Bazen yaptığım seçimleri düşünüyorum da kendimi bir övesim geliyor:)Kütüphaneden son seferde edindiğim kitapların hepsi bana iyi seçim yapmanın önemini bir kez daha hatırlattı.Şimdi o kitapların birinden bahsedeceğim.
Kitabın adı "Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra", Barış Bıçakçı'nın kitabı. Yazarın adı ilk olarak ne zaman dikkatimi çekti hatırlamıyorum ama neden çektiğini (ufak bir benzerlik diyelim) çok iyi biliyorum.
Bu kitabın adını ilk duyduğumda yarım kalmış cümleyi tamamlamak geldi içimden .İlk olarak sonuna "düşersin" fiilini getirdim.Ondan sonra kitabı ne zaman görsem (uzun bir süre kütüphanenin girişindeki camekanda sergilendi) sonuna bir şeyler ekleme alışkanlığını bırakmadım. Okurken bile aynı oyunu sürdümdüm kendimce...
Kitap ressam Başak'ın intiharının çevresinde dönüyor.Annesi Türkan hanım,abisi Umut,sevgilisi Ahmet,arkadaşları Abidin ve Nilüfer,komşuları Canan intihardan öncesini ve sonrasını anlatan kısa anekdetlor fısıldıyorlar kitabın sayfalarından.Hepside ön belirtisiz intihara bir sebep bulmaya çalışıyorlar.Birde Başak'ım ölümümüm haber verilmediği bir nanna var.Nedense bana en çok onunla ilgili kısımlar koydu.Yalanlarla sürdürülen gerçeklik çok acı veriyor bana.Aslında Başak'ın geçmişine bakıldığında çokta sebepsiz ve belirtisiz değil bu ölüm olayı:Terkeden bir baba,çocuklarını korumak için çevresine kalın duvarlar ören bir anne ve 3 kişiden oluşup dışarıya sızıntıya izin vermeyen bir aile yapısı...Sevgililerini abisinden ve annesinden daha fazla sevemeyeceğini düşündüğü için sürekli bırakan Başak...Kendine ve Başak'a zarar gelmesini önlemek için kardeşinin en yakın arkadaşı olan ve çevrelerindeki kozanın delinmesine izin vermeyen bir abi;Umut...Düşünüldüğünde Başak'ın intihar etmek için haklı olmasada kendince sebepleri olduğu ortaya çıkıyor .Gencecik bir insan için hazin bir son...
Kitabın konusu kadar ilginç bir yanı ise kitabın türü.Kitabı ilk elime aldığımda kısa hikayelerden oluşuyor sanmıştım.Kitabın ilk sayfalarındaki başlıklar ve sayfa numaralarıda o izlenimi uyandırıyor.Kitabı okumaya başladığımda öyle olmadığını gördüm.O kısa anekdotlar kendi başlarına bir öyküyü temsil edemiyor ancak birleştirildiği zaman anlamlı bir bütünlük kazanıyor. Diğer okuyucuları nasıl değerlendirmiştir bilmem ama bence kendi küçük,düşündürdükleri büyük bir kısa roman bu kitap.Kitabın başında da türüne ilişkin bir not yok,belkide yazarda kafamızı bu konuda çalıştırmak istemiştir.
Son dönemde kütüphaneden ödünç alıp,beğenip kendi kitaplığıma eklemeye karar verdiğim kitap olmadı.Aslında beğendiklerim var ama nedense elimin altında olmalarını gereklilik olarak görmedim.Barış Bıçakçı ve Onur Caymaz tüm kitaplarını okumak için delirmeye başladığım yazarlar arasına girdiler ve en kısa zamanda onların kitaplarını istiyorum.Barış Bıçakçı'nın o güzel cümlelerinin,kırılgan kelimelerinin üstüne basa basa düşünmek istiyorum.
Kitapların içinde geçen yazar ve kitap adlarını iz süren bir avcı köpeği gibi koklar ve yakalamaya çalışırım.Bir yazar başka bir yazarın adını veya kitabını boş yere yerleştirmez o sayfalara diye düşünürüm. Bu varsayımdan yola çıkarak Vladimir Nabokov ve Kötülük Çiçekleri bu kitabın bonusları oldu,aklınızda bulunsun.
Son olarak hiçbir röportajına ve resmine rastlamadığım Barış Bıçakcı'ya küçük bir sözüm olacak.Büyük ihtimalle haberi olmayacak ama benim içimde kalmasından iyidir.Elma dersem çık ,armut dersem çıkma Barış Bıçakcı...1------2------3------ELMA....
***Ama gerçek daima biraz hüzünlüdür.Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değişmeyi düşleriz.Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir.Utanç bizi ikiye böler.İkiye bölünmenin en dayanılmaz yanı ,iki parçanında hala canlı olmasıdır.İnsan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır.İkisinden biri gitsin der.(Syf.98)
***Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım,saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım.Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa,aşağıda ki insanları gösterip bir süre yerer paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım diyeceğim.Öyle olsun. (syf.78)
***Can, dikenli tellerin ardındaki bir binanın duvarına darbeler vuran iş makinesini, yıkılan duvarı, ateşlenen silahları, yükselen dumanları, omuzlarına asılı makineli tüfekleriyle jandarmaları, ambulansları, elleri yüzleri yanmış tutukluları, hükümlüleri görmesin diye, ülkenin yok olmaya yüz tutmuş vicdanı hiç olmazsa bir evin kuytusunda yaşasın diye, yapabildikleri tek şey...
***Ben sanki o yumurta haberini okuduğumdan beri,bir armağan bir mucize olduğu söylenen şu hayatın saçma sapan bir şekilde bitebileceğinden korktum hep.İçimde böyle bir korku varken de hayatın tam da bu şekilde yani saçma sapan bir şekilde sürdüğünü anlamadım.Asıl bundan korkmam gerektiğini anlamadım."Bunu içbirimizin anladığını sanmıyorum" dedi Selma.Sabah o operasyon haberini ben de gördüm.Ne düşündüm biliyormusun?Ne düşündüm sana söyleyeyim.Hangi haberi okuduğumda normal hayatımı sürdürmeyi bırakacağım diye düşündüm.Hangi haberi? (syf.105)
İletişim yayınları / 136 sayfa
1. baskı 2008 İstabul
Kitabın kapağındaki seramik pano: Münevver BIÇAKÇI
3 yorum:
Kitabın ismi gerçekten ilginç.Okumaya değer yazdıklarına göre,listeye aldım,teşekkürler.
Serapçım sen asıl sana önerdiğim diğer kitabını oku: Bizim Büyük Çaresizliğimiz, tek geçerim onu pek çok kitabın arasında. Bugün Onur Caymazla yazıştık senden sözettim, mutlu oldu, hangi yazar olmaz ki okunduğunu ve sevildiğini duyunca:)sen mail atmışsın galiba ona, adını sordu, hatırladı. Bu arada adresin hala gelmedi. Ne kadar çabuk adres, o kadar çabuk kitap. Hemen yolla, ha Lunapark'a da götürürüm, pamuk şeker de alırım. Kitap okuyan çocukları severim ben:))
Kesinlikle önceliklerime aldım ben bu kitabı. Oğlumun yeni okulunda öyle bir kütüphane var ki muhteşem. Artık oğlumun kütüphanesinden kitap alıyorum, hemen istiyorum bu kitabı. Sonra da blogumda buluşmak üzere :) Teşekkürler Serap.
Yorum Gönder