı'yla başlayan Auster yolculuğum Nashe'ınkinden farklı olarak olabildiğince bilinçli ve zevkli olarak devam ediyor.Ve kitabın sonu için düşündüğüm onlarca yoldan hiçbirini seçmeyerek yaar beni bir kez daha şaşırtıyor.Öyle bir son ki,kitap bitince durup kaldım öylece...Sonununda bu kadar şaşırdığım

2. kitap oluyor bu. İlki Araf'tı ve onu okuyanlar benim Şans Müziği'ndeki halimi tahmin etmekte zorlanmayacaklardır.

Kitap Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap 'tan biriymiş aynı zamanda.Philip Haas 'ın yönettiği kitapla aynı adı taşıyan bir filmde var.Tv'de filan denk gelirsiniz bana haber vermeyi unutmayın lütfen...Kitabın Beckett'in Godot'yu Beklerken'ine göndermeler yaptığıda rivayet ediliyor. İlk romanı Cam Kent'in başında şunlar yazar: "Çok daha sonra başına gelen şeyler hakkında düşünebildiğinde, şanstan başka hiçbir şeyin gerçek olamayacağı hükmüne varacaktı. Ama bu çok sonraydı. Başlangıçta sadece olay ve onun sonuçları vardı." Sizde şansın yarattığı müziği dinleyenlerdenseniz güzel bir Auster kitabı okumak için bence daha fazla beklemeyin:)




***Bu yaptıklarındaNashe'e müthiş doyum veren bir aldırmazlık ve ataklık vardı,ama he şeyi kaldırıp atıvermenin verdiği tat hiçbirşeyle karşılaştırılamazdı.(syf.15)


***Kitapları,üst kattaki liseli kızlara,beyzbol eldiveni karşı evdeki küçük oğlana verildi;plak koleksiyonu Cambridge'de kullanılmış müzik arçları satan bir dükkana satıldı.Bunları elden çıkarırken bir burukluk duyuyor;ama kendisini geçmişinden ne kadar koparırsa geleceği o kadar iyi olacakmış gibi,bu burukluğu hoş karşılıyor,bu acı ona soyluluk katıyordu.Sonunda kafasına kurşunu sıkma yürekliliğini bulmuş biri gibi hissediyordu kendini - ama bu kez sıkılan kurşun ölüm değil yaşam getiriyordu,yeni dünyaların doğumuna yol açan bir patlamaydı bu.(syf16)


***Nashe yolda geçirdiği aylar boyunca ölümle biten birkaç kaza gördü;kendisi de bir iki kez kazadan kıl payıyla kurtuldu.Ama ölümle böylesine burun buruna gelmek hoşuna gidiyordu. Bunlar,yaptığı işe risk katıyordu ve bu da onun en çok aradığı şeydi:Yaşamını kendi avuçlarında tuttuğunu duymak istiyordu.(syf18)


***Umutsuz durumda olmayan hiçbirşeye ilgi duyamıyorum(syf. 29 )


***İnsan bir başkasında kendini görmeye başladı mı,artık oma yabancı gözüyle bakamaz.İstesen de istemesen de,arada bir bağ oluşmuştur.(syf.52)


***On buçukta televizyonu kapadı,Saratoga'yken okumaya başladığı Rousseau'nun cep dizisinden basılmış 'İtiraflar'ını alıp yatağa girdi.Uykuya dalmadan önce,yazarın bir ormanda durup ağaçlara taş attığı bçlüme geldi.Rousseau kendi kendine,eğer bu taşı ağaca isabet ettirirsem ,bundan sonra yaşamımda herşey iyi gidecek der.Taşı atar ve ıskalar.Bu sayılmaz diyerek başka bir taş alır ve ağaca da birkaç metre daha yaklaşır.Yine ıskalar.Bu da sayılmaz deyip biraz daha yaklaşır ağaca,yeni taş alır.Yine ıskalar.Bu son alıştırma atışıydı,asıl atış bundan sonraki der.Ama işi garntiye almak için ağacın yanına gider , hedefin tam karşısına geçer.Aralarında otuz santimden az vardır,elini tutsa dokunacaktır.Sonra taşı var gücüyle ütüğe indirir.Başardım der,başardım.Bu andan itibaren,yaşamım eskisinden daha iyi olacak.


Yazı Nashe'in hoşuna gitti ama içinden gülmek geldiği içinde utandı da.Böylesine açıksözlülükte ne de olsa ürkütücü bir şeyler vardı.Nashe,Rousseau'nun kendisiyle ilgili böyle bir şeyi açığa vurmak,kendi kendini aldatmacayı itiraf etmek cesaretini nasıl bulduğunu merak etti.(syf.56)


(Okurken bende kendi kendimi ne kadar çok aldattığımı,ama asla Rousseau kadar cesaretli olamadığımı farkettim.Ya siz?)


***Parayı kaybederlerse nasıl davranacaktı?İşin tuhafı,bu olasılığı hesaba katmasına karşın,alabildiğine kayıtsızdı ve hiç acı duymuyordu.Sanki başına gelecekelrde kendisinin rolü yokmuş gibiydi.Ve eğer kendi yazgısına artık kayıtsızsa,neredeydi,ona ne olmuştu?Belki de çok uzun süre boşlukta yaşamıştı ve kendini yeniden bulmak istediğinde tutunacak hiçbir şey kalmamıştı geriye.Nashe birden içinin öldüğünü,bütün duygularının tükendiğini hissetti.Korkmak istiyordu ama felaket bile onu korkutamıyordu.(syf.61)


***Galiba,günün birinde para çıkarsa neler yapacağımızı konuşmak için bilet alırdık daha çok.Bu en keyifli saatlerimizdi,Steinberg's Deli'desandviçlerimizi alıp oturur,şansımız dönerse nasıl yaşayacağımızı konuşurduk.Bu ,kimseye zararı dokunmayan bir oyundu,böle dizginleri koyverip düş kurmak hoşumuza giderdi.Buna bir çeşit tedavi bile denebilir.Kendiniz için bir başka yaşam düşlersiniz,bu sizi ayakta tutar.(syf.73)


***Ne kadar paran olursa olsun,yaşamında bir tutku yoksa yaşamaya değmez.(syf.78)


***Geçmişi yadetmenin,birlikte geçirdikleri güzel günleri anmanın anlamı yoktu;çünkü hiç güzel günleri olmamıştı.Gelecek ise,ikisinin de dikkatle izlemekten kaçındıkları,elle tutulmaz,şekilsiz,varlığı yalnızca bir gölge olmaktan ileri gitmeyen bir belirsizlikti.(syf.162)


***Er geç öğrenecekti.Bundan emindi ve bunu bilmek onu rahatlatıyordu,avutuyordu.Kendi kendine "Her şeyin sırası var." diyordu.Gerçeği öğrenmeden önce ,sabretmesi gerekiyordu.(syf.192)


***Kasım sonlarına doğru bir gece Wiliam Faulkner'ın bir kitabını(Ses ve Öfke) eline aldıirastgele bir sayfa açtı ve bir cümlenin ortasında şu sözlerle karşılaştı:"....duyduğu nefret,tek bir şans uğruna her şeyi gözden çıkartacak ölçüde büyüyünceye kadar..."(syf.193)


***Murks onun için yalnızca şimdiki zamnda var olan biriydi ve bu şimdiki zamanın ötesinde bir hiçti,tıpkı bir gölge ya da düşünce gibi elle tutulur varlığı olmayan birşeydi.(syf.200)




&&& Yukarıdaki resimde daha önceki baskısına aitmiş.Bana kitaba daha yakışan bir kapak resmiymiş gibi geldi.Neden değiştirmişler anlayamadım.





İngilizce aslından çeviren:Seçkin Selvi


Can Yayınları/207 sayfa


1. basım 1993/4. basım 2005


27 Haziran 2008 Cuma

ACELE TARAFINDAN...


Henüz senelik izne ayrılmadım ama yinede tatilde sayılırım.Evi deniz kıyısına,çadıra taşıdım. Akşamları denize karşı yemek yiyorum,kitabımı elime alıp hamağa uzanıyorum,maçları deniz sesiyle seyrediyorum,ateş yakıp çevresinde dırdır ediyorum,sabahları kavak hışırtıları ile uyanıyorum:) Evime 6 km uzaklıkta yeni bir evim oldu.Çadır kampında internet bağlantısı olmadığı için sürekli birşeyler yazamıyorum.Eve geldiğim sınırlı dakikalarda da birkaç yorum yazıp evi terkediyorum.Şimdi yine çadırıma gidiceğim ve beni bekleyen kuzumla kumlarda oynayacağım.Hadi bana müsade...

SABAH 5'TE EBELİK ALIŞTIRMASI

Haftanın ilk üç günü çeşitli eğitim ve toplantılar sebebiyle köye çıkamadım.Yaz gelince çalıştığım köye ulaşmak zor oluyor, benim gidiş-geliş saatlerimin tersinde birer araba var sadece. Her seferinde farklı yollar deneyip ulaştığım işime dün akşam üstü köy servisini kullanarak anca gidebildim.Normalde geceleri kalmıyorum köyde ama bilgisayara girilip güncellenmesi gereken bir sürü bilgi varken başka bir yol bulamadım.Neyse bu sabah 4 'e kadar havlu ve etf girişi arasında bocalıyıp durdum ve sabah ezanını duyar duymaz başımı yastığa koydum.Gözümü "Serap kalk doğum var." cümlesiyle açtığımda saat 5:30'du.Pijamalarla fırlayıp nasıl sağlık ocağına koştum,maratoncular halt yesin yanımda.Ben ortamı hazırlarken gebiş geldi.Yatağa yatırdım,komşulardan birini yardıma çağırdım.10 dk içinde pespembe kara saçlı bir oğluşum oldu.Yanımda bana yardım eden hasta yakınlarından bilgi almaya çalışırken ,konuştuğum kişinin akraba değil gebişin geldiği köyün ebesi olduğunu öğrendim.Benim bölgem dışındaki bir ilçeden gelen ebe konuşurken bile heyecandan kekeliyordu.Daha ufacık vekil bir ebe...Ordu Doğumevine yetişmeye çalışırken yolun kenarındaki sağlık ocağı yazısını görmüşler ve köye sapmışlar. Çalıştığım sağlık ocağı açılalı 30 sene falan olmuş.28,5 yıl boyunca sağlık ocağında olan doğum sayısı sadece 1...Benim çalışmaya başladığım 1,5 seneden beri ise 2. doğum...İkiside uzak bölgeden...İkiside son seçenek olarak köye sapıyor...Geçem senekinde köyün lojmanında kalıyordum ama bu sabah ki tamamen büyük bir tesadüf...Annenin plesentasının ayrılmasını beklerken bebişe baktım.Dün bağış olarak alıp getirdiğim yeni ve son model terazide tartım onu.3400 gr,saçlar simsiyah,gözler fıldır fıldır,eğilip kulağına"Çok sanslısın biliyor musun?" dedim.Yanağında gezdirdiğim elimi yakaladı ve görmesede bana baktı:) Şimdi düşünüyorum da benim diretip köyde kalma olasılığım 1/365 se ve bu olasılık gerçekleşmişse,sizce de ben oraya bu ssbah ki doğumu yaptırmak için gönderilmiş olabilir miyim?

24 Haziran 2008 Salı

MUTLU ÖLÜM (Albert Camus)

İlk defa okuduğum yazarlarda,doğru kitabından başlamak benim için büyük sorun. Sanırım Albert Camus 'ta bu yanılgıya düştüm.Kitap,uzun bir süredir elimdeydi.Neden bu kadar aralıklı oalrak okuduğumu bende anlamadım.Bir yerinde eksik bir şeyler varmış ve ben bu eksikliklere takılıyormuşum hissini yaşadım.Kütüphanede diğer kitaplarının olmaması biraz garip,belki başkaları almıştır diyeceğim ama kütüphanenin yolunu bilen birkaç ordulunun hepsinin canı Camus okumak istememiştir herhalde.Kütüphanede bilgisayar sistemi olmadığından bu soruma hemen cevap verebilmek ne yazık ki mümkün olmadı.

Yazılışı çok öncelere (1930'lara) dayanmasına rağmen yazarın ölümünden çok sonra yayınlanmış bir kitap Mutlu Ölüm...Hatta Yabancı'nın ön provası olduğuda söyleniyor.Romanın başında oldukça bilgilendirici bir Önsöz var.Romanın ne anlatmak istediğine (önsözün cümlesiyle ) çok net bir şekilde değinilmiş:

"Romanın bu hızlı akışı ana izleği gözler önüne serer:Nasıl mutlu ölünür?Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde nasıl yaşanır?İyi yaşama ve iyi ölmenin birinci kesimi,para,zaman ve duygusal egemenlik olmadığı için,tersidir;ikincisiyse,parasal bağımsızlık,zamanı istediğin gibi düzenleme ve kalbin dinginliği sayesinde yüzüdür."

Roman 2 bölümden oluşuyor.Birincisi "Doğal Ölüm" adını taşıyor. Patrice Mersault sıkıcı ve basit hayatına rağmen yaşamaya devam eden ve fazlası için çabalamayan bir adamdır. Önceleri sevincinin şimdiyse öfkesisinin sebebi olan kadın Marthe,Mersault'u Zagreus adında zengin fakat belden aşağısı olmayab bir adamla tanıştırır.Bir süre sonra Mersault Zagreus'u öldürmeye karar verir ve bir akşam evine giderek Zagreus, Baltasar Gracian'ın "Saray Adamı" kitabını okurken onu öldürür.
2.bölüm olan "Bilinçli Ölüm" de ise Mersault kendini ve mutluluğunu bulmak için yolculuklara çıkmaya başlar.Bu yolculuklarda ve aralaradaki konaklamalarda kendini daha iyi gözlemler ve hayata dair yeni şeyler keşfettiğini farkeder.Yolculuğu Cezayir'e kadar uzanır.Cezayir'de "Dünyanın karşısındaki ev" adını verdikleri bir yerde yaşayan ve çocuklarım dediği gençlerin evine gider.Orada da bir süre kaldıktan sonra Zagreus'tan aldığı paralarla kendine yerleşik bir hayat kuramaya çalışır.Hoşuna giden bir kadınla evlenir,sakin hayatına para efekti katılmış olarak devam eder.Bir kaç sene devam ettiği bu rahat hayat ansızın üşütüp,hastalanmasıyla sekteye uğrar.Ölümü bile son noktasında olduğunu düşündüğü mutlulukla birlikte karşılar ve ölür.
Konu ilk okuduğumda da hoşuma gitmişti ama biçim olarak bana biraz ağır geldi.Dili desem dili değil,anlatımı desem o da değil,felsefeci bir yazardan kaynaklanan kapalılıklar desem o da değil...Romanın sayfalarının üstünde ağır bir sis vardı ve ben bu sisin ne sebebini anlayabildim ne de o sisi dağıtabildim.Romandaki kadın karakterlerdeki belirsizliklerde biraz hayal kırıklığı yaratmış olabilir bende.Biraz da çevirinin payı olabilir bu sıkıcılıkta.Kitapta -handiyse- gibi anlamakta zorluk çektiğim kelimelerle karşılaşınca okumam da bölündü sık sık.Camus'u bir daha okumamı engeleyecek kadar kötü değildi ama keşke başka kitabından başlasaydım dedirtecek kadar boğucuydu.Yazın bu sıcağında okunacak bir kitap olmadığı da kesin.
Son zamanlarda kitapların kapak resimlerine takmış durumdayım.Bu kitabın da kapak resmi ilk iki basımdan sonra değişmiş ve ben nedense yine ilk resmi (yani aşağıdakini) kitaba daha uygun buldum.Aslında bu resimlerle veya kitabın basılışıyla ilgili küçük notlar koysalar kitaplara ne kadar hoş olurdu değil mi?

Zengin olmak hak edildiğinde, mutlu olmak için zamana sahip olmaktır

DOĞAL ÖLÜM'DEN:
***Özgürlük ve bağımsızlık kaygısı,ancak hala umutla yaşayan bir varlıkta duyulur(syf.42)

***Yoksulsunuz ,Mersault.Bıkkınlığınızın yarısı buna dayanıyor.Öteki yarısıysa yoksulluğu saçma bir biçimde kabul etmenize(syf.51)
***Yaşamın hangi aşamasına kadar varırdım iyi biliyorum.Yaşamımı bir deney haline getirmezdim.Kendim ,yaşamımın deneyi olurdum...(syf.55)

***Yalnız zaman gerekiyor mutlu olmak için.Çok zaman .Mutluluk da uzun bir sabırdır zaten.Ve çoğu kez, para aracılığıyla zaman kazanmak gerekirken,yaşamımızı para kazanarak tüketiyoruz.(syf.57)

***Yakışıklı değildi kuşkusuz.Ama güzellik salatayla yenmezdi.Üstelik adam öyle iyi biriydi ki.O ona ,o da ona değer veriyordu.Bunun dışında birşey midir,aşk?(syf.63)

***Marthe, Mersault görmeye geldi iç çerek."Öyle bir gün geliyor ki,insan olması gerektiği yerde olmak istiyor.Ama kimi kez yaşamak için,intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor" dedi.Bir hafta sonra Mersault Marsilya'ya gitmek için gemiye biniyordu.


BİLİNÇLİ ÖLÜM'DEN:

***Gömleğinin altından kaburgalarını kaşırken bir kez aha odasına baktı.Böylesi bir yüzüstü bırakılmışlık ve yalnızlık karşısında,ağzına korkunç bir talılık doluyordu.kendini her şeyden,kendi ateşinden bile bunca uzakta hissedip en iyi hazırlanılmış yaşamların temelinde saçmanın,bayağının bulunduğunu açık seçik biçimde hissedince,gözlerinin önünde bu odada kuşku ve belirsizlikten dağan garip bir özgürlüğün utangaç,gizli yüzü yükseliyordu.Çevresinde gevşek ,yumuşak saatler ve bütünüyle zaman,çamur gibi çalkalanıyordu.(syf.71)

***Kendine dek yükselen su ve yaprak kokusunun önünde,boğazı sıkılmış gibi durarak,akmayan gözyaşlarını düşünüyordu.Bir dost yada açılmış kollar yeterliydi.AMA GÖZYAŞLARI,ONUN İÇİNE DALMIŞ OLDUĞU SEVGİSİZ DÜNYANIN SINIRINDA DURUYORDU.(SYF.78)

***Yaşamını bir arpa şekeri gibi yalamak ,biçimlendirmek,keskinleştirmek ve sonunda onu sevmek.Bütün tutkusu buydu.Bundan böyle çabası,kendi üstündeki bu varlığa şimdi katlanmanın ne denli güç olduğunu bildiği bir yalnızlık pahasına da olsa,yaşamın bütün görünüşleri karşısında korumaktı.İhanet etmeyecekti.(syf.90)

***O sırada Mersault,Viyanadan bu yana bir kez olsun Zagreus'u kendi elleriyle öldürdüğü bir adam olarak düşünmediğini farketti.Kendisinde,yalnızca çocuklarda,dahilerde ve masumlarda bulunan , o unutma yetisinin olduğunu anladı.Masum ve sevinçle altüst olmuş durumda, mutluluk için yaratılmış olduğunu anladı sonunda.(syf.91)

***Hiçbir zaman vazgeçme,Catherine.İçinde öyle çok şeye sahipsin ki,hepsinden soylusu da,mutluluk duygusu taşıyorsun.Yalnızca bir erkeğin yaşamını bekleme.Onca kadın bunun için yanılıyor.Sen yaşamı bizzat kendinde ara.(syf.111)

***Yaşayacağı yer burasıydı.Kuşkusuz bu yerlerin güzelliği yüreğini etkiliyordu.Zaten bu çevre için satın almıştı bu evi.Ama burada bulacağını bildiği dinginlik ürkütüyordu onu şimdi.Ve onca bilinçle ardından koştuğu yalnızlık,çevresinde oluşunca,kaygı verici geliyordu şimdi ona.(syf.113)

***Nasıl ki denizde kolların ve suyun insanı kaldırıp taşıyan uyumuyla yol alınıyorsa;tertemiz ve bilinçli kalmak için,bir ağacın gövdesine elle dokunmak,kumsal üzerinde koşmak gibi birkaç zorunlu davranış yetiyordu ona.Böylece duru bir yaşama ulaşıyor,yalnızca en basit ya da en zeki hayvanlar verilen cenneti ele geçiriyordu.Düşüncenin düşünceyi yadsıdığı bu noktada,kendi gerçekliğine,onunla da en uç görkemliliğine ve en uç aşkına varıyordu.(syf.123)

***Seçmek gerektiğine,istenilenin yapılması gerektiğine ve mutluluğun koşularının bulunduğuna inanmak ,yanılgıdır küçük Catherine.Önemli olan yalnızca,anlıyorsun ya mutluluk isteğidir, sürekli varolan koca bir bilinç.(syf.128)

Fransızca aslından çeviren:Ramis Dara
can yayınları/147 sayfa
ilk basım 1991/3. basım 1999

20 Haziran 2008 Cuma

YENİ HOBİM VE HAYIRLI BİR İŞ














Bunlarda ne diye sormayın sakın.Havlu işte...Ama kurdela nakışlı havlular.Eskiden böyle şeylere pek heves etmezdim ama yaşlandıkça:) kokoş oluyorum galiba.Benim cici arkadaşım Çiğdem yapıyor bunları,sonrada satıyor.Arada bana da öğretiyor ama ben onun kadar güzel yapamıyorum.Çiğdem'in eli bu tarz şeylere yatkın,çok güzel tülbentlerde işliyor.Eee,devir zor,aile ekonomisine katkı yapmak lazım dimi?Çiğdem iki ufak çocukla uğraşıp,açıköğretimden ortaokulu bitirmeye çalışıp,birde üstüne bunları yapabiliyor,sırf çocukları biraz daha iyi şartlarda yaşayabilsin diye...Öpüyorum ellerinden arkadaşımın...Bu arada daha değişik modellerde ve renklerde de var ,zamanla ekleyeceğim onlarıda.Eğer olurda almak isteyen olursa (yorumlar aracılığıyla) büyük zevkle aracı olurum.Fiyatı 15 ytl.Verilen emeği görseniz ne kadar ucuz olduklarını anlarsınız.Yok ben almam ama alacak olanları tanıyorum derseniz o da kabulümüz:)Çocuk okutacaz işte yahu:)

17 Haziran 2008 Salı

BENİM MESKENİM DAĞLARDIR DAĞLAR...

























Geçen haftanın son günleri o kadar yoğun ve eğlenceli geçti ki..Perşembe günü kızım ve eşimle Samsun yollarını katettik.Ünye'den sonra yağmur yağmaya başlayınca biraz keyfimiz kaçtı ama Samsun bizi kapalı ama yağmursuz bir havayla karşılayınca bunada şükür dedik.Eşim işilerini hallederken bizde gezinmeye başladık kuzuyla.Lcw'dan elbise almak istediğini açık seçik söyleyen kızımın topladığı bir sürü elbiseyle kabine girmesi çok komikti.En sonunda birini beğendi.Bu giyinme işlemi aynı elbiseyi 2-3 defa giymeye uzanınca bir saatimizi adadığımız mağazadan kaçar gibi çıktım.

Cuma günü köy gezim vardı.Belki kimse bilmiyordur.Sağlık ocağı ebeleri kendilerine ait bölgelerdeki evleri tek tek gezmek zorundadır.Ben de bu niyetle müdürlükten aracımı istedim ve başladım gezmeye..Bebeklerimin çoğu yaylaya gitmeden önce onları sevip aşılarını yaptım.Gebişlerimin son kontrollerini ve hatırlatmalarını yapıp acil durum bilgileri verdim vs.Mesai bitiminde de benim köyümün altından geçen ve yapımı yılan hikayesine dönen "Mesudiye ( Dere) Yolu"nun biraz ilerisine gitmeye karar verdim.10 dk'da hava değişti ve ben birkez daha ne güzel bir memlekette yaşadığımızı,onu yok etmek içinse ne çok uğraştığımızı anladım.Benim uyduruk makineyle anca bu kadar çekiliyor ama kesinlikle seyretmelik bir manzara...Vatandaşın biri makinesini satmaya karar verirse Karadeniz'in güzelliklerini gerçekten çekebilirim belki.Araba dev kaya kütlelerinin yanından geçerken korkuyla karışık bir heyecan duymamak çok zor.Bir günde yolun sonundaki barajı gezmeye gitmem gerekecek.
Cuma gününün macerası İstanbul'dan gelen doktorum ve asistanının bize yemeğe gelmelerini haber alınca tekrar hızlandı.Sağolsun kayınvalidem yemekleri yapmaya başlamış ama yardım etmeden olmazdı.Eve gelip herşeyi hazırladık ve beklemeye koyulduk.2,5 kilo sebzeli kefal fırında duruyor ve ben açlıktan kıvranıyorum.Birde bunun üzerine saat 20:00'de eşiniz arayıp, misafirlerinizin korsan ev sahipleri tarafından kaçırıldığını haber veriyor.Çıldırdım tek kelimeyle..Misafirlerim çalındığı için...Bunun terbiyesizlik olduğunu anlamayan bir insan toplululuğuyla yaşadığım için...Eşimin yorgunluğuna yorgunluk katıldığı için...Hazırlıklarımız boşuna gittiği için... O kadar çok sinirlendim ki ağrıyan mideme bir tas çorbayı anca sokabildim.Ama inadım inat ben de bunu o korsanlara ödetmezsem Serap değilim:)

Şimdi giyinip "Çocuğun Psikososyal Gelişimini Destekleme Programı" eğitimine gitmeliyim. Cumartesi ve pazar ise çok daha az sinirli ve bol eğlenceli olarak geçti.Vaktim olunca (tabi Gönülcüm resimleri de gönderince) hemen yazıcam...

11 Haziran 2008 Çarşamba

DÜN

Biraz işim olduğu için izinliydim dün.Öğlene doğru yağan yağmurun verdiği miskinlikle (pijamaları çıkarmaya bile üşenen bir haldeyken) tembel tembel otururken kapı vuruldu.Yan komşumuzun oğlu kızımla oynamaya geldi diye düşündüm.Kapıyı açmamla yan komşumun "Kızım öldü." feryatları yükseldi.Komşumun 20 aylık kızı Fatma Naz annesinin kollarında çenesi kilitlenmiş,gözleri kaymış pestil halinde duruyor.Naz'ı elime alır almaz ateşini farkettim.Yere yatırıp önce kilitlenmiş çenesi açmaya çalıştım.Böyle durumlarda çene kilitlenince dil arkaya doğru gider,soluk borusunu tıkayarak veya biriken tükürüğü akciğerlere kaçırarak ölüme sebep olabilir.Birbirine kenetlenmiş dişleri açmak için sakın parmağınızı kullanmayın,hem işe yaramaz hemde parmağınızdan olursunuz.Ev şartlarında en uygun şey sert bir kaşığın sapıdır.Bende hemen kaşık sapını kullanarak dişlerini birbirinden ayırdım,dilini öne doğru çekerek başını yana çevirdim ve ağzında biriken tükürükleri dışarı çıkardım.Eşime haber verirken çoçuğa bir battaniye alıp yola çıktım annesiyle.İlk gelen aracı durdurup durumu hızlıca izah ettim.Sağolsun böyle küçük yerlerin en büyük nimetlerinden biri bu herhalde.Hastane yolunda Naz bir kere daha nöbet geçirecekti ama bu sefer ben erken davranıp bayılmasına imkan vermedim. Hastaneye geldiğimizde çalıştığım sektörün kötü taraflarını bir kez daha gördüm ve kendimden utandım.Acilde alınan bir hemogram sonucu için 2 saat beklemem gerektiği söylendiğinde halimi görseydiniz emin olun benim sağlık çalışanı olduğuma inanamazdınız.Pijamalarla,ıslanmış bir haldeyim ve kucağımda ateşi 39.5 derece olan 1,5 yaşında bir çocuk...Bu kadar mı duyarsız olunur ya,bu kadar mı alışkanlık yaratır her şey?Tek avuntum onların içine girmeyen bir gruba mensup olmam ama bu beni bazen daha da derinden yaralıyor.Onların duyarsızlığına sinirlenip çingene damarımı saldım ortaya ve başladım ağzıma geleni saymaya.Velhasıl 10 dk sonra sonucu verdiler ama sağlık hakkınızı söke söke almanız gereken bir memlekettte yaşadığımızı bir kere daha anladım.Naz şimdi iyi ama 2 saatte bir kapısını çalıp ateşini kontrol ettirdiğim için annesi biraz yorgun.Bir kez daha acil durumlarda soğukkanlı olamanın faydasını gördüm sanırım.Benim yaptıklarımın sağlıkçı olmakla bir ilgisi yok aslında,eğer ebe olmasaydım yinede en azından çoçuğuma faydam dokunsun diye ilk yardım müdahalelerini öğrenirdim.Lütfen eğer imkanınız varsa bu konuya ilgi duyun,belki ilerde gerçekten yardımı olan birisine faydanız dokunur.

Olasılıksız'a başladım dün.Eğer bu salak antidepresanlar beni uyutmasaydı gece bayağı okuyacaktım,bugün olmasada yarın akşam biter diye düşünüyorum.O bitmesine bitecekte bu aralar nedense uzun uzun okuduklarımı anlatacak kadar vakit bulamıyorum ama bulmam gerekiyor çünkü buranın öncelikli amacı okuduklarımı kaydetmekti.Sanırım bu gecikmelerde yeni yeni heveslendiğim kurdela nakışınında faktörü var.Rengarenk kurdelalar içinde kendimi kaybediyorum ve ince işleri tahminimden daha çok vakit alıyor.İlk fırsatta onlarında resimleri ekleyeceğim buraya...

Ordu'da yine yağmur yağıyor,4-5 gün güneş yüzünü gösterdi ama arkasından gelen yağmur beni artık sinirlendirmeye başladı.Sadece yağmur yağsa sorun değil de birde soğuk var ya mahvetti beni..Fındık dalları şimdiden yerlere eğilmeye başladı,yağmur bereketiyle gelip çiftçinin yüzünü güldürüyor ama ben haziranda güneş görememenin hüznünü yaşıyorum.Yağmurdan dolayı iyice tembelleştim,kuzumun bloğuna geçen haftaki tiyatro festivalini yazmaya bile üşeniyorum.Neyse ben şimdi içerde sezsizce oyun oynayan(ya da bu şekilde beni kandıran) Eylül Ilgın'a ve Ata'ya bakmaya gidiyorum.Bu akşam erken uyumazsam kızımın bloğuna da tiyatro festivalini yazacağım,kendi kendime söz veriyorum.

6 Haziran 2008 Cuma

HAYAT TUTULMASI (Piraye Şengel)


Şans müziği beni yaz diye gözümün içine bakıyor ama ben anlatımının kısa süreceğini düşündüğüm bir kitaptan bahsetmek istiyorum.Kitap konusunda açgözlülükte sınır tanımayan ben okunacak bir sürü kitabım olmasına rağmen dün yine kütüphaneye gittim ve bir sürü kitap alıp çıktım.Müdür Bey "Hepsini alacak mısınız hemşire hanım?" diye sorarken farkettim adamcağızın önüne kaç kitap koyduğumu.Yinede kısa bir evet cevabıyla yetindim ve çayımı içmeye devam ettim.O kitaplardan birisi polisiyesever arkadaşım evvelzamaniçinde'den adığını duyduğum Piraye Şengel'e aitti.Onun okuduğu kitabı okumayı daha çok istiyordum ama kütüphanede sadece "Hayat Tutulması" vardı.Çok uzun olmaması ve yazar hakkında görüş sahibi olma fikri kesişince alıverdim kitabı.Dün akşam üstü başladığım kitap bugün iş dönüşü bitti bile.


Kitap yazan ama yazma eyleminden sıkılan bir Deniz var öncelikle sahnede.Onun manik-depresif ve aykırı arkadaşı Asuman ise hemen arkadan bize göz kırpıyor.Eski bir devrimci olan Deniz , hayatının duygusal ve politik boşluklarını doldurmaya çalışırken yeni yazmaya başladığı kitap hayatına müdahale etmeye başlar.Çevresinde gördüğü fakat tanımadığı kişileri romanına kahraman yapmak isteyince işler sarpa sarar çünkü yazdığı herşey ,o kişilerin hayatında gerçeğe dönüşmektedir.Düş ile gerçeği karıştırmaya başlayan Deniz'e ,aykırı davranışlarıyla kendine yararı olmayan Asuman'da yardım edemez.Hem roman kahramanı hem komşusu Serdar ve abisi Hüseyin'in doğulu oldukları için yarım kalan hayatları ve sindiremedikleri benlikleri ;diğer bir komşu eski İstanbul Hanımefendisi Kamuran ve oğlu Rıfat'ın hayatlarıyla kesişince ortalık biraz karışır.


Konuyu böyle yazarken çok keyifli olduda, okurken aynı zevki alamadım.Birşeylerin üstünden çok basit geçilmiş gibi geldi bana.Yazarın dilinde rahatsız edici ve ya zorlayıcı bişey yok ama bağlayıcı ve farkedilebilir bir tarafta yok.Kamuran Hanım'ın Hanımefendiliği ve dünyası oturmuş fakat özellikle Serdar'ın hırsı,hayat bakışı ve farkı yansıtılamamış gibi hissettim.Devrimci erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısyla ilgili kısımlar aklıma yattıda;bunun dışındaki politik konuşmalar sanki biraz fazla havada kalmış.


Benim için küçük bir mola niteliğinden öteye geçmeyen bir kitap olarak kalması en uygunu sanırım.


***Kutsal neden yoktur,bütün nedenler kutsaldır.(syf.8


Altın Kitaplar/160 syf/1. basım-2005 Nisan

5 Haziran 2008 Perşembe

HANENE AY DOĞACAK (Şebnem İşigüzel)


Kahve falı meraklılarının en sık duyduğu cümlelerden biridir herhalde "Hanene ay doğacak"... Benim bu kitaba merakım kahveden değil yazarından kaynaklanıyor.Şebnem İşigüzel okuduğum tek kitabıyla benim hayatımın içine işledi.O kitabın hikayesini başka zamanda anlatırım.Yazarın başka kitabını okumak için senelerce ara vermemin en büyük sebeplerinden biridir o kitap. O kadar içime sinmiş bir kitaptı ki etkisi azalmadan başkasını okumak istemedim.Zamanının geldiğini hissettiğimde de (ki o zaman şimdilerdedir) yazarın tüm kitaplarını yayınlanış sırasıyla okumak istedim.Yani Hanene Ay Doğacak Şebnem İşigüzel'in ilk kitabı.9 tane öyküden mürekkep bir kitap.Yayınlandığı 1993 yılında hem Yunus Nadi Öykü Ödülü'nün sahibi olmuş hem de Muzır Kurulu tarafından yasaklanmış. Yazarının "Şimdi olsa yazamazdım" dediği bu kitap içerik olarak gerçekten farklı .Bu farklılığı muzır kurulu gibi "....örf ,adet ve inançları zayıflatıcı veya yok edici etkilerde bulunacak,halkın ar ve haya duygularını inciten veya cinsi arzularını tahrik ve istismar eden nitelik taşıyan muzır neşriyat " olarak değerlendirebilirsiniz. Yada farklılıkları onaylamasanız da (belkide onaylarsınız) varolduklarını kabul ederek insanın düşünce gücünün sınırları hakkında bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Şahsen ben ikinci yolu tercih ettim aykırı duyguların içinde molalar verip uzun uzun düşündüm.
Şebnem İşigüzel'in (Ah, ne kadar güzel bir soyadı dimi?Hele de bir yazar için) dili ise insanı sarmalıyor, oldukça samimi .Anlatımındaki akıcılık cesaretini daha da öne çıkarmış.Okurken yazarın 20 yaşında kelimeler üzerinde bu derece hakimiyet kurabilmesine özendim.Kitapta daha önce muzır bulunupta yasaklanan yerlerin hala üstü siyah şeritlerle kapalı fakat aynı paragraflar(ve cümleler) kitabın son sayfalarında muzır kurulunun kararıyla beraber verilmiş.Kitabın sonunda "Demek kitabımı iki sene önce yazmış olsaydım bende okuyamayacaktım." diye bir not bırakılmış yazar tarafından.Ben merak ettiğim,aradığım şeyi kitapta buldum.Okumak isteyenlere küçük bir öneri:Okumaya başlamadan önce tüm kuralları kafanızdan silin ve alıcınızı en geniş şekliyle ayarlayın:)
***Neden bilmem,hüzünlendirdin beni.Beni hüzünlendiren kadınlara aşık olurum.(syf.6)
***İlk buluşmamızda -boşalttığımız şarap şişesinin üzerine yazıar yazdığı o gece- onu öperken bana "Seni seviyorum" demişti de ,ben "Beni tanıyor musun?" diye sormuştum. "Tanımıyorum." demişti ama biliyorum,daha doğrusu çok sonraları öğrendim.Tanımak,sevmek demek değildi. (syf.9)
***Ben seni seviyorum.Sadece seviyorum.Bu karışık dünyada senin yaşadığını bilmek beni mutlu ediyor.Senin bütün öykünü biliyorum.(syf.61)
***Yalnızca insanların doğdukları,aşık oldukları,kimsesiz kaldıkları,güldükleri,seviştikleri,ölmek istedikleri,sarhoş oldukları,boş şarap şişelerinin üzerine yazılar yazdıkları,nefret ettikleri, hayaller kurdukları şehirleri terk edebileceklerini bir kez daha görmüş olurdun.Yıllar önce senin o sözlerine innamış birisi tarafından gerçekleştirilecek bu eylem karşısında şehri terk edememenin verdiği hınçla,kim bilir ne çok acı çekerdin? (syf.70)
***Sen şimdiye kadar bu şehri bırakıp çok uzaklara gitmedin,gidemedin.Bu şehir seni köşeye sıkıştırsa,tüm pisliğiyle,kokuşmuşluğuyla üzewrine gelse,bir dostun sana kalleşlik etse,yaşamak her geçen gün,her geçen saat sana acı verse,yinede bu şehri bırakıp gitmezsin.Böyle bir rüyayı da kabus diye anlatırsın.(syf.75)
***Oysa ben onun yaşamında sadece 'gereklilik'tim...(syf.78)
***Sinirli sinirli bacağını kaşıdı.Saat 04:00'tü.Karnına doğru bakıp,"Dünyaya kendi isteğinle gelmelisin" dedi."Suni sancılar ya da sezeryenle değil.Yaşam mücadelende sen de çaba göstermeli,yorulmalısın.Ben de bu mücadelede bedenime vereceğin sızıları yaşamalıyım. Doğrusunu istersen,seni sürekli bedenimde taşıyıp tüm kötülüklerden korumak istiyorum.Yaşlı gezegenimiz bilinmezlere gebeyken,insanlar özgürlükleri uğruna yiterken, düşünmek yasaklanırken, bizi karanlıklara çekmek isteyen güçler çığ gibi büyürken seni bu dünyaya nasıl getirebilirim ki...Yüreğin dayanır mı bunca acıya?" (syf.85)

3 Haziran 2008 Salı

GEÇMİŞ OLSUN BANA

Sınav bitti bitmesine ama ben pazar akşamını film seyrederek geçiremedim,sevdiğim bloglara yorum yazmak şöyle dursun çoğunu okuyamadım,kitaplarıma elimi bile süremedim,güzelim haftasonu havasında kızımla azcık bile gezemedim.Tek suçlu lanet olası mikroorganizmalar... Cumartesi sabahı aniden başlayan şiddetli baş ve kas ağrılarım,aldığım ağrı kesicilerle sınava girmeme izin verdiler.Sınav çıkışında eve kendimi zar zor attım.Biraz dinlenince geçer sandığım şikayetlerime kalkınca tansiyon düşüklüğüde eklendi.Resmen ölüyorum sandım.Değil ders çalışmak, başım aşağıda ayaklarım yukarıda bol tuzlu ayran destekli pozisyonumdan bir ana bile kıpırdayamadım.Pazar günü sınavlara yine ağrı kesici takviyeli, girdim girmesinede son dakikada titreme nöbetine yakalandım.Hayatımda ilk defa ateşim yükseldi ve o kadar çok titredim ki korkudan ağlamaya başladıım.Pazar saat 17:00 itibariyle başlayan uyku-ilaç rotasyonu sona erdiğinde günlerden pazartesiydi ve saat 10:00'u gösteriyordu.Sonunda düşen ateşim yerini acısı bol bir boğaz ağrısına bırakıp gitmişti ama genel kas yorgunluğum hala devam ediyordu.Baktım yatarak iyileşme faslı tamamlanmış azcık kendimi gaza getirip boğazımın elverdiği ölçüde kahvaltı yaptım,ilaç takviyesine devam ederek kendimi biraz daha düzgün bir hale getirdim. Kreş/anaokulu kayıtlarının ilk günü olduğu için geç kalmadan gitmeli dedim kendime.Sonrada 4. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'ne gittik kızımla.İlaçlardan bile daha iyi geldi Eylül Ilgın'la vakit geçirmek.

Bu sabah itibariyle sadece boğaz ağrım var ama tüm düzenim altüst olmuş durumda. Aylık çalışmaları yetiştirmem gereken bu günüde atlatınca eski tempoma geri dönerim herhalde.
Ah birde şu yağmur azcık ara verse diyorum.Yazlıkları çıkaralı 1 ayı geçti sadece1 gün giyebildik, üstüne hava değişikliğinden çektiğimiz hastalıklarda cabası.Bu sefer denize girmek için haziran sonunu beklemek istemiyorum.Neyse şu aylık çalışmaları bitireyim de yazarım yine birşeyler...Geçmiş olsun bana:)