30 Nisan 2008 Çarşamba

BULMACA

Bulmaca çözmeyi sevmem,beceremem de zaten. Çengelmiş,kareymiş hiç gelemem.Bazen radikal'in verdiği kare karalamacayı yaparım ,bazende ipuçlarıyla çözülen şemayı.Belki biliyorsunuz Radikal'in kitap ekinde kitap ödüllü bulmacalar vardır.Bulmacayı sevmeyen ben aylardır takıntı yaptım onları çözücem diye.Amacım çözüp göndermek ve belkide sebeplenmek. Nedense çözme işini ustaca yapan ben aylardır gönderme işini yapamıyorum.1 tanesini bile ne postaya verebildim,ne faks çekebildim.En son "Bu sefer tamam dedim", ama yine olmadı. Üşengeçlik geçirme duası bilen varsa bir zahmet okusun üflesinde geçiversin şu illet.Yada gönderebilecek biri varsa çözümü ona maille göndereyimde sevabına postalayıversin.Sahi neden maille katılamıyoruz ki????

27 Nisan 2008 Pazar

CAN SIKINTISI

Nasıl canım sıkılıyor sabahtan beri anlatamam.Kitabımdan 5-10 sayfa okudum geçmedi."Koku" filminin birinci yarısını seyrettim,geçmedi.Formula_1'i seyrettim kazayı görünce iyice sıkıldım. Sonra Şeker Kız'ın notunu gördüm ,biraz iyi oldum.Uragan'ın bloğundaki müziği duyunca tüm neşem yerine geldi.Zaten sevdiğim gruplardan bir tanesidir Kardeş Türküler.Bu grubu bilipte Feryal Öney'i bilmeyen yoktur herhalde.Sizde dinleyin ;ne dediğimi anlayacaksınız.Tekrar film izleyecek moda girdim sonunda.Hazır keyfim gelmişken sipariş listemide tamamladım.Kızımın (ve tabiki benim) seveceğini düşündüğüm kitapları,sevdiğim yazarların son çıkan kitaplarını veya okumadığım eski kitaplarını istedim.Bu aralar kitap deyince en çok eksikliğini hissettiğim konuyu hayata geçirmeye karar verdim .Sevdiğim yazarların tüm kitaplarını okuyup yazarlara ait külliyatlarını tamamlamak istiyorum.Mesela Elif Şafak'ın,Paul Auster'in,Hamdi Koç'un,Selçuk Altun'un,Amin Maalouf'un,Sunay Akın'ın,John Fawlos'un kaçırdığım satırları olmasın diyorum.Bu yazarlara daha eklenecek çok isim var onuda biliyorum.Karınca nın deyişiyle tamamlayamasam bile bu yolda ölmüş olurum:)Ben önce filmimi izleyip sonrasında hemen kızımla beraber kitabıma dönmek istiyorum.Umarım sizide neşelendirecek birileri çıkar.
Sevdiğiniz şeyler hep sizinle olsun...

25 Nisan 2008 Cuma

SOBE-KİTAPLAR

Sevgili dost Evvel zaman içinde'den hoş bir sobe geldi.Kabul etmemek olmaz dimi?:)

Ağaç yaşken eğilir derler ya benimkide öyle bir hikaye.Okumayı seven,bilgiç ve güleç bir teyzem vardır benim.Köylere gider kızlara dikiş nakış öğretirdi,sırf ellerinde bir zanaatleri olsunda evlendiklerinde ezilmesinler diye.Giderken yanında koli dolusu kitap götürürdü,hem kendi okuyabilmek , hemde başkalarına okutabilmek için.Bana ilk kitabı alan o olmuştu:Hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama Ayşegül serisine ait bir kitaptı.Ardından devamı gelmişti Ayşegül'ün.Okumayı söktükten sonra okulda,kendi sınıf kitaplığımızdaki kitaplara;evde teyzemlerin Sofra yemek ansiklopedilerine,temel britanicanalarına(o zamanlar fasikül fasikül gelirdi,kırmızı cildine hastaydım),saatli maarif takvimlerinin arka sayfalarına saldırırdım.İlk okulda öğretmenimizin hızlı okuma yarışlarını kazananlara aldığı kitapların hepsine sahip olabilmek için deli gibi çalışırdım.Çok hızlı konuşmam o günlerderin alışkanlığıdır.Kendi paramla aldığım ilk kitap Oriana Fallaci'den Doğmamış Bir Çocuğa Mektup'tur.Tekirdağ'da ara sokakta adını şimdi hatırlamadığım bir kitapçıdan almıştım.O zamana kadar sadece okumaya yönelik olan tutkum,o günden sonra nesne olarak kitabada yönelmiştir.



Yatılı okuldaki lise yıllarımda ders çalışmaya ve kitap okumaya yeterince zamanım vardı.O günlerden bugünlere kalan en iyi alışkanlığım kitap okumaya her zaman için vakit ayırabilmem olmuştur.Kitap okumak başka dünyalara,bilinmeyenlere,göremediklerime ulaşmak için en uygun yol olmuştur benim için.Kızımdan önce bazen okurken kendimi kaybeder,saati falan unuturdum.Şimdi o kayboluşlar azaldıama yinede okumak benim için vazgeçilmez bir eylem.



Kitapı nesne olarakta çok severim.Aslında genel olarak okuma-yazma eylemlerine yönelik her nesneye ilgim vardır(kalemlere,dosyalara,kitaplılara,bide son zamanlarda yabancı sitelerde gördüğüm kitap kılıflarına mesela) ama kitabın yeri bambaşkadır.Sevdiğim yazarların kitaplarını ilk defa elime almaktan, keskin ağaç kokusunu duymaktan,tertemiz sayfaların bana göz kırpmasından aldığım büyük zevki; aralarına notlar sıkıştırılmış,okuyanların anılarını hayal etmeme olanak taşıyan,sararmış sayfalarına bakarken yaşlı insanlara gösterdiğim nezaketten hiçbir farkı olamayan davranışlar sergilediğim eski kitaplarda da bulurum.Liseden beri kitaplara olan ilgimi görenler "Aç kalırsan onları yersin "esprisini! yapmış fakat beni yıldıramamıştır. Bunun nedeni binlerce kitabımın olması değil(ki zaten o kadar yok) çevremin kitap indirimleri yerine giysi indirimlerini takip eden insanlarla dolu olmasıdır.



Benden kitap ödünç almak oldukça zordur ,şartlarım ağırdır:) Kitabın kıvrılmasından,sıkış pıkış tıkıştırılmasından nefret ederim.Bu yüzden benden alınan kitapların çoğu yenisi alınarak bana geri verilir.Çok despot olduğu düşünenleriniz çıkabilir ama benim gösterdiğim özenin gösterilmesini isterim kitaplarıma karşı.Kitaplarımın üzerine notlar alırım,altını çizerim satırlarına ama kesinlikle onları hor kullanmam.Kitap mülkiyetiyle ilgili birçok toplumsal sav atılabilir ortaya ama ben bu konuda cimriyim .Kızıma bırakababileceğim en iyi miraslardan biri olarakta baktığım kitaplarıma karşı hassasım ve hassas olmakta istiyorum.Yalnız bu cimriliğimi delebilen insanlar çıkmıyor değil,kitap sevgisinden emin olduğum bir arkadaşıma seve seve veririm kitaplarımı.

Yazdıkça aklıma eklenecek bir sürü şey geliyor,bu sebeple bu yazının devamı gelecek gibi görünüyor. Bu arada üşenmedim takip ettim ve bu sobenin ilk çıkış sahibi buldum.Wolkanca'nın başlattığı bu sobe kulaktan kulağa gelirken oldukça fazla şekil değiştirmiş bir gün üşenmezsem onun dediğinide yapacağım.Benden de Erfe'ye ,moru gidip kendi kalan Uragan'a ve yoğunluğundan fırsat bulabilirse yazması için Çınar ağacına gitsin bu sobe..

21 Nisan 2008 Pazartesi

KAĞNI/SES (Sabahattin Ali)


Çok uzun olmayan bir sürü hikayeden oluşuyor kitap.Yukarıdaki resme aldanmayın bulabildiğim tek kapak bu olduğu için koydum benim okuduğum kitap çok eski bir basımdı(kütüphane sağolsun)Eski kitapları okumak çok hoşuma gidiyor aslında.Parmaklarımı sararmış sayfaların üstünde dolaştırmak,kitaba benden önce değen elleri düşünmek,alınmış 2 kelimelik bir notun anlamını düşünmek beni çok mutlu eder.Neyse efendim ben kitaba döneyim.
Bir çok yerde Sabahattin Ali'nin öykücülüğüne dair övgüler duymuştum ama ben nedense hep romanlarını okudum.Sanırım bunda öyküye yeni yeni ısınmamın payı büyük.Kağnı ve Ses adlı iki bölümden oluşan kitapta ilk hikayeden itibaren inanılmaz kuvvetli bir gözlemcinin etkilerini görüyorsunuz. Başın Öne Eğilmesin'de okuduklarımdan yanlış hatırlamıyorsam Konya'da yaptığı öğretmenlik dönemindeki gözlemlerine dayanarak yazmış bu öyküleri. Köylüyü, işçiyi, ezilmişi,yoksulu,zengin tüccarı,hapislik yatanı ve daha sürüsüne bereket yurdum insanını zamanının dışına taşırmadan , hayatlarına eklemeden çıkarmadan anlatabilen çok fazla yazara rastlamadım.Yöresel ağızları yazı diline çok iyi uyarlayabilen,dolaysız anlatan,hikayelerini süslemeye ihtiyaç duymadan yazan bir yazar Sabahattin Ali.41 yaşında öldürülmeseymiş kimbilir bugün ne güzel kitaplarını okuyor olacaktık.Kitaptaki öyküleri okurken bende olanları bir sis perdesinin arkasından seyrettim sanki.Yeri geldi Arap hayri'nin boya sandığının yanına çömeldim,yeri geldi Gramofan Avrat'ın gerdan kırışını izledim,bazen hapishaneden çıkarken dağıtılan bahşişlerden aldım bazende...O insanların hayatları üzerinden daldım gittim hayallere...
Türk öykücülüğünün yüz akına dair ne bilirsin derseniz benim size diyeceğimdir bu kitap.Ne zamandır aklıma koyduğum bir yazarın külliyatını okuma fikrimide gerçekleştireceğim ilk yazarlardan biri olacak galiba Sabahattin Ali.Hadi hayırlısı:)

16 Nisan 2008 Çarşamba

SINIRIN GÜNEYİNDE GÜNEŞİN BATIŞINDA (Murakami Haruki)


İçimden gelen sesi dinleyip aklımın bir köşesine yazdığım,karşıma her çıkışında hatırladığım ama nedense hep ertelediğim bir yazardı Murakami.Kütüphanede görünce son kitabından başlamak iyi olur diye düşündüm.Daha ilk sayfalardan içine çeken bir yapısı var kitabın.O kadar rahat, o kadar sade bir anlatımı var ki sanki en yakın dostum benimle konuşuyormuş gibi hissettim.
Bir insan kendi hatalarını ,zayıflıklarını ,beğenilerini bu kadar dolaysız anlatabilir herhalde.
Adı japoncada başlangıç anlamında olan Hacime sakin ve duyarlı bir çocuktur.Geçirdiği çocuk felci yüzünden sol bacağını sürükleyen kız arkadaşı Şimamoto ile kendi dünyalarını kurmuşlar ve yaşıtlarına göre farklı zevkle edinmişlerdir.Geçen zaman ve ailelerin taşınmaları iki çocuğun aralarına sinsice giren soğukluğu körüklemiştir.Cinselliğini yeni yeni keşfederken ona eşlik eden kız arkadaşı İzumi ile kötü bir olay ile ayrıldıktan sonraçok fazla boşluk yaşamış ve en sonunda kitap düzeltmeni olarak bir işe girmiştir.Şansının yardımıyla iyi bir evlilik yapmış ve kayınpederinin yardımıyla zevk ürünü iki tane caz bar sahibi olmuştur.Evliliği iyi giden, çocukları ve işi ile sorunu olamayan her zengin insan gibi kafayı duygusal boşluğa takmıştır:) Şaka bir yana yalnızlığı sorgulamasındaki inceliğe,kendini yetersiz hissedişinin nedenlerini araştırırken takındığı metanete ve her daim elinin altındakinin kıymetini bilir tavrına hayran kaldım.Neyse efendim tam bu sorgulamalar zamanında Şimamotosan çıkar karşısına.Kafası iyice karışan Hacime'nin hikayesinin kalanına ait detaylar kitapta efendim.Eski aşkı ve dostu bu güzel kadının gizli dünyasına yaptığı dalışları,ilişkilerinin ve evliliğinin sonunu,çıkmazların paradokslara dönüştüğü anları kaçırmak istemiyorsanız kitabı okuyun derim.Küçük bir hatırlatma;kitapta yer yer anlatımın da doğallığının etkisiyle cinsel öğelere yer veriliyor ama rahatsız edecek boyutta değil kesinlikle.

Sevgili Erfe'nin önerisiyle hemen aldığım Zemberekkuşu'nun Güncesi'nide okumak için sabırsızlanıyorum.Aslında asıl düşündüğüm kafa yarmaya yarayacak kadar çok sayfası olan kitabı bitirmeden nasıl elimden bırakacağım:)Umarım ben imkansızın Şarkısını bitirdiğimde diğer kitaplarınında türkçeye tercümeleri yapılmış olur.Japonca bilen Türk yok mu kardeşim el atın şu olaya bir:)

Kitapla ilgili en büyük eleştirim kitap kapağına yönelik olacak.Kitaptaki tüm karakterler japonken,kapaktaki hatunun orda ne işi olduğunu düşünüp durdum sürekli.Kitap bitti ben hala neden o yüz kullanılmış anlamadım.Eğer benim gibi yazara ve Japon edebiyatına ilk defa yaklaşanlar varsa çok yerinde bir ısınma kitabı olacağını düşünüyorum.

Kitapla kalın...


"Yaşadığım dünyada tek çocukların aileleri tarafından şımartıldığı,zayıf ve bencil oldukları düşüncesi kabul görüyordu...Birinin bana kaç kardeşim olduğunu sormasından nefret etmemin sebebei buydu.Hiç kardeşim olmadıklrını öğrendiklerinde içgüdüsel olarak şöyle düşünüyorlardı:Tek çocuksun öyle mi?Şımarık zayıf ve bencilsindir.Refleks olaral verilen bu tepki beni üzüyor ve yaralıyordu." (syf:8)

"O zamanlar bilmiyordum.birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi.İnsan ,sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu." (syf:28)

"Beni çeken şey ,dışarıdan bakılarak ölçülebilen dış güzellik değil,daha derindeki,daha katıksız birşeydi.Tıpkı bazı insanların yağmur fırtınalarına veya depremlere karşı karşı gizli bir tutku beslemeleri gibi bende karşı cinsten gelen tanımlanamayan şeyleri seviyordum.Daha iyi bir kelime seçecek olursak çekim gücü diyelim.Hoşunuza gitsin veya gitmedin,insanları ağına düşürüp sarhoş eden bir güçtü bu." (syf:39)

".....Nihayetinde her nereye gidersem gideim asla değişmedim.Tekrar tekrar aynı hatayı yaptım,başkalrını kırdım,karşılığında da kendim kırıldım. "(syf 44 )



***Nat king Cole'un kitaba isminide veren "Sınırın Güneyinde"adlı meksika hakkında bir şarkısı varmış.İngilizce sıfırın altında olduğundan ben bulamadım.Parçayı dinleyebileceğim bir link gönderebilecek olanlara şimdiden teşekkürler.

15 Nisan 2008 Salı

DİJİTAL KALE (Dan Brown)


Amerikan istihbarat örgütüne bağlı çalışan NSA,onlara gıcık olan EEF,süper bilgisyar Translatr,çözülemeyen şifreler,atom bombalarının intikamını almak isterken canından olan bir sayısal dahisi,baş kriptograf olmasına rağmen olduka salak davranan Susan ve onun dilbilimci nişanlısından ibaret bu kitap kalınlığına rağmen haddinden hızlı okunuyor.Benim gibi teknoloji namına tek yapabildiği önüne sunulanla yetinmek olan birisi için sürükleyici ve meraklandırıcı bir kitap aslında.İçindeki cinayetleride hesaba katarsak Tekno-macera denebilir( o da ne yahu:)
Bazılarının ,kültürel imgelerini bize adapte etmek isteyen toplumların olatası gibi göründüğü için bu tarz kitapları okumak istemediğini biliyorum ama ne yalan söyleyeyim beni heyecanlandırmayı başarıyor Dan Brown.Kitaba başlamadan önce edebiyat açısından birşey beklemek gibi bir lüksten kendimi mahrum bırakmıştım ama kötü sayılabilecek bir çeviriyi tahmin etmemiştim.Kim ne yapmış ne yapmamış anlatmak işime gelmiyor,çünkü başlarsam okumanızın bir anlamı kalmaz. İçindeki bilgisayara dair bilgilerin inandırıcılığı hakkında yorum yapmak benim haddime değil , eminimki işin ustalarına çok komik gelecek ama benim vay be dediğim yerler vardır.Kitabın son sayfasındaki şifreyi de çözmemiz için bize bırakmışlar,bakalım kitaptan bişeyler anlamışmıyız diye:)Velhasıl maceralı bir bulmaca çözmek istiyorsanız ,bu adam ne yazdıda bu kadar okundu diye merak ediyorsanız benim gibi birilerinden ödünç bulun öyle okuyun.


ODTÜ Yayıncılık
436 sayfa/2004 Haziran 1. basım

14 Nisan 2008 Pazartesi

AZİZ BEY HADİSESİ (Ayfer Tunç)


Biri uzun beşi kısa 6 hikayeden oluşuyor kitap.Hiçbiri insanın içini ısıtan ,enerji veren,gülümseten hikayeler değil.Aksine hem kahramanları hemde olay örgüleriyle sıkıntılı,karamsar ve hayat dersinden sınavda kalmış hissini uyandıran bir yapıya sahip 6 öyküde.Okunması keyifli,dili düzgün,sonuçlarıyla insanı vuran hikayeler istiyorsanız bu kitap tam size göre.Benim okurken zevk aldığım hikaye türüne örmek teşkil ediyorlar .Sonucu yazarın zekasını yansıtan ve benim bam telime dokunan küçük hayat hikayeleri aslında bunlar.Yazarın diğer kitaplarınıda okumak için bir sebep olan öykülere gelince:
Kitaba adını veren Aziz Bey Hadisesi,bir adamın yaşadığı aşktan sonra nasıl değiştiğini anlatan, eski meyhanelerle ve uygun şarkı sözleriyle fon oluşturulmuş uzun bir öykü.
Kadın Hikayeleri Yüzünden,sıkıcı hayatına renk katmak için hovardalık senaryoları yazan, bunları gerçekmiş gibi algılamaya başlayan ve sonunda da hiç uğruna karısının intiharına sebep olan bir adamın öyküsü.
Soğuk Geçen Bir Kış ,babasını yok yere hayatından çıkartan,sevdiği kadının hayatını sevgisiyle zindana çeviren,ateşten korkmasına neden olan acı olayı zihninden silemeyen ve göbektaşında son nefesini veren bir adamın hikayesini anlatıyor.
Kar Yolcusu ,karlarla kaplı bir viranda tren makas külübesini bekleyen Eşber'le,hayatına birden giren kaçak Fidan'ın farklı beklentilerinin yol açtığı olaylar silsilesini yansıtıyor.Eşber'in sevgisi, fidan'ın duyacağı vicdan azabına dönüşmek için uygun zamanı kolluyor ve sonrasında Eşber hikayenin başına,yalnızlığına dönüyor.
Mikail’in Kalbi Durdu,hayatına giren hiçbir erkeği sevmeyen Semiramis'i seven,onun için malını mülkünü heba eden bir erkektir Mikail.Tek derdi sevdiği tarafından sevilmektir.Hikaye anlatıcısı Semiramis'in yanındaki son erkektir ve Mikail'le oynadığı sessiz sinemanın haksız galibidir. Bu galibiyeti istemeyen anlatıcı Mikail'in kalbi durduktan sonra hem kendini hemde Semiramis'i yalnızlığa koyvermesinin öyküsüdür bu da.

Kırmızı Azap,yazılmaya çalışılan bir hikayenin kahramanının dilinden anlatılır bize.Önce önemsiz bir rol biçilen,sonradan başrole çıkartılan hayat kadının diğer roman kahramanları için duyduğu kan kırmızısı bir azaptan bahseder.
Hikayeler okuma listemde öncelikli yer kaplayan türler değildirler ama bazen kendiliğinden araya sıkışmaları (bu kitap gibi) iyi oluyor.Ayfer Tunç 2. bir kitabının okunmasını kesinlikle hakediyor.








7 Nisan 2008 Pazartesi

AĞRIDAĞI EFSANESİ (Yaşar Kemal)


Tasvirlerinin derinliğinden ürktüğüm için Yaşar Kemal okumaya nedense bir türlü yanaşmadım.Selçuk Altun'un son kitabında adı geçince o kadar çok merak ettimki kütühaneye ilk gidişimde bu kitabı aradım.Şimdilerde olmayan çok eski bir basımı ve efsaneye çok yakışan Abidin Dino resimleriyle karşıladı beni kitap.Karlışadı ve içine çekip bırakmadı.Güzel bir atın Ağrı Dağı eteğindeki bir köyde yaşayan Ahmet'in kapısına dayanmasıyla başlar efsane.Yaşlı bilge ve kaval ustası Sofi bile akıl erdiremez bu işe fakat at kapıdan gitmemekte direnince atın Haktan yadigar olduğuna karar verirler.Aylar sonra atın Beyazıt Paşası Mahmut Han'a ait olduğunu öğrenirler ama iş işten geçmiştir.Geleneklere göre at Ahmet'in olmuştur.Mahmut Han en güzel atını bir dağlıya kaptırmayı hazmedemez ve tüm söylenenleri kulak arkası ederek atını geri ister.Tüm Ağrı Dağı insanları ata sahip çıkar ve göç etmek pahasına atı geri vermezler.Bu işe çok sinirlenen Paşa hileyle Ahmet'i saraya getirtir ve zindana kapatır.Paşa'nın kızlarından Gülbahar zindandaki Sofi'nin kavalını dinler ve Ağrı Dağının öfkesine hayran kalır.Zamanla Ahmet'e aşık olan Gülbahar sevdiğinin kellesi gitmesin diye çeşitli çareler arar.Demirci Hüso'dan,Kervan Şeyhinden çareler ister.Zindancı Memo'dan kardeşi Yusuf'tan yardımlar dilenir.Sonunda sevdiğinin başını kurtarır kurtarmasına da bu efsanenin sonu yinede hüzünle biter.

Adına layık bir aşk öyküsü gibi gözüksede bu efsanenin bence en büyük odak noktası gurur ve sadakattir.Atla başlayan şans,Gülbahar'la devam eden aşk,yörenin Paşa'ya ayaklanmasıyla devam eden gurur Ağrı Dağı'nın öfkesininde hikayesidir aynı zamanda. Sadakatin, emanetin, sevginin ne olduğuna dair kısa ama açık bir derstir günümüz insanına.İnsan psikolojisinin en anlaşılmaz duygularının efsane üzerinden dile getirilişidir.

***Şu insanlar,şu dünyada varoldukça herşeye akıl erdirecekler,kartalın uçuşuna,karıncanın yuvasına,ayın,günün doğuşuna,batışına,ölüme,kalıma,her şeye akıl sır erdirecekler.Karanlığa ,ışığa,her şeye her şeye akıl erdirecekler,tek insanoğluna güçleri yetmeyecek.Onun sırrına ulaşamayacaklar.(syf.12)

Hem insan hem de doğa anlatımlarındaki boğmayan,sıkmayan,aksine durup hayalinizde canladıracağınız kadar ayrıntıya yer veren betimlemeler kitabın her köşesine yerleştirilmiş.

***Güz aylarıydı,Ağrıdağı etekleri yangın yeriydi.Kırmızı,mor kayalıklar,ufak,çürük kepir taşları atlarının nalları altında sular gibi çağıldayarak aktı.(syf.20)

***"Ağrı Dağının doruğuna yakın bir yerlerde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp Gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin ışıltılı kayalıkların dibindedir. Her yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrı Dağının tekmil çobanları gölün kıyısına gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üzerinde serip gölün kıyısında sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte "Ağrı Dağının Öfkesi" ni gün batımına kadar birlikte çalarlar. Ağrı Dağı çobanları güzel kara kederli gözlüdürler. Uzun çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları dalgalanır. Küçücük bir ak kuş çobanlar kaval çaldırkları sürece üstlerinde döner durur. Gün kavuşunca çobanlar karanlığa karışıp giderler. Ve tam bu sırada da tede dönüp duran ak kuş gölün üstüne süzülüp iner, kanadını suyun som mavisine daldırır, sonra o da çobanlarla birlikte, karanlığa karışır. Kanadın değdiği yerde göl incecikten dalgalanır, ince dalgalar genişleyerek gelir, bakır kıyılara vururlar. Sonra, iri bir atın gölgesi gölün üstüne düşer, süzülür gider."(kitabın bir çok sayfasında tekrarlanan pragraf)

***Ahmet'in sarışın,kıvır kıvır,altın sarısı,pırıltılı sakalı uzundu,dalga dalgaydı.Kirpikleri,iri,duru mavi gözlerine bir kederli özlemi katıyordu.Uzun boyluydu Ahmet.Uzun ince yüzü yaralı bir karacanın acılı yüzünü ansıtıyordu.Bütün insanların kederi,özlemi,tutkusu gelmişte bu yüzde birikmiş.Bir düşte bir büyüdeydi Ahmet.Görenin kanını kaynatan,uzak,bilinmez bir dünyanın ateşine alıp götüren bir tadı vardı duruşunun,bakışının...(syf.35)

Benim okuduğum kitapta çok güzel Abidin Dino çizimleri vardı.Umarım yeni basımlarında da bu çizimlere yer verilmiştir zira bendeki basımı bulabileceğinizi sanmıyorum.İşte onlardan birkaçı:

Mahmut Hanın sarayının görünüşüdür.

Ahmedin:"Ne yapalım at benim kısmetimdir."dediği yerdir.

Gülbaharın kardeşi Yusufa gidip herşeyi anlatığıdır.

Demirci Hüsonun demir döğdüğüdür.

Gülbaharla Ahmedin aralarında yalın kılıç hiç konuşmadan yattıklarıdır.

Her yıl bahar çiçeğe durduğunda ak kuşun Küp gölüne gelip kanadını som maviye batırdığıdır.

Benim gibi hiç okumayanlar için Yaşar kemal'e iyi bir başlangıç,yazarı bilenler içinse kesinlikle atlanmaması gereken bir yapıt diye düşünüyorum.

Benim okuduğum basım:

Milliyet Yayın A.Ş yayınları

144 sayfa/Haziran 1978

Kapak resmi bulunan basım:

Yapı Kredi Yayınları

120 sayfa/Şubat 2008(15. Basım)

6 Nisan 2008 Pazar

BELKİ DEFNE (Nihal Yeğinobalı)

Sınav bittiğine göre okuduklarımı yazmanın vakti geldi demektir.Okuduğum sıraya göre anlatma zorunluğum olmadığına göre önce "Belki Defne" ile başlamak istiyorum.

23 ocak 2001 tarihli ölüm ilanıyla başlıyor kitap ve 30 yıl öncesine uzanıp hayatının en heyecanlı,en karmaşık dönemini anlatmaya başlıyor yazar-anlatıcı. DEFNE,boşanma sürecindeki bir kadındır.Öyküler yazmakta ve yıkılan dünyasının hayallerine batan parçalarını çıkarmaya çalışmaktadır. BERİL,çekiciliğini saklamayan,kendi kurallarına göre yaşayan, feleğin çemberinden geçmiş, kültürlü ve üst tabakadan bir kadındır.Annesinin yazar ,babasının şair olmasının yaşamına etkileri her fırsatta görülmektedir. SAHİR,öncelikle Beril'in sevgili kocasıdır.Sıcak ve yakın duruşların,samimi duyguların ve Defne'nin çözemediği bir sırrın adamıdır.Şarkı sözleriyle konuşan bu koca adam aynı zamanda Defne'nin platonik aşkıdır.
Eşi tarafından aldatılan ve zorlu boşanma sürecini ruhsal yara almadan atlatmaya çalışna Defne'nin Beril'le rastlantısal bir şekilde başlayan macerasının 70'li yıllarda yaşandığı izlenimini kafama yerleştirmekte hayli zorlandım.Cep telefonu yerine kullanılan telgraf imgeside olmasa olayların (kadın-erkek ilişkileri bakımından) günümüz şartlarında yaşandığına yemin edebilirim:)Neyse efendim.Defne'nin Beril'le başlayan arkadaşlığı Sahir'in de katılımıyla platonik ve 3'lü bir tutku çıkmazına girer.Araya Beril'in abisi Fikret'in de girmesiyle aklı iyice karışan Defne,kendini akıntıya bırakıverir bu ilişkiler nehrinde.
Yaşamını M.Ö(Meto öncesi ) ve M.S(Meto sonrası) olarak sınıflandıran başkahramanımız yaşadığı ilişkileri,çevresindeki insanları,bir zamanlar kocasına olan sevgisini, eksikliklerini,kendine güvenini yerine getiren ayrıntıları,velhasıl kendisini sorgulamaktan geri kalmaz.Hayatında sorgulamadığı sadece 2 şey vardır:Köpeği Çufi ve kedisi Omlet.

Arkadaşlık sınırları üzerine ince saptamaların yapıldığı,söylenmemiş ve duyulmamış sözlerin etkisininden kurtulamayan ruhların fırdöndüğü hoş bir kitap.Kadın-erkek ilişkilerinde karar ver(eme)menin,seçim yapabilmenin,hayal edebilmenin ve hepsinin üstünde dürüst olabilmenin zorluğunu anlatan bu romanı kendi beğeni kriterlerime göre ortalara bir yere koydum.
Konusu itiberiyle Duygu Asena'yı hatırlatan,anlatımı ve kullanılan dili yetkin bir doyum yaratan kitabın sonlarında aklıma okuduğum Piraye geldi.Konu itibariyle benzer olmalarına rağmen yazım şekli itibariyle taban tabana zıtlar.Galiba Belki Defne'nin en büyük avantajı , yazarının güçlü bir çevirmen olması.Kitabı okumamdaki en büyük faktörlerden biri olan kapağı ile ilgili düşüncelerimi ise kendime saklıyorum.Kitabı okuduktan sonra yazarın diğer kitapları için sabırsızlanmadım ama okurken harcadığım zamana da üzülmedim.

Yazarın erkekleri kitaplara benzettiği şu satırları da paylaşmadan geçemedim.Ben okurken bayağı gülümsedim:

"Ama Meto okunup bitirilmiş bir kitaptı artık,Sahir okunması yasaklanmış bir kitap.Şimdi yapmam gereken şey,diye Defne hafifçe gülümseyerek düşündü,kitaplığımı bir düzene sokmak oluyor besbelli.Sonrada henüz okumadığım,okunalası bir kitap bulmayı ummak bir yerlerde;şu bilincimin altlarıyla üstleri kafamı temelli bulandırmadan..."

Belki Defne/Doğan Kitap
300 sayfa/ 1. Basım 2005 Şubat
2. basım 2005 Mart


***Cumhuriyet Kitap'ın son sayısının arka kapağında Belki Defne'nin Can yayınlarından çıkan son basımının kapağını gördüm.İlk gördüğüm kapak yandaki olsaydı kitabı okumaya bu kadar can atar mıydım bilemiyorum.

AKLIMDAKİLER


**Ara sınav şükürler olsun bitti.Başarılar dileyen herkese teşekkürler, işe yaradı galiba...


**3 senedir ehliyet sahibiyim ama deneyimli sürücü olamadım bu zamana kadar.Düşük model bir araba aldım ve bu sefer (yolların fatihi olamasamda) iyice öğrenene kadar hışırını çıkaracağım.


**Okumak istediklerim zaten birikmişti,onlar yetmezmiş gibi bir sürüde film izlemek istiyorum. Günde 5 saat uyku yeter mi acaba?


**Rejim arada sekteye uğrasa da devam ediyor,daha verilecek çok kilo var.Umarım yürüyüş desteği işe yarar.


**Köydeki küçük bahçeye fasulye,mısır ekmenin tam zamanı.Güneşli bir günde yanıma kızımıda alıp toprakla uğraşmam lazım.


**Mutfağı ve balkonu boyamak istiyorum,acaba ne renk yapsam?


**Aklımdaki 3-4 kitaplık modelinden birini seçip şiparişi vermem lazım artık.Ama hangisi?


**Uçurtma uçurtmak istiyoruz,uçurtmaaaaaaaaaaaaaaaa:)

5 Nisan 2008 Cumartesi

MUTLU YILLAR ...


Birazdan sınava gideceğim.Açıköğretim sınavına giren herkese başarılar.Sıkışık şu zamana sığmayacağını biliyorum ama bir kutlama notu yazmam lazım.Şu anda askerde olan kardeşim Serhat'ın dün doğum günüydü.Dünde,bugünde ulaşamadım kendisine ama eminim o benim onun için dilediğim iyi dileklerimi hissetmiştir.Yeni baba adayı,şafağı az kalmış bir asker,ablasının hep ufacık kalan kardeşi ...Eskiden bu şekilde düşünmezdim biliyorsun ama şimdi senin ne kadar çok şeyi başarabileceğini biliyorum.Hayatın umduğundan daha güzel ve mutlu geçsin .NİCE MUTLU YILLARA KARDEŞİM.