11 Kasım 2010 Perşembe

ZAMENEHATUNLARİ.COM

Zamane Hatunları'nı bir gazetenin ekinde okumuştum.Hatta yazı göndermeyi bile düşünmüştüm ,kısa sürede aklımdan silinmiş bir yere not almadığım için.Az önce daldan dala gezinirken gördüm, yarışma sonuçlanmış. 1. olan Ayşegül Güngör'ün hikayesinin son satırlarını sizinlede paylaşmak istedim. Hepimizin roman olabilecek hayatları var ama bu romanın anafikrini ve bize ne kazandırdığını anlayanımız çok az galiba.Ben son 1 senedir sorguluyorum hala
aşağıdaki kadar net sonuçlar çıkartamadım,yinede pes etmiyorum.Sizinde öğrenecek birşeyleriniz mutlaka vardır bu hikayelerden.Ben hikayesini yazan yüzlerce kadının önerilere kulak vermeye devam edeceğim.Siz de uzatın kulağınızı ,hadi!



Neler öğrendim?
Öncelikle hayatta mutluluğun yapılacaklar listesini adım adım takip etmek olmadığını öğrendim. Yapılacaklar listesi hazırlamak başarıyı sağlıyor ama mutluluk için yeterli değil.

Hayatın sıralamasının benim isteklerimde aynı zaman diliminde buluşmamasının dünyanın sonu olmadığını öğrendim.

Anı yaşamanın önemini ama an yaşanacak diye geleceği unutmamak gerektiğini öğrendim.
En önemli motivasyon kaynağının insanın kendisi olduğunu öğrendim. Tek başımaydım ve aşağıya düştüğümde beni kaldıracak kimse yoktu. Kendi kendime kalkmak zorundaydım.
Her zaman ileriye bakmak gerektiğini, yaşanan her olayın yaşanması gerektiği için yaşandığını öğrendim.

Dostlarımın kim olduğunu ve ne olursa olsun gerçekten yanımda olanların kim olduğunu öğrendim. Bu tecrübe zaman zaman çok acı verdi bana. Ama sonucunda herkesi olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim.

İş hayatında başarının iletişimden geçtiğini, karşı tarafın ne istediğini anlamanın ve zamanlamanın önemini öğrendim.
Karmaşık olaylara küçük bir çocuğun baktığı gibi bakmaya başlayınca çözülebileceğini öğrendim.

En önemlisi yeteneğimin sınırsız olduğunu ancak onu keşfetmenin zor olduğunu ve çok çaba gerektirdiğini öğrendim.

18 Ekim 2010 Pazartesi

DOSTTAN GELEN

Bazen o kadar umutsuz oluyorum ki...Nerdeyse 30 yıldır kendimleyim,gelip geçici mutsuzluklara kanmayıp eninde sonunda aydınlığa çıkacağımı biliyorum ama bu durum anlık umutsuzluklarımı yoketmiyor.Bir süre kalıyorum bu bataklığın içinde sonra bir el uzanıyor ve aniden çıkıyorum rahat nefes alıp şükredebileceğim aydınlığa...Şimdi sizden bir yazı okumanızı isteyeceğim.Dost olmanın nasıl bir şey olduğunu defalarca hatırlatan,aramızdaki yüzlerce kilometreye rağmen kendini her an yanımda hissettiren Elif'imin satırlarına lütfen uğrayın.

Şu anda bu satırları yazabiliyorsam,direndiysem ve direnebiliyorsam hala,bu can dostumun sayesindedir.Elifim hep bende kal ,olur mu?

5 Ekim 2010 Salı

DENEME 1....2...3....


Uzaktan çekilmiş bir resim kadarsın hafızamda.Net değil yüzün.Sözün…Özün…Görmek istediğim hiçbir şey iz bırakmıyor algılarımda.Gözümle değil kalbimle baksam fotoğrafa ona keza.Dedim ya sevgi de belli değil bu uzaklıkta.


Yıllarca bu fotoğrafla mı idare ettin diye sorarlar adama. Adam olana…O kadar belirsizsin ki yakıştırmışım tüm güzel şeyleri sana.Çirkinlikler ya ışıktan,ya sallantıdan ya da fotoğrafı çeken salaktan.Hiç günahı olmaz tabi hırsızın,değil mi ki ben Hoca’yı otuzumdan sonra anlamışım.


Şimdilerde bunun gibi değil çektiğim fotoğraflar.Senin gibi değil.Onun gibi değil.Yakından,en çokta özünü görebilecek yerden çekiyorum her şeyin suretini.Işık otomatik ayarlı,sallantı önleyici sensörler açık ve o salakta yok artık…

Uzaktan çekilmiş ve hiç basılmamış bir resim kadarsın hafızamda.Zamanı ; belli belirsiz. Mekanı;anımsamıyorum.Bakınca sadece bir sızı geçiyor yüreğimden ;artık oda anlamsız.Zamanıdır artık.Uzak bir şehirde ,uzak bir zamanda,uzaktan çekilmiş tüm resimleri yakıyorum bu gece.


Artık uzaktan çekilmiş bir resim bile değilsin hayatımda…

20 Ağustos 2010 Cuma

YENİ(D/B)EN



Uzun uzun nasıl anlatırlır ,anlatmaya gerek var mıdır bilmiyorum ama halim ahvalim aynen başlıktaki gibidir.Hayata bakışım,insanları ve kendimi sorgulayışım,olayları değerlendirişim,umutlarım , hayallerim, isteklerim her şeyim hatta dış görünüşüm bile değişti.Aylardır okumaya,yazmaya ,değerlendirmeye halim ve zamanım yoktu.Şimdi birçok şeye farklı bir yerden başlama şansını kendime tanımışken ,bu satırları yaşanmamış sayıp bloğa bir başlangıç yapmamak olmazdı.

Zamanla anlatılacak/anlaşılacak bir sürü olay birikti kalbimde…

Nasıl geldiği anlaşılmayan , ama giderken oldukça anlaşılır bir tarz takınan 14 kg gitti bedenimden…

Yaşama dair tüm ayrıntılar yeni başlıkları ve öncelikleriyle sıralandı , hazır olda bekliyor beynimde…

Nefretimi hiç hak etmediği halde üstlenen ,sabahın erken veya gecenin geç saatlerinde beni koynuna olan ama içindeki insancıklara söz geçiremediği için beni çok üzen şehirden de ayrılıyorum yakında.

Yeni bir başlangıç için gerekli olan tüm şartlar _yeni şehir,yeni ev,yeni uğraşlar,yeni düşünceler,yeni kriterler,yeni beden ve en gereklisi yeni bir ben _ hazırlanmış durumda.

Şimdi bu bloğa devam edebilmek için bana tek bir teselli gerek:”Birileri hala buraya uğruyor.”
Eğer sizde onlardan biriyseniz bir ses verip benim yeni bir başlangıç yapmama yardımcı olur musunuz?

3 Nisan 2010 Cumartesi

MART AYI BİLANÇOSU...

Eskiden okuduğum kitapları aylara göre not ettiğim ufak bir defterim vardı. 2 satır yazmaya üşenince o da zamana yenildi.Kitaplığımda duranları hatırlıyorum ama kütüpheneye verdiklerim eğer buraya not etmezsem aklımdan uçup gidiyor.Birde böyle deneyeyim...İşte mart ayında okuduklarım.Aslında bitirdiklerim desem daha anlamlı olur çünkü "Saray Gezisi" ve "Kar Yağıyor Hayatıma" nın yarısı şubat ayında okunmuştu:)























1 Nisan 2010 Perşembe

ÜNLÜ BİR OKUR OLMAK İSTİYORUM:)

Bir türlü gelmeyen bahar, sıcaklığını yüz görümlüğü isteyen gelin gibi gösterneye nazlanan güneş,karara vardıramadığım bu nedenle sorun olmaktan çıkamayan düşünceler,artık zayıfla diyen beynine dilsiz bir uşak gibi itaat etmeye çalışan zavallı midem...Yazmaya engel gibi gözükmeselerde hepsi önümde kocaman birer duvar oluyorlar.En azından mart ayı içinde bitirdiğim kitapların isimlerini not edeyim diye açtım sayfayı ama şu an için pek mümkün görünmüyor."Benim Kitaplarım" ın resmini ararken ,neden kaçtığı bilmeyen sincaplar misali o sayfadan o sayfaya sıçradımZamanımı boşa geçirdim diye kendi kendime homurdandım biraz.Bir sayfada A. Ali Ural' ın röportajını okuyunca kesildi tüm iç seslerim.Yazmaya dair yapılan tüm övgüleri kabullenirim ama hiçbiri bana okumayı 2. plana attıramaz.Elimde kitapla 1-2 defa görenlerin "Bu okumayla yakında kitapta yazarsın" iğnelemesine inat hiçbir zaman düşlerimi süslemedi yazmak.Aklımda hep daha iyi okuyucu olmak için (hem de bunu sadece kendime kanıtlayabilmek için) neler yapmam gerektiğiyle ilgili planlar oldu.Bu bloğu bile okumalarımı bana anımsatsın diye yazmaya başladım ,öncelikli meselesi de hala budur yazdıklarımın.

Yazıyı okuduktan sonra beynimin içindeki kararın netliğine bir kere daha sevindim.İstediğim ünlü değil iyi bir okuyucu olmak ama iyi okuyucu olmama ön ayak olacaksa ünlü olmayada hayır diyemem:)

İşte başlığı yazdıran röportajdan birkaç parafgraf:

Çevremizde ‘ünlü bir yazar’ olmak isteyen arkadaşlarımız var. Tanınmış bir yazar olarak size soralım, nasıl, ‘ünlü bir yazar’ olunur?

Ün beğeninin peşinden de gelebilir aykırılığın peşinden de. Araplar “Muhalefet et ki tanınasın!” derler. Bizim büyüklerimiz de “Şöhret âfettir.” demişler. Şiirimizin sultanlarından Şeyh Gâlib’in şu ifadesine bayılırım ben, “Elimdeki kalem her zaman şöyle der: Halkın beğenisi benim için felakettir.” Ben ünlü bir yazar olmak isteyen genç kardeşlerimize “ün”ü değil “yazmayı” hedeflemelerini salık veririm. Yoksa cin olmadan adam çarpmaya, Dostoyevski olmadan “Ecinniler”i yazmaya kalkarlar. Aynaya bakmaktan masaya oturacak vakti bulamazlar. Derin bir okuma sürecini yaşamadan, yazmanın büyülü sularına atarlar kendilerini ve boğulurlar. Edebiyat dünyası geniş bir edebiyat mezarlığını da kapsar. Genç ölüler yatar bu mezarlarda.

‘Ünlü bir okur’ olmak isteyen pek çıkmıyor, neden böyle bu?

Çünkü okumak yazmak kadar fiyakalı görünmüyor. Okurların elleri çenesine dayalı fotoğrafları olmuyor çünkü. Aslında esas olan yazmak değil okumaktır. Yazmak esas olsaydı Kur’an’ın ilk emri “Oku!” değil “Yaz!” olurdu. Okumak esas, yazmak tâlidir. Zira yazmak okuma temelinde yükselebilecek bir binadır. Hem biliyor musunuz her kitap iki kişi tarafından yazılır: Yazar ve okur. Çünkü okur kitaba kendi imgelem dünyasını ve birikimlerini katarak kitabı bir anlamda yeniden yazmış olur. Emerson’un “Kitabı iyi yapan okuyucudur.” sözünü bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Kendinde yazar olma potansiyeli olmayanlar bir meslek olarak okur’luğu seçebilir mi?

“Meslek” kelimesine “tutulan yol” anlamı verirsek neden olmasın! Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Okumak ve okur gibi yapmak aynı şeyler değildir. Yalnız yazmak değil, okumak da bir çalışmayı gerektirir.

Okurlukla yazarlık arasında nasıl bir ilgi var?

İlgi kelimesi zayıf kalıyor. Bunlar aynı bütünün parçaları.

Yazarlık nereden başlıyor?

Okumaktan başlıyor.

Yazmakla ilgili bizlere önerileriniz var mı?

Olmaz mı! Hemen yazmayı bıraksınlar ve okumaya başlasınlar. Okuyacakları kitapları en az yiyecekleri yemeğe gösterdikleri özenle seçsinler. Dahası her kitabı en az iki kere okusunlar. İlkinde haz alarak okumalarında bir mahzur yok, ikincisinde satır satır, paragraf paragraf masaya yatırsınlar eseri, dili, kurguyu, üslubu ve karakterleri incelesinler. İşkenceye dönse de bu okuma, sabretsinler. Notlar alarak içselleştirsinler okuduklarını.


*** Kendime not***
Ünlü okur olma yolunda atılacak il adım:Ellerin çenene dayalı bir fotoğraf çektirip bloğa koy:) Mümkünse uzakta bir yerlere bakıyormuş gibi azcıkta kısık olsun gözlerin:)

8 Mart 2010 Pazartesi

GEÇEN HAFTA...

BUNLAR OKUNDU














BUNLAR SEYREDİLDİ



27 Şubat 2010 Cumartesi

ESKİ HASTALIK ' A GİRİŞ

...Söz birden ve nedense Reşat Nuri'ye akmıştı.Kemal Tahir bize Reşat Nuri Güntekin'in Eski Hastalık romanını anlatmaya koyuldu.
Sıra Yusuf ile Züleyha'nın ayrılık sahnesine gelince;o,iddalı, ülke sorunlarına, tarihten... tarihimizden yardım eline uzanmış görünen romancı,sesinin titremesine,gözlerinin yaşarmasına aldırmadı.Sanki Yusuf ile Züleyha gerçek hayatta ayrılıyorlardı.Sanki Kemal Tahir bilmediğimiz bir aşkı yitiriyordu.Gitgide bu yaşarış,sel gibi akan gözyaşlarına dönüştü.
Eski Hastalık 'ı okumamıştım.Eve döner dönmez romana başladım.Eski Hastalık unutulmayacak bir aşk romanıdır.Elbette heyecanlanmış,ağlamıştım.Ama Kemal Tahir'in gözyaşları daha derin anlamlı değil miydi?

Kar Yağıyor Hayatıma/Selim İleri
Soru:Siz bu satırları okuyunca ne yapardınız?
Benim cevabım yakında...

26 Şubat 2010 Cuma

KALP AĞRISI (Halide Edip Adıvar)




"Kalp Ağrısı, Halide Edip Adıvar,'ın en sevdiğim romanıdır: Senin sevip sevmemenin ne önemi var diyeceksiniz. Biliyorum, yok. Bir okurun tutkusuyla söylüyorum... Bu romanda, Milli Mücadele yıllarının derin izlerini art planda yakalarız. Öndeyse, bir avuç aydın insanın kalp ağrıları bütün şiddetiyle sürüp gider. Ateşten Gömlek'in, Vurun Kahpeye'nin yazarı şimdi bireysel sorunlara eğilmekte, dönemi için çok incelikli ruh çözümlemeleriyle bu sorunları irdelemektedir. Kalp Ağrısı'nın bir başka özelliği, Halide Edip'in 'son' tutuklu aşk romanı olmaıdır. Yazar, aşk üzerine söyleyeceklerinin tümünü, sanki bu sızılı eserde söylemiş; sonra bir aşk kırgını gibi susmayı tercih etmiştir. Edebiyatımızın en güzel, en anlamlı gönül acısı romanlarından biri." Selim İleri

Bir önceki yazımda bahsettiğim arka kapak yazısı budur işte...Zeyno'nun hikayesini çok net şekilde aktarmış bu kısa not..Zeyno'nun hikayesi, uzun bir iş seyahatinden dönen doktor babasına başından geçenleri anlatmasıyla başlar.Bir akşam yemeğinde en yakın dostu Azize'nin yeğeni Binbaşı Hasan ile tanışır Zeyno. İlk karşılaşmadan itibaren birbirlerinin çekim alanına girerler ama bu ilişkinin nihayete erişememe ihtimali yüksektir.Zeyno babası gibi doktor olan Saffet'le nişanlıdır ,mantık ve saygı üzerine kurulu bir ilişkileri vardır.Azize'de Binbaşı Hasan'a sırılsıklam aşıktır ama Hasan bunu görmezlikten gelir.Zeyno gibi asi,karakter sahibi bir kadınla Hasan gibi yakışıklı,istediğini almaya kararlı bir erkeği etkisi altına alan tutkulu aşk, dillendirilmediği halde çevrelerindekiler tarfından sezilir ve Azize'nin intiharıyla zaten zor olan durum iyice çıkmaza girer.

Olayların bir kısmı Zeyno'nun babasına okutturmak için tuttuğu günlükten,bir kısmı intihar sonrası Hasan'la evlenip tedavi için Viyana'ya giden Azize'nin Zeyno'ya yazdığı mektuplardan naklediliyor.Nerdeyse olayın diğer kahramanlarının dilinden duyarız birazını da.Kitap aşk, dostluk, fedakarlık gibi kavramlar çevresinde dönüyor ama kitabın çekiciliği sadece bu güncel konulardan kaynaklanmıyor.Zeyno ile çizilen karakter yaşadığı aşkı,çektiği ıstırabı ,olaylara bakış açısını o kadar iyi anlatıyor ki çekilen bu kalp ağrılarının sadece roman için yazılmış olma ihtimaline inanamadım.Yazarının çektiği derin ruh sarsıntılarının izleri açık olarak ortaya saçılmışken anlatılanlara "Olur böyle şeyler " diye bakamadım.Yazıldığı döneme ,Zeyno'nun karakterine bakınca (1924) Zeyno'nun Halide Edip'e ne kadar ne kadar çok benzediğini düşünmeden edemedim.Kitabı elime aldığımda istediğim şey samimi bir aşk öyküsü okumaktı.Okudum ,ruhumu istediği şekilde doyurdum ama kitabın sayfaları arasında gezinirken tahminimden daha fazla sarsıldım.Handan'ı da beğenmiştim ama Kalp Ağrısı'nı başka türlü bir hisle sevdim.
***Yakında diziside ekranlara gelecekmiş bu kitabın...İlk bölümünü seyretmeyi düşünüyorum , sonrasına dizinin absürtlük oranına göre karar vereceğim.
Özgür Yayınları /285 sayfa

18 Şubat 2010 Perşembe

BİRKAÇ KİTAP BİRDEN...


Okuduğum herhangi bir metinde önüme ansızın çıkan kitap ve yazar adları beni inanılmaz derecede kışkırtır.Onları bir kenara not alırım ,kitap satış sitelerindeki sanal hafızalara kaydederim,daha okumadan ne olduklarına dair bilgi edinmeye çalışırım.Kitap okumayı seven, okudukları hakkında notlar tutan , çoğu zaman yazma hızı okuma hızının yanından bile geçmeyen ,sadece kitabın içindekilere değil kitabın sayfalarına,kapaklarına,içine düşülen notlara doyasıya aşık,kitaplara olan açgözlülüğünü doyuramayan (doyurmakta istemeyen:) bana ; her yeni kitap isminin nasıl bir azap yarattığını anlayabilen var mı acaba?Merak ettiğim ama alamadığım,aldığım ama okuyamadığım her kitabın açgözlülüğümü doyurmak yerine onu daha da büyüttüğünden ve büyümenin bende yarattığı acizlik hissinden haberi olan var mı? Sırf bu sebeple bazı yazarlara bulaşmadığımı biliyor muydunuz peki?Artık biliyorsunuz çünkü o yazarlardan biri hayatıma girdi ve ben daha ilk kitaının yarısına anca gelmişken işin içinden çıkamamaya başladım.SELİM İLERİ çekindiğim yazarlardandı...Sadece Radikal Kitap'taki yazılarını okumak bile bende tarifi imkansız bir kıskançlık yaratırken kitaplarını nasıl okuyabilirdim ki...

Herşey, son zamanlarda elime aldığım kitapların istediğim şeyi bana vermediklerini hissetmemle başladı.Aslında istediğim şey o kadar da zor değildi...Son zamanlarda içimi saran kasvetten uzaklaşabilmek için aşka dair birşeyler okumak istiyordum.Kırılganda olsa aşk,azapta çektirse aşk,gülümsettirsede aşk,hülyalara daldırsada aşk,ağlatsa aşk...Bozkırkurdu kapağının açıldığıyla kaldı.Eşimin hediye ettiği Boleyn'in Mirası 150. sayfadan ileri gidemedi.Saray Gezisi zaten her gece okunduğundan seyri bozulmadan usul usul devam etti.Kitap raflarına bakıp bakıp durdum sürekli.Elif imdadıma yetişti.Halide Edip Adıvar'ın KALP AĞRISI'nı tutuşturdu elime "Senin istediğin kitap bu " diye. Kalp Ağrısı tam anlamıyla taşı gediğine koydu ama asıl bahsetmek istediğim kitabın tamamı değil ...Sadece arka kapaktaki yazı...Bu yazı Selim İleri tarafından kaleme alınmıştı ve kitap hakkında hissettiklerimi o kadar net açıklıyordu ki daha fazla engelleyemedim Selim İleri okumayı...


Hemen kütüphaneye gittim ,varolan kitaplarından adı en çok hoşuma gideni aldım,okumaya başladım."KAR YAĞIYOR HAYATIMA 'nın anı kitabı olduğunu ,çoğunluğu edebiyatçılardan oluşan 24 kişiden bahsettiğini nerden bilebilirdim.Kalp ağrısı'nın arka kapağındaki yazının tamamının bu kitapta olduğunu da hiçbir kuş fısıldamadı kulağıma...Bu rastlantıyla iyice gemi azıya alan bendeniz okumaya başladığımdan beri kağıt -kalem elimde not alıp duruyorum adı geçen kitapları...Bu not almaların bana gösterdiği en önemli şey, iyi bir okuyucu(kendi kriterlerime göre) olmak istiyorsam iyi bir okuma planı yapmalıyım ,yoksa bilmem kaç tane kitap okumak beni istediğim yere getirmeyecek...Sonu nereye varacak ,içimdeki uçurumu daha ne kadar büyütecek bu kitaplar bilmiyorum.Bildiğim tek şey bu aralar kar yağan hayatıma mola verip soluk bile almadan kitap okumak istediğim....

11 Şubat 2010 Perşembe

BİR KEDİ,BİR ADAM,BİR ÖLÜM (Zülfü Lİveneli)



"Yanardağlar taşları, ihtilaller de insanları fırlatır."
Victor Hugo'nun "Deniz İşçileri" kitabından alınan bu sözle başlıyor kitap.Zülfü Livaneli'nin en çok okumak istediğim kitabıydı "Bir kedi,bir adam ,bir ölüm"...Bir tv programında izlerken Livaneli'yi yabancılığın nasıl birşey olduğunu anlatmak için kendisinin başından geçen bir olayı anlatıyordu.Dilini bilmediği bir insanla anlaşma(ma)nın traji-komik hikayesi beni çok etkilemişti ve bu olayın anlatıldığı kitabın ismini o amnadan yazmıştım aklıma..Sonunda kütüphanede buldum kitabı ve hemen okumaya başladım.

Sami Baran 'ın başından geçen trajik bir olay, yolunu İsveç'e düşürmüştür ve bu ülkeden siyasi mültecilik hakkı talep etmiştir.Kendisi gibi mülteci olan bir arkadaşı Sami'nin hikayesini roman haline getirmek ister.Sami buna izin verir ama roman basılmadan önce okumak şartıyla...Kitap bitipte Sami okuyunca kitapta yanlış olmadığını fakat eksiklikler olduğunu fark eder ve başlar her bölümün sonuna notlar eklemeye..Bir süre sonra bu notlar öyle bir hal alır ki 2. bir kitap ortaya çıkar..Bunun üzerine kitap bir bölüm yazarın anlattığı sonrada Sami'nin ekledikleri olmak üzere 2 anlatıcılı olarak basılır.Kitabın en zevkli kısmıda öykünün iki kişinin ağzından anlatılması bence...

Kitabın ilk 100 sayfasında daha çok Sami Baran'ınkişisel hikayesine tanıklık ediyoruz ve 104. sayfada hayatını karartan olayı öğreniyoruz.Kitabın bundan sonrasını başka bir kitap olarak okudum ben çünkü Filiz'in başına gelen olay beni çok etkiledi...Kitabın ilk yüz sayfasında geçmişe ait birşeyler varken ikinci yüz sayfada olay kitabın yazıldığı zamana kayıyor ve farklı ülkelerden gelip İsveç'te siyasi mülteci olarak yaşayan insanlardan bahsediyor.İlk yarıda olayların etkisi altında kalırken,ikinci yarıda kişilerin etkisinden kurtulamıyorsunuz.Farklı hayatlar,ilginç hayat hikayeleri bir solukta okunuyor.Tabi bu kişiler anlatılırken olay Sami'den kopmuyor çünkü Sami'nin psikolojik sorunlarından dolayı yattığı hastane karşılaştığı kişi tüm mülteciler için geçmişi temize çekme umudu olarak beliriyor.

İnsanlara ve farklı hayatlara dair yazılmış çok hoş bir kitap bence...İdeallerin, güvenin , huzurun, nefretin,geçmişten öç almanın yan yana anlatıldığı sürekliyici bir kurgusu var.Güzelim kitap kapağıda cabası:) 2001 Yunus Nadi Roman Ödülünü boşu boşuna almamış bence...Farklı hayatlara bakmak isteyenler için zevkli bir okuma önerisi kesinlikle...

***Başımdan geçenleri,benden daha ilginç buluyor.içimdeki derin ve köklü karanlığın farkında bile değil.çünkü insanları konularak tanıyamazsınız.Konuşmak ,canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı.Dil,yalan söylüyor,ıolanları çarpıtıyor,insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor.Bu yüzden insanlaı dinlemek,onları anlamak için yeterli değil.(24)

***Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım,bir kediye dönüşmekti.Artık hayatımda bir köpek gibi yaltaklanmalara,bağlanmalara,başkalarını kendime bağlama çabalarına,başımı okşatmaya,sevgi ve sıcaklık ihtiyacı içinde insanların bacaklarına sürünmeye,kuyruğumla birlikte tüy kıçımıda sallayarak sevimli görünme gayretine hiç yer yoktu.........Oysa şimdi bir kediyim ben:Uzak,denetimli,soğukkanlı ve güçlü bir kedi.Eski Mısır'da Beni Hassan'da yapılmış üçyüzbin kedi mumyasından biriyim:Onlar kadar soğuk,onlar kadar güçlü ve mağrur. (26-27)

***O dönemde henüz Tarkovski'yi bilmiyordum ama bana göre felsefe ile sinema arasında derin bağlar vardı.(67)

***Çok hoş bir insandır annem. Arkadaşları gibi o da her olayı mutfak zamanlamasına göre anlatır: "Tam fasulyemi ayıklayıp, soğanımı soymayı bitirmiştim, tencereye koyacaktım ki sokaktan bir gürültü geldiğini duydum." O sırada, iki kişinin ölümüyle biten bir trafik kazasından söz etmektedir ama sizin bunu anlamanız biraz zaman alır. "Sabah kalktım. Geceden ıslattığım barbunyayı süzeyim de kara suyu çıksın diye mutfağa gidiyordum ki, tam o sırada askerler bizim sokağa daldı." Annemin arkadaşları da böyle konuşur. Eminim insanığlunun aya ilk olarak ayak bastığı saniyeyi bile, tencerede soğan öldürmeyle birleştirerek anlatır bunlar. Ve yaptıkları yemekten birinci tekil kişi mülkiyetiyle söz açarlar: Etim, fasulyem, barbunyam, soğanım, pırasam, kıymam, böreğim.... (76)

***Karısına,"şiddetten nefret ediyorum ama ne yazık ki şiddeti durdurmak da şiddet kullanmayı gerektiriyor" dedi. (87)

***"Yanlışa karşı çıkıyorum ama doğruyu gereken güçte savunamıyorum" demişti."Ben biraz korkağum galiba." (89)

***Galiba aşk, utanç duyusunun ortadan kalkması demek. İki kişinin birbirine karşı hiçbir şeyden, hiçbir düzeysizlikten utanmaması demek.Filiz'le birbirimize öyle cümleler kullanıyorduk , öyle sözler söylüyorduk ki, bir üçüncü kişinin bunları duymasına dayanamazdık... (100)

***Yüzünün hep hüzünle gölgeli olduğunu fark etmiştim.Buna karşılık insanlarla konuşmasında müthiş bir enerji ve sevecenlik yüklüydü.Sanki hüznü kendisi içindi de iyiliği bütün insanlara yönelikti. (158)

***Herhalde mutluluk dedikleri bu olsa gerek:Biraz güvenlik,biraz can sıkıntısı . (221)






Remzi Kitabevi /221 sayfa
1. basım 2001 mart /9. basım 2001 eylül
Kapak Resmi :Gürbüz Doğan Ekşioğlu

10 Şubat 2010 Çarşamba

KAZANAN YALNIZDIR (Paulo Coelho)


O gün evden çıkarken kitap okuyabilme ihtimalimin olmayacağını varsayarak bitirmek üzere olduğum kitabı attım çantama.Son dakikada kuaföre gitmeye karar verince kitapsız kaldım.En az 2 saat hiç birşey yapmadan duramayacağıma kanaat getirince hemen daldım gözüme ilk takılan kırtasiyeye.Seçme şansımın çok olmadığı dükkandaki en cazip kitap Paulo Coelho'nun son kitabıydı.Kuaförde ve sonraki 2 gün boyunca okuduğum 130 sayfadan hiç ama hiç zevk almayınca bıraktım "Kazanan Yalnızdır" ı...O kadar tanıdık buldum ki yazdıklarını cümleler beynime yer etmeden uçup gitti.Moda ve sinema dünyasını kullanarak insanın ruhsal boyutuna dair birşeyler söylemeye çalışmış ama bu sefer bence hiç mi hiç olmamışl...Sanırım sayfa sayısını fazla tutmak için biraz fazla kasmış.Ben yazarların belli yazma kapasiteleri olduğuna inanırım. Paulo Coelho'nunki geçmiş yapıtlarını referans alarak 250-280 arasında bence...Ama ortaya 400 sayfaya yakın birşey çıkarmaya çalışınca sonuç aynen bu kitaptaki gibi hüsran oluyor.Kitap o kadar uzak kaldıki bana 1 sayfa sonrasında güzel birşeyler olabilacağine dair umut bile bırakmadı .Kazanan yalnızdır benim güzel vakit geçirme hevesimi kıran bir kitap olarak kalacak hep aklımda.Belki sonuna kadar okumayı başarıp beğenen çıkar.Beni izleyenlerden isteyen olursa yanına ufak bir süpriz ekleyerek gönderebilirim haberiniz ola:)

19 Ocak 2010 Salı

İYİ HAYAT (Alex Rovira)


Tek kelimeyle sevimli bir kitap "İyi Hayat".İnanmayı ,soru sormayı,gülümsemeyi hatırlatıyor. Çok farklı şeyler anlatmıyor aslında ,bildiğimiz ama uygulamadığımız konulara değiniyor.Sevecen bir anne misali kulağımıza fısıldıyor "İyi Hayat " adına yapılabilecekleri. Başlarında özlü sözlerin bulunduğu kısa kısa bölümlerden oluşuyor kitap.Zaten 110 saydan ibaret.Kısalığına rağmen cümlelerine çok fazla anlam sığdırabilmiş yazar .Bazı cümlelerini birden fazla okumak zorunda kalsamda sevimliliği ve anlattıklarının iyimserliği ile içinizi ısıtacak bir kitap olarak kitaplıklarınızdaki yerini almalı bence...

***" Hayat,bizim ondan yaptığımız şeydir."
***" Saf ve mutlu doğarız ve çelişkiye bakın ki,mutluluğu nesnelerde,maddede aradıkça ondan uzaklaşırız.(24)
***" Geçmişimizin ürünü olmaktan çok ,bugün anbean yaptığımız seçimlerin bir sonucu olabiliriz.Hayat,hayatımız,yaşadığımız koşulların tümüne verdiğimiz yanıtlar aracılığıyla oluşur.Bilincinde olsak da olmasak da hayat daima bir seçimdir.(61)
***Ötekinin yalnızlık gereksinimine saygı göstermek,özellikle de içinden geçtiğimiz,sessizlik ve sukunet gibi bazı önemli değerlerin giderek daha zor bulunduğu zamanlarda,alçakgönüllülükten gelen güzel bir armağandır.(76)
***"Hayat ,sen başka planlar yaparken geçip gidendir.

110 sayfa / Literatür Yayıncılık
İspanyolca'dan çeviren:Ayşegül Yurdaçalış
1. Basım Temmuz 2009/3. Basım Eylül 2009