30 Aralık 2007 Pazar

JAGUAR GÜNEŞ ALTINDA (Italo Calvino)


Yazara ait okuduğum ilk kitap oldu Jaguar Güneş Altında…Son olmayacağı kesin.Okurken ‘o özel dünyaya’ çeken bir gücü var cümlelerinin.İyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.

Kitap 3 kısa öyküden oluşuyor,aslında toplamda 5 olup duyularımızı anlatacaklarmış ama yazarın ömrü vefa etmemiş.

1 .öykünün adı” AD,BURUN”. Sadece kokusunu duyduğu bir kadının ,parfümeri dükkanı aracılığıyla kim olduğunu bulmaya çalışan bir adamın öyküsü üzerinden koku alma duyusu irdeleniyor.Dilinde öyle bir sahicilik,kelimelerinde öyle bir kuvvet var ki parfümeride ki kadın her yeni kokudan bahsedişinde burnumun kanatlarının açıldığını ve beynimin algılamak için bir koku aradığını fark ettim.

JAGUAR GÜNEŞ ALTINDA tat alma duyusunu anlatılıyor.Yaptıkları Meksika gezisi sırasında yeni tatları,bunların oluşturulma sebebini ve sürecini sorgulayan bir çift eşlik ediyor bize. Olivia’nın tur
rehberini sorgulayarak ortaya çıkardığı,’kutsal tören‘ adı altındaki yamyamlık ziyafetleri ise midenizden çok beyninizi bulandırıyor.

KULAK KESİLMİŞ BİR KRAL adından da anlaşıldığı üzere işitme ile ilgili.Tahta yeni çıkan krala verilen öğütlerin toplamından daha fazlasını ifade ediyor öykü.Önce sesleri tanımayı,sonra sessizlikle anlaşmayı öğretiyor bize..

***İnsanlığın,uyanık saatlerinin büyük bölümünü özel bir dünyada geçiren kesimindenim.

***Okuma alışkanlığı yüzyıllar içinde Homo Sapiens’i(bilen İnsan)Homo Legens’e (okuyan İnsan) dönüştürdü ama bu Homo Legens’in eskisinden daha bilgili olduğu söylenemez.

HANDAN (Halide Edip Adıvar)


Siyah Süt'te Halide Edip Adıvar'dan da bahsediyor Elif Şafak.Nerdeyse 100 yıl önce ülkemde yaşayan kadın hikayelerini okumak,hemde bunu yeni cumhuriyette milletvekilliği yapmış bir kadının kaleminden okumak bana çok cazip geldi.
Beden ve beyin arasında seçim yapmaya zorlanan kadının varoluş çabasını anlatıyor kitap.Bir tarafta kocasına itaattkar,uysal ve saf Neriman, diğer tarafta bilgili,öğrenmeye hevesli,kendi başına durmayı beceren Handan...Kendisine bağımlı eşinden vazgeçemeyen ama eksik kalan maneviyatını Handan'la tamamlayan Refik Cemal...Bu üçlünün hayatlarına yorumlarıyla katkıda bulunan Server...Handan'ı kadınlığına sahip çıkamamakla suçlayan ve onu aldatan kocası Hüsnü Paşa...Sevgisinin sebebini yanlış anlattığı için Handan tarfından reddedilen zavallı Nazım...Ve mektuplarla oluşturulmuş bir roman...
Kitabı okurken yazıldığı (1912) devrin şartlarını aklınızdan çıkartmazsanız,yazarın ne kadar güçlü ve şimdiye kadar alışılmışın dışında kadın karakterleri kullandığını farkedersiniz.Evindeki kafesli camların dışına çıkmayı becerebilmiş, bilgili, düşünmeyi hak sayan,batılı eğitimle büyümüş,yabancı dil bilen kadınlar...



Özellikle Handan'ın sevgisini ve tutkusundaki şiddeti gösterebilmek için ruhunun içine kadar girer yazar.Okurken beni oldukça etkileyen ruh sarsıntıları yaşatır Handan'a..Halide Edip'in Handan'a otobiyografik öğeler yüklediği yönünde söylentiler ise bir çok kaynakta belirtiliyor ve kitapta Handan'ı anlatan bakışlar sanki yukarıdaki resimle aynıymış hissine kapılıyorsunuz.
Benim okuduğum kitap 1963 basımıydı.İçindeki Osmanlıca kelimelere rağmen akıcılığını kaybettirmedi,eğer yeni basımı okunursa daha bile iyi olacağı kanısındayım.


Handan'ın içinde kopan fırtınanın özeti :
"Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en mel’un çehresi Yehuda’ya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir simasını, efendisini birkaç dinar için sattı ise ben de dünyanın beni en çok sevmiş bir ruhunu, o ruhun hududu olmayan emniyetini, muhitini sattım, dünyada en çok sevdiği bir şeyin kalbini ondan çaldım.Gerçi çalmak için birşey yapmadım;kalbimde o kadar zaman gizlenen rabıtayı hiç belli etmedim.Fakat sevdim.ben neriman'ın kocasını sevdim.Kardeşimin kocasını sevdim!Ve bunları düşünürken ruhumda ebedi bir kesel var.Kendi fenalığımın hudutsuzluğu, mülevvesliği karşısında aczinden hiç olan bir ruhun füturu,keseli var.
Yehuda,İsayı sattığı paraları,feda ettiği ilahi şeyin pahası diye nasıl iğrenerek iade ettiyse ve kendini asdıysa,ben de bu büyük habis hiyanetin temin ettiği aşkı fırlatıp bir köşede gebermek istiyorum."

29 Aralık 2007 Cumartesi

TANİOS KAYASI (Amin Maalouf)


Severim Amin Maalouf okumayı,hem yakın hem uzak bir kültürün içinden gelen insanları anlatır bana.Kütüphanede gözüme girercesine önüme çıkınca almamazlık edemedim.

Tanios Kayası ;Mısır valisi Mehmet Ali Paşa zamanında,Emirlikler altında bulunan bir dağ köyünde geçiyor.Her köyün başındaki şeyh gibi Tanios'un köyündeki şeyhinde uçkuru gevşektir biraz.Köyün bütün hoş hatunlarıyla birlikte olmaktadır.Tanios'un annesi Lamia ise köyün en güzel kadınıdır.Verilen bilgiler ışığında hikayenin gerisini tahmin etmek pek zor değil aslında.Arada bir sürü olaylar olur,onları anlatırsam sizin kitabı okumanıza gerek kalmayacağı için onlardan bahsetmiyorum.Maalouf bu romanında da tarihten ayrılmıyor ve temellerini gerçek bir hikayeye dayandırıyor. Öykünün geçtiği tarihin olaylarını da okuyucuya aktarmayı unutmuyor.
Bu kitapta Amin Maalouf kitabı okuduğunuzu anlıyorsunuz ama diğer kitaplarını okuduydanız eksik birşeyler olduğunu hissediyorsunuz.Ne mükemmel denilecek kadar güzel bir kitap ne de yerin dibine batırılacak kadar kötü.. Benim aklım Tanios'un kıbrıs macerasında ve portakallı kızda kaldı mesela;sanki hikeye o güzergahta devam etseydi ben daha çok tatmin olurdum gibi hissettim .Tabi henüz okuyucunun isteğine göre final projesi olmadığından mecbur kitabın sonundakini okudum:)Vaktiniz varsa okuyun derim..Yüzüncü Ad ve Semerkant'ın yanında sönük kalıyor ama hiç Amin Maalouf okumadıysanız başlangıç kitabı olabilir .Belki profilinde görüp aklıma takılan kitap için Enes daha farklı şeyler söyler:)

Bu arada kitap Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü kazanmış.Bu ödül Fransa'nın en önemli edebiyat ödüllerinden olup, 2006'da 100. kez sahibini bulmuş ve bir yazara birden fazla kez verilmiyormuş.


***...Yani doyumsuzdu ama ince eleyip sık dokurdu.Bu nedenle, bir çok kadın,onun tarafından fark edilmek isterdi,bu en azından kendilerinden emin olmalarını sağlardı.daha sonra kendilerini teslim edip etmemek onlara kalmış bir iş olurdu.Aslında bu tehlikeli bir oyundu,ama güzelliklerinin doruğunda iken,solamadan önce,baştan çıkartma cazibesinden vazgeçebilirler miydi?
***Ama yinede güzelliklerini gizlemeyen kadınlar vardı.belki de yaradan ,bu güzelliklerin saklanmasını istemezdi.
***Şeyh,gerios'un gururunu okşamak istedikçe,ona Hoca diye seslenirdi,bu Türkçe ve Farsça bir sözcüktü ve Dağ'da,tarlada çalışmayan,okuma yazması olan,talihlilere öyle denirdi.
***Bilge adamın sözü,aydınlıkta dökülen su gibidir.Ama insanlar her çağda,en karanlık inlerden fışkıran suları içmeyi yeğlemişlerdir.
***Yürekten istediğin bir dileğin varsa,Tanrı'dan onu yerine getirmesini için yalvarırsın.Ama Bu işi nasıl yapacağını emredemezsin.

28 Aralık 2007 Cuma

KESİNTİ

Pazartesi gününden bu yana telefonum ,dolayısıyla adsl bağlantım kesik...Alt kattaki komşunun adsl'si ni bağlarken benimkini bozmuşlar ve telekomcu, elektrikçi arkadaşlara bu basit arızayı yaptırmak 5 gün sürdü.Bu arada bir sürü kitap okudum,film seyrettim.Uykuma yenilmezsem bu geceden başlayarak eklemeyi düşünüyorum ve tüm telekoma olan gıcıklığımın günden güne arttığını farkediyorum.
STOP...

16 Aralık 2007 Pazar

SİYAH SÜT(Elif Şafak)



Kitabı elime almadan bir bölümünü okumuş gibiydim çünkü gazetelerde çıkan tüm yazıları takipteydim.Okumadan önce kendi kendime biraz telkinde bulundum "Bu kitaptaki yazar tanıdığım yazar olamayabilir,sakın kırılma" diye.Doğum sonrası depresyonu yaşayan biri olarak okudum tüm yazdıklarını ve kitabı anne olanlar ve olmayanların farklı algılayacağına karar verdim.Anne olmayanlar sevdikleri yazarın nasıl böyle bir kitap yazadığına şaşırırken,anne olanlar anne olma sürecini samimi olarak paylaşan (yazan değil) bu yazarı ve kitabı bağırlarına basacaklardır yani en azından benim çevremde, gözlemlediğim kişilerde bu oluştu.


Derin iç gözlemlere girmesede "Pratik Akıl Hanım", "Sinik Entel Hanım", "Anaç Sütlaç Hanım", "Can Derviş Hanım", "Saten Şevket Hanım" ,"Hırs Nefs Hanım" ın üyeliklerinden oluşan "içimden sesler korosu" kitap boyu bize eşlik ediyor.Hem yazarın hem bizim kafamızı karıştırıyor.


Siyah Süt, yazarın anne olma serüvenine dair bir paylaşım gibi görülsede ; Virginia Wolf, Pearl Buck, Muriel Spark, Sylvia Plath, Toni Morrison, Fatma Aliye, George Sand, Sevgi Soysal, Lilian Helman, Iris Murdock, Ayn Rand,Halide Edip Adıvar,Doris Lessing,Zelda Sayre Fitzgerald gibi erkek egemen edebiyat dünyasında var olma savaşı veren kadın yazarların öykülerinide anlatıyor bize.Gerçi bu öyküler biraz bilgi verir tarzda ve kitaba yedirilememiş gibi duruyor ama sıkmıyor sadece eksik kalmış hissi uyandırıyor.


Shakespeare ve Fuzuli'nin hayali kızkardeşleriyle yapılan varsayımları;postnatal oranını belirlemek için kullanılan testi ise lüzumsuz bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.Birde kitabın üstündeki yazının siyah boyaları elimde kaldı ve süt yazısı nerdeyse silindi,çok sinir oldum.


***İstanbul'da bir sevdiğin varsa,üstüne üstlük bir de İstanbul'u seviyorsan eğer,ne kadar uzağa gidersen git ve nasıl bir hızla,gene de kurulamazsın bu şehirle cebelleşmekten rüyalarında.

***Cinsiyet temelli ikilemlerin bu kadar kanıksandığı ve "normalleştirildiği" bir ortamda ,masıl ayırt edeceğiz hakikaten neyin "normal" ve "doğal" olduğunu.
***Oscar Wilde,"Erkekler yorulunca evlenirler.Kadınlar ise meraktan evlenirler.Sonunda her iki taraf da hayal kırıklığına uğrar" demişti.

***Ölmeden önce ölenler var ya,işte onlar küçük harfle aşktan büyük harfle AŞK'a geçerler.

***Bir yandan çocuğunu baskısız,özgür yetiştirmem gerektiğini söyleyen bilincim...Bir yandan ataerkil bir toplumda kız çocuğu büyütmenin kuralları,sınırları...Sen istediğin kadar özgürlükçü ol,toplum aynı fikirde değilse nasıl denge.Nasıl ulaşacağım o senteze?
***Çünkü ne kadr girift olursa olsun her dehlizin bir çıkışı var...Ummadığın kadar yakında bir yerde seni bekleyen...Oraya doğru yürümek tek yapman gereken...
***Oysa hepsi bendim.Hepsi benim.Hataları ve sevapları,eksiklikleri ve meziyetleriyle.Ve şimdi anlıyorum ki içimden Sesler Korosu ancak yan yana olduklarında,bir aradalıklarında anlam taşıyorlar.

12 Aralık 2007 Çarşamba

TUTUNAMAYANLARI TUTAMADIM.

Bugün tek kelimeyle çenem düştü ve etrafımda konuşabileceğim tek allahın kulu yok.O sebepledir ki aynı günde 3. yazıyı yazıyorum:)

Yanımda Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" ı var.Suçlarsacasına bakıyor bana,biliyorum beceremedim ama söz tekrar deneyeceğim.Kütüphanedeki kibar amca kitabın getiriliş tarihine 13/12/2007 yazınca bu işte hayır var dedim.İlk defa Oğuz Atay okumaya yelteniyorum ve kitap bana onun ölüm yıldönümüne kadar bitir deniliyor.Yazık kendimi aldatmışım,ben daha onu okumaya hazır değilmişim.Nedensiz bir savaş açtım kitapla aramda,onu okumak için ne kadar çok istek varsa içimde o kadar uzaklaştım ondan.Sanırım biraz ön araştırma yapmam ve 31. 13 aralıkta karşısına dikilmem lazım kitabın.
Şimdilik zamana bırakıyorum tutunamayanları...Ve bugün kütüphaneye teslim edip kitabı,kitabından önce oğuz atay'ı okuyacağım.
Oh,rahatladım galiba...

CENNETİ BEKLERKEN


Osmanlı,minyatür,bozkırlar,aynalar,rüyalar , Serhat Tutumluer'in oyunculuğu ve Derviş Zaim'in yaptıkları ilginizi çekiyorsa muhakkak seyredin.Evlat acısıyla kıvranan bir nakkaş baba,tahtını kaptırmamak için uğraşan bir padişah, tecavüzden ve ölümden korkan bir Leyla...Nakkaş ki zamanının kabiliyetlisidir ve o yüzden bu göreve memur ve mecbur edilmiştir.Düzmece (?) şehzade Danyal'ın sureti tasvir edilecektir idamdan önce ve görevinde yanlış yapmaması için kalfası rehin alınacaktır.Çıkılan yolculukta aslında köle olan,kafilesi dağıtılmış Leyla'ya rastlanır ve şarka doğru yolculuğa o da katılır.Saldırılar, hainlikler,itaatsizlikler yaşanır yol buyunca.Bundan sonrası Danyal'ın ve nakkaş Eflatun arasındadır ve Eflatun'un korumak için erkek kılığına soktuğu Leyla'nın sağ kalma çabalarını anlatır.Görsel açıdan yaşadığım tatmin,filmin müziklerindeki başarıyla pekişti. Animasyon bile olsa İstanbul'un eski halini görmek beni heyecanlandırdı.At koşturulan bozkırlar ve aniden değilde süzülerek giden kamera çekimleri gerçekten çok güzeldi.Filmle bütünleşen,konuya hakimiyeti bozmayan minyatür tasvirlerinin,ayna oyunlarının gördüğümüzden daha fazla şeyi anlattığına eminim.
Filmin sonlarına doğru Danyal'ın ortaya çıkardığı kafir resmini daha önce bir yerde gördüğüme emin olarak araştırmaya başladım.Aşağıda bulunan İspanyol ressam Diego Velazquez’in (1599–1660) "Las Meninas" isimli tablosu çıktı önüme.Filmde Danyal'ın rüyasının tasviri olarak lanse edilen bu tablo(kişiler değiştirilmiş olarak) rüya/ayna sürecinde filmin ana konusudur bence ve hem tabloların hem de Derviş zaim'in anlatmak istediği şey aynıdır.Keşke filmdeki tabloyu bulabilsem de ne demek istediğimi daha net anlatabilsem.


Filmin konusu gereği yaşanan duraksamalar da sıkılmak yerine düşünmeye zaman veriyor.Ben izledikten sonra filmde görülen; dallarını yeşil nehire sarkıtmış ağacın(söğüt mü o?) altında huzurla yüzen ördek olmak istedim:)Bir kez daha film müziklerinin ne kadar önemli olduğunu anladım.
Filmde hoşuma giden üç cümle:
  • Cihana hem adalet, hem güzellik lâzımdır.
  • Resim hem yapanın, hem bakanındır
  • Halklara her zaman fetih gerekmez. Onların rüyaya da ihtiyacı vardır.
**Las Meninas ve Aynalar:
Belirli bir nesne değil tiyatro sahnelerinde olduğu gibi dekor ve olayın geçtiği mekan da önem kazandığı için bu mekanın tespiti ve spasın teşkilinde ayna önemli bir optik araç olarak görüntüyü kurgulamak ve optik açılımlar yapmak için kullanılır olmuştur. Mekanın tespiti kadar, oluşan görüntünün boyutlarını ve olayın dinamiğini belirlemede, mekanın oluşumunu sağlamada , görüntüyü yakalamada aynadan yansıyan oluşum ön plana çıkmıştır. Görünüm yapay olarak algılanırken, aynadan yansır. Doğal olan görüntü doğallığını aşar. Anlamsal olan dışarı taşar.
Las Meninas’ta arkadaki ayna kadar sanatçının konuyu tespit etmekte ve espası teşkil etmekte kullandığı bir başka aynanın mevcudiyeti de hissedilmektedir. Muhtemelen bu ayna arkadaki aynaya görüntüsü yansıyan Kral ve Kraliçenin yanında ve ana eksene göre sapmalı bir görüntü verecek şekilde yerleştirilmiş olmalıdır. Bu durumun en güzel kanıtı tablonun arkasındaki duvar üzerindeki perspektif odaktaki sapmalardan algılamaktadır.
Bu noktada aynalar dışında dikkat çekici bir başka öğe olan tuvalin de salonun ana eksenini oluşturduğu tavandaki avize çengellerinden anlaşılan ana eksene dik açıyla değil belirli bir eğimle yerleştirilmiş olduğu belli olmaktadır.
Ayna genel niteliği itibariyle ikonolojik açıdan önemli bir sembolik işleve sahip olup ideolojik açıdan da önemli bir göstergedir. Belirli bir anlamda hayatın geçiciliği ve aldanışı temsil eden ayna , aynı zamanda ilahi lan ve Tanrı Esini’nin dışa vurum aracı olarak algılanmakta ve politik açıdan da Basiret, Gerçeklik ve Erdem sembolü olarak kullanılmış bulunmaktadır.
(alıntı)

SOBELENDİM

Tek kelimeyle sabahın körü,hani sokak lambalarının sönmediği,kargaların daha kahvaltı etmediği saatteyim ve sobelenmişim berrin tarafından:)
Başlıyoruz efendim..1-2-3 ve 4....tatammmmm...

BEN KÜÇÜKKEN; o kadar mutlu bir çocuktum ki anlatamam.Önünden demiryolu geçen ,bahçesinde kocaman vişne,zerdali,erik,ayva,elma, kiraz ağaçları olan ;rengarenk çiçeklerle(özelliklede her renkten güllerle) bezeli; hindili,kedili ,tavuklu ve tospalı bir evde büyüdüm.Yaşıtlarıma göre hep iriydim.Ben küçükken inanılmaz meyve yer, bol bol kitap okurdum.Hatta hikaye bulamadığım zaman büyük teyzemin yemek ansiklopedilerine yada küçük teyzemin anlamasamda ders kitaplarına dadanırdım.Ben küçükken dünyanın hiç bu kadar acımasız olduğunu bilmezdim.En büyük acımasızlığın anneannemin geç oldu diye beni eve çağırması olduğunu zannederdim.Ben küçükken annemden ve babamdan uzaktaydım.Rahmetli anneannemle dedem tarafından el bebek gül bebek bakıldım.Sabahları gerçek tereyağı,kümesten az önce alınmış yumurta,tazecik süt ve anneannemin enfes reçelleriyle kahvaltı ederdim.Ben küçükken.......ben küçüklüğümü çok severim.

ASLINDA BEN;karıncayı incitmekten korkan ,gönül gözünü aralamış ama asla istediği kadar açamamış biriyim.Canımın istediği her işi en iyi şekilde yapan ama canım istemeyince uslanmaz bir tembelim.Aslında ben iyi anne,iyi eş, iyi çocuk,iyi arkadaş velhasıl İNSAN olmaya çalışan biriyim.Aslında ben azcık daha ben olabilsem gerçekten anlamlı birisiyim.

İLK KOPYAM;yoktur denebilir.Anlatılan bir ders ise sınıfta iyice dinler,değilse oturur güzel güzel çalışırdım.Çok kopya verme öyküm vardır(napalım arkadaş bu,paylaşım gerekli) ama kopya çekme öyküm yoktur.1 lisede matematik sınavında yapamadığım bir soruyu (ineklik ya hepsini yapacağım soruların)arka sıradan kağıda yazıp yanıma atmışlardı da,uzanıp kağıdı elime alamamıştım:)

BENCE CEP TELEFONU;gerektiği kadar kullanılması gereken bir alettir. Modeli,rengi,şusu busu önemli değil arayacağım kişiye ulaştırsın yada doğru saatte çalısın yeterlidir.

EN SAÇMA HUYUM;Bu kadar teknolojik imkana rağmen hala mektup yazmam ve sevdiğim yazıları,resimleri veya notları ; dergi ve gazetelerden kesip saklayabilmemdir.

AŞK BENCE;gönlümdeki derelerin kar suyu yemiş gibi köpürmesi, taşmasıdır. Aşk gözümün görüp,gönlümün hissettiği her varlığa duyulan sonsuz saygıdır,Allah'ın insana verdiği en güzel meziyettir.

SEVDİĞİM BLOGLAR;bakmayın siz yan tarafta o kadar az olduklarına, seçicilikten değil üşengeçlikten yazamadığım onlarca ad var. Benliğimin farklı yönlerini okşayan,kimisine kendimi farkettirdiğim,kimisini sessizce takip ettiğim,kimisine bilgisinden,kimisine meziyetlerinden,kimisinin ise sadece yüreğinden etkilendiğim bir sürü yürek var.

Ne çenem düştü ya;berrin bana bu sobeyi yapmasa çatlayacakmışım anlaşılan.Yaz yaz bitiremedim cevapları;o zaman bende
şeker kız'ı ve enes'i sobeliyorum.

11 Aralık 2007 Salı

MONA LİSA SMİLE (Mona Lisa Gülüşü)


Kimbilir ne zamandan beri bekliyor diğerlerinin yanında.Sonunda oldu elim ona uzandı.Hazır Eylül Ilgın'da babaannesiyle Giresun'da keyif yapıyorken en hızlısından bir kaç film seyretmem lazımdı:)

Mona Lisa Smile , 1953 yılında Amerika’nın en muhafazakar okullarından biri olan Wellesley Kız Koleji’nde görev yapan bir sanat tarihi öğretmenini ve öğrencileriyle ilişkisini anlatıyor. "Ölü Ozanlar Derneği" nin hatun kişi versiyonu denilebilinir aslında.

Kolej adı altındaki bu leydi okulunda göreve başlayan Katherine Watson'ın (Julia Roberts) tek amacı düşünen,bağımlılıktan uzak yaşayan,tercihlerini hayatına yansıtabilen kızlar yetiştirmektir.Gelenekçiliğiyle ün yapan okul ise kocalarına yardım etmeyi en iyi biçimde yerine getirebilecek modern ev kadınları yetiştirmeyi planlamaktadır.Planları okul yönetimiyle çakışan öğretmenimiz,birde okulun çapkın öğretmeniyle ilişkiye girince işler iyice karışacaktır.Tüm bunlara rağmen hayatlarında yeni bir yol açtığı öğrencileri onu yalnız bırakmayacaktır.

Konu aslında derin fakat film o derinliği yakalayabilmiş değil kanımca. Yemeğin tuzu eksik olur ya, filmde de birşey eksik .Filmden kopmanızı engelleyecek çekim gücüne sahip değil.Seyredilebilir de,seyredilmeyebilir de:)

10 Aralık 2007 Pazartesi

NEVA (ILGIN OLUT)

NEVA.......................................
Bolluk ,bereket, huzur ve zenginliklik verendir.
Raskolnikov'un seyreylerken derin düşüncelere daldığı ırmaktır.
Klasik Türk Müziğin'de bir makamdır.
Merakıma yenilip aldığım kitabın adıdır:)

Biricik kardeşim Ela'ya kitap seçmek için geçtik bilgisayarın başına.Sanki kitapçı raflarını karıştırır gibi o site senin bu benim,o yorum senin,bu konu benim şeklinde hırpalıyoruz kendimizi.Listenin ortalarında bir isim geldi önümüze.Kitabın adı güzel:) Yazarının adı güzel:) (Kızımın adı tabiki güzel olacak) Yazar teğet olarak meslektaş sayılır."Okunur mu?Bilmem sırada o kadar çok kitap varki" derken...Otobüs yolculuğunun başında elimdeydi kitap...
Konusu üniversite için İstanbul'a gelen birkaç erkek öğrencinin yaşadıkları.Kitabın ilk yarısında öğrencilerden biri öne çıkarılarak sadece bu anlatılıyor .İkinci yarıda olay öne çıkan öğrencinin en büyük aşkına odaklanıyor.Yazarın da dediği gibi bu ne bir roman,ne hikaye.Edebi açıdan sonuna kadar doğru bir yaklaşım.Sadece kitap...Hele bir sonu var ben resmen sinirdem kudurdum.(Aynen Piraye'deki gibi)Otobiyografik olarak yazılmış olan kitabın yorumlardaki kadar kayda değer neresi var ben pek anlayamadım.Tamam;bende severim duygusal kitapları,benimde ihtiyacım olabilir aşkı,hayatı anlatan kitaplara ama son zamanlarda ne zaman elimi bu tarz bir kitaba atsam verdiğim paraya acır buluyorum kendimi...Bu 2. ve son denemeydi bir daha 16 liramı sokağa atmam.
Eğer 16-20 yaş arasındaki gençliğin yaşadıkları,düşündükleri,hayalleri ve bunların geleceğe yansımalarıyla ilgili meraklarınız varsa yada Piraye'yi beğendiyseniz alın okuyun.Ama tavsiye ettiğimi sanmayın:(

6 Aralık 2007 Perşembe

MUTLULUK

Mutluluk mavi çocuk - Oynardı bahçemizde

Kitabını ilk okuduğumda hayal kırıklığı yaşamıştım tek kelimeyle.Sanırım Zülfü Livaneli 'den Vedat Türkali tarzında birşey okumayı bekliyordum.
Oysa bu kadar basit bir konu ve bilindik bir öykü...
Sonra düşününce aslında haksızlık ettiğimi anladım.Evet çok bilindik toplumsal sorunlardan yola çıkılmıştı ama okuduğum sürede hiç sıkılmadım."Ben bunları çok duydum."deyip kitabı köşeye atmadım.Düşündükçe yanıbaşımızda yaşanan bu üçlü kaçışın oldukça iyi anlatıldığı fikrine geçiş yaptım.
Film çıkınca çok merak ettim etmesine de şartlar bir türlü elvermedi gitmeye:)
Sonunda seyrettim.
Koylar,gün batımları,oyuncular gerçekten çok güzeldi.Ama bişey eksikti işte...Belki bu his sadece kitabı okuyanlarda beliriyor.Ne kadar iyi oyunculuk olursa olsun duygular eksik kalıyor filmde.En çokta Cemal'in yaşadığı askerlik sonrası bunalımda eksiklikler vardı yada bana öyle geldi.Birde azcık daha baskın müzikler olsaydı diyorum.Altında cam bulunan kova sahnesinin samimiyeti ise beni bitirdi.

Şimdilik ilk deneme ama kitap sinemaya karşı 1-0 önde :)

5 Aralık 2007 Çarşamba

EYLÜL (MEHMET RAUF)

Okunacak Türk klasikleri listemde ilk sırada olan "Eylül" ü en sonunda bitirdim.Servet-i funun romanı olduğu için dilinin ağır olduğu yazıyordu çoğu yerde ama Kütüphanedeki baskısı 2003 yılına aitti;sadeleştirilmiş bir türkçeyle okununca çok zevkli ilerledi.Olay örgüsü çok geniş olmasada duyguların iniş-çıkışları kitabı isenilen yere götürmüş.Mekan tasvirlerinden çok çabuk sıkılmama rağmen Boğaziçi'nin eski halini gözümde canlandırmak hoşuma gitti ve tahmin ettiğim kadar sıkılmadım.Bazı yerlerinde azcık konuşsanız böyle olmazdı diye söylenmedim değil ama o günün şartlarında yaşanan aşkın hüzün boyutu gerçekten çok iyi yansıtılmış romana.Olayın konusu yasak aşk olunca günümüzü düşünerek daha farklı şeyler bekleyebilirsiniz ama o zamanlar aşklar farklı yaşanıyormuş:)Bana kitapta en garip gelen şey olayın kahramanlarının isimlerinin yanlış konulmuş hissi yaratamasıydı.Zira kadının adı suat;erkeğinki süreyya'ydı.
Eylül ayı benim içinde çok farklı anlamlar taşır,gerçi romanda verilen anlamla benim beynimin içindekiler çok uymadı ama olsun.En azından artık kitap alırken gözüm sürekli takılmayacak.
Benden size iki tavsiye ;eğer okuyacaksanız(eğer benim gibi türk klasiklerine gereken önemi vermediğinizi düşünüyorsanız muhakkak okuyun) mümkünse yeni sadeleştirilmiş bir basım bulun,yoksa diğer elinize sözlük almak zorundasınız.
Kütüphanelere üye olun hem cebinize,hem de kütüphanelere yararınız dokunsun:)

1 Aralık 2007 Cumartesi

OKUYORUM




İlk defa üç kitabı aynı anda okuyorum ve dördünceye başlamamak için kendimi zor tutuyorum.
Hadi hayırlısı!