20 Kasım 2009 Cuma

DÜŞMÜŞ ERKEKLER MASALI (Rıza Kıraç)


Rıza kıraç'ın kütüphaneden edindiğim diğer bir kitabı.Adına bakınca çok dramatik bir öykü bekliyor insan değil mi?

Adem küçük bir köyde ,delilere yardım eden annesi ve sütçülük yaparak para kazanmaya çalışan babası ile yaşar ,ailenin en küçük çoçuğudur.Diğer abiler ve ablalar büyümüş şehirlere göçmüş Adem de senlik olsun niyetine köyde kalmıştır.Köyde çıkan bir yangın neticesinde evden kaçar Adem ve İstanbul'a gelir.Düz bir hayatı olan,kadınlarla sadece günlük aşklar yaşayan,hiçbirşeyin fazla etki bırakmadığı ve duyguları umursamayan bir adam olmuştur ve Beyoğlu'nun arka sokaklarından birinde bir barı vardır.Birgün bara gelen,elinde sadece Adem'le çekilmiş bir askerlik fotoğrafı olan ,hiçbirşey hatırlamayan birisiyle karşılaşınca hayatı yavaş yavaş değişmeye başlar.Adamın kim olduğunu bulmak için bir sürü insanı seferber eder.Adını bile hatırlamayan bu yabancıya bir avukat arkadaşıyla beraber sözlükten isim seçtirirler ve ona bir süre Müstehak diye hitap ederler.Senelerdir yalnız yaşamaya alışkın bir bünyeyi rahatsız eder arkadında bir gölge sürüklemek ama bir süre sonra alışmaya başlar Müstehak'a...

Müstehak kitap okumaya aşık,unutkanlığının verdiği saflıkla yaşayan ,gözlerinn dalışından unutmadığı birşeyler olduğunu hisettiren bir adamdır.Adem hem Müstehak'ın sırrını çözmeye uğraşır hem de Müstehak'la yaşadıklarını,onun söylediklerini baz alarak kendi yaşamını sorgulamaya başlar.Bu sorgulamanın tek sorumlusunu hafızasını yitirmiş dostu değildir.Beraber olduğu ve diğerlerinden farklı olduğunu hissettiği Ezgi'de Adem'i daha fazla düşünmeye itmekte ve değiştirmektedir.Kitapta geçen "Hep başkalarına atfettiğim sahtekârlığı, korkaklığı, sünepeliği maharetmiş gibi, sevdiğim kadının gözlerinin içine bakarak yapmıştım. Oysa, Ezgi'yle çıkmaya başlamadan önce, kendime karşı daha insaflıydım. Müstahak hayatıma girmeden önce daha güçlü, iradeli, tuttuğunu koparan ama aynı zamanda düşüncesiz biriydim. İkisi de beni değiştirmişti, nasıl yaptılarsa en zayıf yerlerimden beni yakalayıp kendilerine bağlamışlardı" cümleleriylede bu durumu okuyucuya itiraf etmiştir.Gitgide daha çözülmez bir alan Müstehak düğümünü görüştüğü tek abisinin çözebileceğini romanın sonuna kadar Adem dahil hiç kimse (okuyucu bile ) anlayamaz.
Müstehak ve Adem karakterleri tek başına bile yetiyor kitabı okutturmaya.Hele o Müstehak!Kitap okurken kitap okumaya bayılan bir karakterle karşılaşan okuyucu nasıl sevinmez:)Diğer yan karakterlerinde hakkını yememek gerek.Kitap çok sade kelşimeletle yazılmış.En vurucu sorgulama bile dosdoğru anlatılmış.Hani bizdeki deyimiyle yazar " edebiyat parçalamamış". Belkide bu yüzden bana kitabı okuduğum zaman bir eksik varmış gibi geldi.Sanki yazar daha iyisini yazabilecekken mütevazilik gösterip benden bu kadar demiş gibi hissettim sürekli olarak.

Okuduğum diğer romanından farklı bir yapısı ve çok farklı bir konusu olduğunu söylemeliyim. Sanki bu kitap biraz daha fazla okuyucuya hitap ediyor.Düşmüş Erkeklere methiye düzmüş Rıza Kıraç ama bunu öyle salya sümük yapmamış.Anlattığı erkekleri "Düşmüş Erkekler " yapan ayrımı sakin sakin yazmış.Sizde sakin sakin okuyabilirsiniz bu kitabı ;tabii Müstehak'ın sonunun ne olduğunu merak etmekten çatlamazsanız...

***Zaman,içine düşülmüş bir büyük bir kuyu olur,yalnızlık üstüen bağdaş kurardı.(S.58)
***Bizi eyleme sürükleyen şey,kader denilen o cazibeli canavara başkıldırma sevdası mı?(S.88)
***Emin olun,insan denilen yaratık çok garip bir mahlık,o herşeyi hisseder,görür,bilir,ama bunların hepsini yadsımak ister ve başarır.Çünkü olmamasını istediği şeylerin ağırlığına uzun süre katlanamz,kendine başka bir dünya yaratır ve orada kendini var etmeye çalışır.Boktan birşey yani.Hepimizin zaman zaman yaşadığı,ama aynı zamanda yaşadığını yadsıdığı...(S.148)
Kitaptan kendime notlar:
Annemin Öğrettiği Şarkılar :Adem'in Müstehak'a hediye olarak aldığı kitabın ismi...
Melih Cevdet Anday'dan Anı şiiri: Müstehak'ın en sevdiği şiir.....

Doğan Kitap /199 sayfa
1. baskı/mart 2005

15 Kasım 2009 Pazar

KİTAP SOBESİ


Zeynep bloğunda beni sobelemiş.Konu kitaplarla ilgili olunca ilk fırsatta cevap vermek istedim.

1.Şu an okumakta olduğunuz kitap nedir?Kısacası konusunu anlatır mısınız?

***Şebnem İşigüzel' den Çöplük: Daha çok başlarındayım ama çöplükte başlayan ve günümüz İstanbul'un da geçen bir yeraltı edebiyatı örneği olduğunu biliyorum.
***Onur Caymaz'dan Kalbin ve tenin bütün istekleri :Sakin ,rahat öyküler var içinde.
***Ahmet Yurdakul'dan Korsanın seyir defteri:1980'lerin acısını yaşamış insanların bir araya gelmelerini ve hesaplaşmalarını konu alıyor.

2.En son aldığınız kitap nedir?

***Hanımın Çiftliği/2 kitap

3.Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangisidir?

***Bu soruya cevap vermem gerçekten imkansız.O kadar çoklar ki...

4.Bir türlü bitiremediğiniz,bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap?

***Lawrence Durrell'den Justine / İskenderiye Dörtlüsü -----Kaç kere başladıysam 20. sayfayı geçemedim.
***Oğuz Atay'dan Tutunamayanlar----Sanırım doğru zamanda okumaya başlamadım.

5.Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?

***Bir sürü olasılık var ama Anna Karenina daha ağır basıyor galiba...

Bende Elif'i , Kitap Kurdu'nu ve Aslı'yı sobeliyorum.

13 Kasım 2009 Cuma

KIRMIZI PELERİNLİ KENT (Aslı Erdoğan)

Aslı Erdoğan benim için özel bir yazar.Yaşamında verdiği kararların sivriliğine ve bunları itiraf edercesine yazdığı kitaba yansıtmasına gıpta ile bakarım.Kitaplarının arkasındaki "geleceğe kalacak elli yazar " imgesinden çok benim kitaplığımda tüm kitaplarıyla yer alacak yazarlardan olması hoşuma gider. Kızıma överek önereceğim yazarların başında gelir.


Aslı Erdoğan ,bu kitabında da içimdeki bir yere öyle dokunuyor ki insanlığım ciddi halde sarsılıyor.Bilgisayar mühendisliğini ve CERN’deki fizik kariyerini bir anda bırakabilen birisinin kendiyle hesaplaşmasıda kitaplarına gerçeğin en şiddetli hali olarak yansıyor.Özgür adındaki bir kadının dünyanın en tehlikeli şehri(!) Rio' yu anlattığı kitabının ismidir Kırmızı Pelerinli Kent aslında ve o kitapta şehirden çok Özgür'ün şehirdeki kötülükleri betimlemesi anlatılır.Bununla beraber okuyucuya Özgür'ü de tanıtan bir anlatıcı vardır.Yapı olarak benim çok sevdiğim türde yazılmış bu kitap. Gezi kitabı kadar ayrıntılı,şiir kadar dokunaklı,öykü kadar kendi içine dönük bir kitap Kırmızı Pelerinli Kent.Kırmızı pelerinli bir sihirbazın içindeki kötülükleri örttüğü, turistik yabancılara sadece hünerlerini gösterdiği bir kent olmuş Rio.Kendine gülümseyenlere gülümseyip,işin özünü anlayanlara şiddet uygulayan bir psikopata dönüşmüşmüş bir kent var karşımızda.

Bu kitap bir hesaplaşma kitabı demiştim."Kendiyle,Rio ile,"ölümle, hayatla, şiddetle, kötülükle, insanların ve şehirleyen parlayan yüzlerini gören beynimizle... Bu tarz bir içe dönüşü anlatılabilecek en doğru sözcüklerle betimliyor Aslı Erdoğan. Zaten yazarın bence en büyük gücü buradan geliyor, az cümle kullarak istediği herşeyi ifade edebiliyor.Hani şu konstre deterjanlar gibi, az kelime - çok duygu...Ben okurken hep şunu düşünüyorum: "Ben aynı olayları yaşasaydım,aynı yerleri görseydim bile kendi hislerimi bu kadar doğru anlatamazdım." Yabancılık kavramı üzerine de oldukça güzel şeyler yazmış.Alışıldık gurbet türküleri söylemeyen ,ağlatarak değil kanatarak uzakta kalmanın acısını hissettiren bir kitap olmuş Kırmızı Pelerinli Kent. En kötü yabancılığın mekanlardan çok kendimize olan olduğunu hatırlatmış sürekli olarak.Birkaç zor anlaşılır cümlesi dışında okurkende düşünürkende zevk veren bir kitap oldu benim için.

Okuyup sevenler zaten ne demek istediğimi anlamışlardır.Oku(ya)mayanlar içinse tavsiyem kendinize bir şans daha verin ,Aslı Erdoğan'dan bünyenizi mahrum etmeyin.Bana inanmıyorsanız birde BOZGUN ODASI ' ndan dinleyin Aslı Erdoğan'ı... UNUTMAYIN HAYAT BİR DÜŞTÜR VE ASLI ERDOĞAN BU DÜŞÜN EN SAHİCİ GÖRÜNTÜLERİNDEN BİRİDİR.

Kitaplarını bir süredir Everest yayınlarından çıkartan yazar hakkındaki tek eleştirim kitap kapakları hakkında olabilir.Kitabın kapağına,arkasındaki bir-iki cümleye kapılanlardanımdır. Hal böyleyken bendeki 3 kitabın arkasına basmakalıp bir cümle yazan yayınevine ,güzelim kitap kapaklarına imza atan ama nedense Aslı Erdoğan'a birbirine sadece renkleri benzemeyen kitap kapaklarını layık gören Utku Lomlu'ya nasıl serzenişte bulunmamdan doğal birşey olamz değil mi?.İnsaf edin, en azından yeni basımlarda kitaplara yakışır tasarımlar kullanın.





***Arzunun derebeyliğinde acınası tahtına oturtulmuş,peşkeş çekilen insan bedeniyle karşılaşacaksınız.etin hiç sönmeyen yangını,budalalığı ve eşsiz güzelliği;hafif,uçucu kaçıcı,gelgeç bir yaşam ve her köşe başında bir ölüm... (syf.4)

***Aritmetiğe indirgenen ölüm,kişisel bir trajedi olmaktan çıkıyordu.(syf.17)

***Kıdemli bir göçmendi,insan için vazgeçilmez olanın bir çantaya sığabileceğini,geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini çoktan öğrenmişti.(syf.29)

***Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder,kendi köklerimizi keseriz.Adem'in uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına:BİLİNMEYEN.(syf.43)

***Yalnızlığı ,odak noktası belirlenemyen bir ağrı gibi gövdesine yayılır,sevme ve sevilme gereksinimi ölüm kalım sorunu haline gelirdi.Yaşamı sevecen,anlamlı yada en azından katlanılır kılan tek şeyin aşk olduğuna inandırırıdı kendini.bazen de ,şanslı bir gününüdeyse eğer,yoldan geçen bir tanıdık,Özgür'ün hüzünlü profilini camdan seçer ,bir bira içimi yarenlik ederdi.Kim olursa olsun,eski ev sahibinin oğlu,süparmarketteki satıcı ,aylar önce bir konserde tanıştığı adsız bir yüz,dört elle sarılırdı ona;çoştukça çoşar,konuştukça konuşurdu.Yalnız insanlar hep fazla konuşur.(syf.94)

***Dünyayı döndüren gücün sevgi ve iyimserlik olduğuna inanan Tolstoy 'du değil mi? (syf.96)

***Artık biliyordu,Amazonlar'a dek kaçsa da ,kendini yanında götürecekti.Küf kokulu,yüklü bir geçmiş bohçasıyla birlikte...(syf.113)

***Sıfır noktasına varan herkesin bildiğini o da biliyor artık,insanın yoluna çıkan bütün cesetler,onu tek bir yerinden,en zayıf yerinden vurur:Kendi içindeki cesetten.(syf.124)

***Yaşam iki göz kırpması arasında görülen bir düştür.Yalnızaca bir düş...(syf.129)

12 Kasım 2009 Perşembe

KAYIP GÜL' E TEPKİ



Hiçbir kitap hakkında okumadan kötü şeyler söylemedim.Emeğe saygı herşeyden üstündür benim için ama o emek ortada yoksa...

Önce bir gazete ilanı ile farkettim kitabı.Bilmem kaç dilde yayınlanmış,bilmem kaç yüzbin basımı yapılmış bir kitabı neden kendi dilinde yayınlatmak için bu kadar beklemiş yazar ,şaşırdım.Sonra gazete eklerinde,internet sitelerinde ve kitap şatış listelerinde gözüme çarptı.Hayallah,ben nasıl farkedemedim bu kitabı diye hayıflanırken kitabın konusuyla ilgili yazılan hiçbirşeye rastlamadığımı farkettim.Her yerde reklamının olması ama içeriğinden ve yazardan kimsenin bahsetmemsi garip geldi.Pazar günü Hürriyet gazetesinin ekinde Ezgi Başaran'ın yazısını okuyunca gıcık bir gülümseme yayıldı suratıma.

Remzi Kitabevi'nde, D&R'da ve Kabalcı Kitabevi'nde çok satanlar rafının baş köşesinde duran Kayıp Gül adlı romanı elime aldım. Yazarı daha önce adını hiç duymadığım Robert Kolej mezunu Serdar Özkan. Benim adını hiç duymamış olmam bir kriter değil; incelemeye devam ediyorum. Ön kapağın tepesinde “Uluslararası Bestseller” ibaresi var. Vay be, galiba satın alacağım! Sol alt köşede de Slovenya'dan Air Beletrina'nın “Büyük bir global başarı. Simyacı, Küçük Prens ve Martı'yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap” yorumu. Air Beletrina nedir bilmiyorum ama kitabı Küçük Prens ve Simyacı'yla aynı kefeye koyuyor, kesinlikle alıyorum!Aldım ve okudum. Kabaca, kayıp ikizini arayan Diana adlı bir kadının hikayesini anlatıyor. Bana göre sırtını Doğu kültürüne ve mistisizmine dayamış, Doğu'yu afili bir pakete sarıp Batı'ya satma eğiliminde, oryantalizm kokan, en insaflı deyişle ortalama bir kitap. Böyle kitap yazmak suç mu? Hiç değil. Fakat böyle kitaba “40 ülkede 28 farklı dile çevrildi” bandı takmak, uluslararası bestseller tabelası çakmak, Küçük Prens'le bir tutmak neyin nesi? Kıllandım ve araştırmaya başladım.

Devamını okumak isteyenler yazıya tıklayabilir.

Ertesi gün takip ettiğim bloglardan La Paragas'ta Buraneros 'un :

Geçen gün televizyonda, şimdi ismini hatırlayamadığım bir ünlünün konuğuydu; kitabı dünyada bir çok yerde bestseller(!) olmuş ünlü yazar(!) Serdar Özkan... Bütün dünyanın farkına varıp da bizim bir türlü farkına varamadığımız kitabı Kayıp Gül'ü anlatıyordu...

diye devam eden yazısını okuyunca sizinde dikkatinizi çekti mi acaba diye yazmak istedim.

Bugün yazı için kitabın resmini bulayım derken sevgili Ena'nın yazısını da görünce benim referanslarım tamamlandı.

Kitabı okumadığım için konusu ve dili hakkında söyleyeceğim hiçbirşey yok.Okuyabilme ihtimalim olsaydı ( ki sırf tepki olsun diye bile yok) belki kitabı beğenecektim.En azından beğenebilecek kişilere önererek hakkında birkaç satır yazı yazabilecektim.Üzgünüm ki bu yazı çıktı ortaya.

Tepkim kitaba yönelik değil kesinlikle...Timaş yayınevinin kullandığı reklam anlayışına ve kitabının üzerinden bu kadar ticari oyun oynanmasına ; insanların aldatılmasına olanak veren yazara kızdım ben....Yazıyı yazarken ki amacım da sizi bu tepkiye ortak etmek değil sadece haberdar etmektir.Belki benden farklı düşünen ve bu olaylara açıklık getirebilecek birileri vardır ve bu sayede öğrenmiş olurum...


Bu arada kitap 2003 yılında Doğan Kitap'tan yayınlammış.İncelemek isteye olursa buyrun linki

11 Kasım 2009 Çarşamba

CİN TRENİ (Rıza Kıraç)




Başlığı atmasına attım ama içimde yine yazamama korkusu var.Neyse denemem gerek, yoksa hayranlarım çok üzülecek,farkındayım:)

Rıza Kıraç ismini Namahrem kitabının çıkışıyla duymuştum ilk olarak.Kitabın konusu ilginç gelmişti.Sonradan benim açgözlülüğümden dolayı aklımdan çıkmış.Kütüphanede gözüme takılıncaya kadar da aklıma gelmemişti.Düşmüş Erkekler Masalı gibi güzel bir isme sahip kitabı elime ,aldım arkasını okudum ilk romanının adını görünce başımı kaldırıp tekrar rafa baktım ve Cin Treni'ni farkettim.Hangisini alsam diye düşünürken kütüphanecimizin bana torpil geçeceğini bildiğimden tercih yapma zahmetinden vazgeçtim.Hazır ilk roman elimde varken önceliği ona vermek daha mantıklı geldi bana ve başladım Cin Treni'ni okumaya.

Muharrem İzmir'in ünlü işadamlarından birinin kızıyla nişanlıdır fakat kayınpederinin emri altında çalışmamak için İstanbul'da iş başvurusu yapar.Sıkı bir sorgulamadan sonra Mehdi Holding'e kabul edilir ve inanılmaz iyi şartlara sahip olur.Cemal Mehdi'nin kızı Cecille ile aralarında çok kısa sürede bir yakınlaşma doğar, aslında bu anlık çekimin altında başka temeller vardır.Muharrem'in en yakın arkadaşı Nahit bir tv kanalında üst düzey yöneticilik yapmakta ve gazetede şiddet yanlısı yazılar yazarak ,şiddetin meşrulaştırılması için kendince yöntemler önermektedir.Yaptığı her şeyi "Muhterem"in (bakalım Muhterem'in ne olduğunu bilen yada hatırlayan var mı?) üstüne atan Nahit'in Mehdi Holding'le de ilişkisi vardır.Ülkü'den ayrılmak için İzmir'e giderken takip edildiğini anlayan Muharrem'in kafası bir toplantıda Nahit'in yaptığı kanlı oyun önerisiyle iyice karışır.İşler sarpa sarınca kime güveneceğine bir türlü emin olamayan kahramanımızın bu işin içinden çıkması gerçekten zor olacaktır.Muharrem hem kendisinin hemde okurun paranoya sınırlarını zorlayacaktır.

Kitap dediğim gibi bir ilk roman.İlk sayfalarda tam olarak anlaşılmıyor ama Nahit'in toplantıdaki cinayet oyunundan sonra gerilim oldukça yükseğe tırmanıyor.Bazı yerlerde nabzımın bile hızlandığını farkettim.Başka birisinin 300-400 sayfaya yayabileceği bir öyküyü yarı sayfa sayısına sığdırdırması ve temposundan birşey kaybettirmemesi yazar için önemli bir artı bence.Kullandığı akıcı dil sayesinde oldukça hızlı bir sürede okunabiliyor kitap.Birde kitabı okuyan herkeste aynı hissi uyandırır mı bilmiyorum ama yazarın inanılmaz sakin bir tarzı var.Heyecanın yükseldiği anda bile hem kendimi hemde kahramanları güvende hissettim.Belkide benden kaynaklanan birşey olabilir ama ikinci kitabını okurkende aynı his yakamdan düşmedi.

Kitabın isminin neden "Cin Treni " olduğu ise çetrefilleşen ilişkiler yumağı devam ederken manidar biçimde açıklanıyor ve o cin treninde olmadığınız için kendinizi şanslı sayıyorsunuz.

Rıza Kıraç Sinema-Tv eğitimi almış ve bu alanda uzun süre çalışmış.Sinema ile ilgili kitaplarıda varmış.Hatta Atilla Dorsay'la söyleşi tarzında yaptığı bir kitabı yeni yayınlanmış .Dün akşam kitap eklerinin birinde reklamını gördüm.(algıda seçicilik işte).Kitabın baskısını bulabilir misiniz bilmiyorum ama polisiye-gerilim tarzından hoşlananlar için gerçekten hoş bir kitap.Kitap kapaklarıda fena sayılmaz:)

Ben şimdi "Araf'ta Bir Melek" kitabını arıyorum.Her siteden de alışveriş etmediğim için İstanbul'a gidene kadar merak etmek durumunda kalacağım sanırım. 130 bin nüfusu olan bir şehirde büyük sadece bir tane bile kitapçı olmaması ne kadar acı bir durum.

***Marx,"Tarih,kötülüğün keşfiyle başlar" de, oysa burjuva tarihçiler yazının bulunmasıyla tarihi başlatır.(s.51)

***Yoksa ölümsüzlüğü yolu öldürmekten mi geçiyor?(s. 51)

***Zamanın neresinde,kimlerle birlikte olduğunun hiçbir önemi yoktu,uyumak istiyordu,derin bir uykuya dalmak,uyandığında küçük bahçesi denize bakan evin kapısından dışarı çıkmak,çıplak ayaklarıyla çimlerin üstünde yürüyerek bahçenin en ucundaki salıncağa oturup,gözleri denize bir yaklaşıp bir uzaklaşsın istiyordu.(s.101) (ama bu benim hayalim...)

Doğan kitap /165 sayfa

1. baskı/Gendaş Kültür 2000

2. baskı/Nisan 2004

MERHABA

Sanırım bu başlık gerçekten anlamlı oldu.Uzun süredir yazmak hiç içimden gelmedi.Şartlarda pek olgun değildi zaten.Dolayısıyla böyle başıboş kaldı zavallı bloğum.Yazmak istemediğim oranda okumak istediğim bir dönemdeydim galiba..Bir sürü kitap okudum zaten yazılacak bir sürü vardı onlara yenileri de eklenince tam oldu:)

Sanırım okuma hızımı yazma hızıma eşitleyemediğim için sorun çıkmaya başladı.Hani insanlar bir süre okur ve sonrasında yzmaya başlar ya sanırım ben o sınıfa dahil olmayıp sürekli okuyanlar bölümünde master tezi hazırlayacağım.Zaman,mekan ve ruh halide var işin içinde tabiki de ben yazmakta zorlanmamın asıl sebebini dün farkettim.Daha doğrusu biliyordum da yüksek sesle itiraf ettim kendime.Kaç sayfa olursa olsun benim için bir kitaba kötü demek çok zordur.Zaten genelde kötü demem ,ya o kitabın zamanının gelmediğini düşünürüm yada tarzım olmadığını.Velhasıl beğendğim kitapları hatta çok zevk alamadıklarımı bile hakkıyla anlatamazsam bir huzurluk duyuyorum.O kitaba verilen emeğe saygısızlık yapıyormuşum gibi geliyor.Bir kitaptan aldığım tadı (tatlı da olabilir ekşide:) karşımdakine tam olarak aktaramadığımı farkettiğim anda da ip kopuyor bende.

Aslında hala yazma modunda değilim.Ama yazamama durumundan da çok ama çok sıkılmaya başladım.Ben şimdilerde affınıza sığınarak bir iki deneme yazısı yazmaya çalışacağım ama aklımdakini tam olarak yansıtamayacağımı biliyorum.Bir yerden başlamazsam hiç olmayacak onunda farkındayım.En iyisi kısada olsa son okuduğum kitaplardan bahsetmek değil mi?