zülfü livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zülfü livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2010 Perşembe

BİR KEDİ,BİR ADAM,BİR ÖLÜM (Zülfü Lİveneli)



"Yanardağlar taşları, ihtilaller de insanları fırlatır."
Victor Hugo'nun "Deniz İşçileri" kitabından alınan bu sözle başlıyor kitap.Zülfü Livaneli'nin en çok okumak istediğim kitabıydı "Bir kedi,bir adam ,bir ölüm"...Bir tv programında izlerken Livaneli'yi yabancılığın nasıl birşey olduğunu anlatmak için kendisinin başından geçen bir olayı anlatıyordu.Dilini bilmediği bir insanla anlaşma(ma)nın traji-komik hikayesi beni çok etkilemişti ve bu olayın anlatıldığı kitabın ismini o amnadan yazmıştım aklıma..Sonunda kütüphanede buldum kitabı ve hemen okumaya başladım.

Sami Baran 'ın başından geçen trajik bir olay, yolunu İsveç'e düşürmüştür ve bu ülkeden siyasi mültecilik hakkı talep etmiştir.Kendisi gibi mülteci olan bir arkadaşı Sami'nin hikayesini roman haline getirmek ister.Sami buna izin verir ama roman basılmadan önce okumak şartıyla...Kitap bitipte Sami okuyunca kitapta yanlış olmadığını fakat eksiklikler olduğunu fark eder ve başlar her bölümün sonuna notlar eklemeye..Bir süre sonra bu notlar öyle bir hal alır ki 2. bir kitap ortaya çıkar..Bunun üzerine kitap bir bölüm yazarın anlattığı sonrada Sami'nin ekledikleri olmak üzere 2 anlatıcılı olarak basılır.Kitabın en zevkli kısmıda öykünün iki kişinin ağzından anlatılması bence...

Kitabın ilk 100 sayfasında daha çok Sami Baran'ınkişisel hikayesine tanıklık ediyoruz ve 104. sayfada hayatını karartan olayı öğreniyoruz.Kitabın bundan sonrasını başka bir kitap olarak okudum ben çünkü Filiz'in başına gelen olay beni çok etkiledi...Kitabın ilk yüz sayfasında geçmişe ait birşeyler varken ikinci yüz sayfada olay kitabın yazıldığı zamana kayıyor ve farklı ülkelerden gelip İsveç'te siyasi mülteci olarak yaşayan insanlardan bahsediyor.İlk yarıda olayların etkisi altında kalırken,ikinci yarıda kişilerin etkisinden kurtulamıyorsunuz.Farklı hayatlar,ilginç hayat hikayeleri bir solukta okunuyor.Tabi bu kişiler anlatılırken olay Sami'den kopmuyor çünkü Sami'nin psikolojik sorunlarından dolayı yattığı hastane karşılaştığı kişi tüm mülteciler için geçmişi temize çekme umudu olarak beliriyor.

İnsanlara ve farklı hayatlara dair yazılmış çok hoş bir kitap bence...İdeallerin, güvenin , huzurun, nefretin,geçmişten öç almanın yan yana anlatıldığı sürekliyici bir kurgusu var.Güzelim kitap kapağıda cabası:) 2001 Yunus Nadi Roman Ödülünü boşu boşuna almamış bence...Farklı hayatlara bakmak isteyenler için zevkli bir okuma önerisi kesinlikle...

***Başımdan geçenleri,benden daha ilginç buluyor.içimdeki derin ve köklü karanlığın farkında bile değil.çünkü insanları konularak tanıyamazsınız.Konuşmak ,canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı.Dil,yalan söylüyor,ıolanları çarpıtıyor,insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor.Bu yüzden insanlaı dinlemek,onları anlamak için yeterli değil.(24)

***Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım,bir kediye dönüşmekti.Artık hayatımda bir köpek gibi yaltaklanmalara,bağlanmalara,başkalarını kendime bağlama çabalarına,başımı okşatmaya,sevgi ve sıcaklık ihtiyacı içinde insanların bacaklarına sürünmeye,kuyruğumla birlikte tüy kıçımıda sallayarak sevimli görünme gayretine hiç yer yoktu.........Oysa şimdi bir kediyim ben:Uzak,denetimli,soğukkanlı ve güçlü bir kedi.Eski Mısır'da Beni Hassan'da yapılmış üçyüzbin kedi mumyasından biriyim:Onlar kadar soğuk,onlar kadar güçlü ve mağrur. (26-27)

***O dönemde henüz Tarkovski'yi bilmiyordum ama bana göre felsefe ile sinema arasında derin bağlar vardı.(67)

***Çok hoş bir insandır annem. Arkadaşları gibi o da her olayı mutfak zamanlamasına göre anlatır: "Tam fasulyemi ayıklayıp, soğanımı soymayı bitirmiştim, tencereye koyacaktım ki sokaktan bir gürültü geldiğini duydum." O sırada, iki kişinin ölümüyle biten bir trafik kazasından söz etmektedir ama sizin bunu anlamanız biraz zaman alır. "Sabah kalktım. Geceden ıslattığım barbunyayı süzeyim de kara suyu çıksın diye mutfağa gidiyordum ki, tam o sırada askerler bizim sokağa daldı." Annemin arkadaşları da böyle konuşur. Eminim insanığlunun aya ilk olarak ayak bastığı saniyeyi bile, tencerede soğan öldürmeyle birleştirerek anlatır bunlar. Ve yaptıkları yemekten birinci tekil kişi mülkiyetiyle söz açarlar: Etim, fasulyem, barbunyam, soğanım, pırasam, kıymam, böreğim.... (76)

***Karısına,"şiddetten nefret ediyorum ama ne yazık ki şiddeti durdurmak da şiddet kullanmayı gerektiriyor" dedi. (87)

***"Yanlışa karşı çıkıyorum ama doğruyu gereken güçte savunamıyorum" demişti."Ben biraz korkağum galiba." (89)

***Galiba aşk, utanç duyusunun ortadan kalkması demek. İki kişinin birbirine karşı hiçbir şeyden, hiçbir düzeysizlikten utanmaması demek.Filiz'le birbirimize öyle cümleler kullanıyorduk , öyle sözler söylüyorduk ki, bir üçüncü kişinin bunları duymasına dayanamazdık... (100)

***Yüzünün hep hüzünle gölgeli olduğunu fark etmiştim.Buna karşılık insanlarla konuşmasında müthiş bir enerji ve sevecenlik yüklüydü.Sanki hüznü kendisi içindi de iyiliği bütün insanlara yönelikti. (158)

***Herhalde mutluluk dedikleri bu olsa gerek:Biraz güvenlik,biraz can sıkıntısı . (221)






Remzi Kitabevi /221 sayfa
1. basım 2001 mart /9. basım 2001 eylül
Kapak Resmi :Gürbüz Doğan Ekşioğlu

31 Mart 2009 Salı

ENGEREĞİN GÖZÜNDEKİ KAMAŞMA (Zülfü Livaneli)



Osmanlı padişahlarından biri tahta çıktığı günlerde tüm şehzadeleri bir odada toplar ve hepsini öldürtür.Yalnızca içlerinden biri annesinin son andaki çabası ile kurtulur ve bir odaya kapatılır.Odada kaldığı seneler boyunca ölüm korkusundan kurtulamaz ve hastalıklı bir adam olup çıkar.Peki bu şehzade günün birinde padişahlık tahtına oturursa ne olur?İşte kitap bu sorunun cevabını veriyor.Senelerce ölüm korkusu taşıyan padişah mutlak iktidarın sahibi olunca bir ölüm meleğine dönüşür.Ölüm denilen büyülü geçiti oyun olarak kullnıp"Yaşam nerede bitiyor,ölüm nerde başlıyor?" sorusuna cevap arayan bir padişah olur çıkar.Kadınlara duyduğu ilgisizlik bir gecede yok olan ,sarayın cariyelerinin yetmediği,değişiklik arayışının onu imparatorluğun en şişman kadınını aramaya yöneltiiği bir padişahta olması muhtemeldir.İkditar uğruna öz oğlunu sapık yapan,öteki oğlunu tahtan indirip hapse attırarak feci sonunu hazırlayan,torununu öldürmek üzere tuzaklar kuran bir valide sultanıda kitabın önemli karakterleri arasında saymak gerekir...Kitabın anlatıcısı olan haremağası ise yaşadığı işkenceler,çektiği aşk acıları ile bütünleşerek anti-iktidar bir durum sergiler.Gün gelir devran döner işler öyle bir hal alır ki, ikditar ehli muhtaç konuma düşerken,haremağası padişahın üzerinde iktidar kurma gücüne erişir.

Kitabın en ilgi çekici yanı tarihi zemin üzerine oturtulmasına,karakterler birebir kesişmesine rağmen isim kullanılmamış olmasıdır.Yani eğer küçük bir araştırma yapılmazsa (yada bu yazı okunmazsa:) ölüm korkusu taşıyan padişahın 1. İbrahim olduğu bilinmezde kalabilir.Zaten dikkat çekilmek istenen noktada karakterler değil iktidar kavramı ve bu kavramın değiştirdiği insan davranışlarıdır.İkdidar olanın çevresine pervane böcekleri gibi üşüşen insanlardır kitabın asıl konusu...17. yy kullanılsada zaman olarak ,asıl anlatılmak istenen geçmişte ve gelecekte değişmeden kalan iktidara,iktidardakine bakış açısıdır."İktidar insanı değiştirir." cümlesinin roman formuna bürünmüş halidir kitap.

Kitapta bilgi mahiyetinde verilen misallerde(yılanla leyleğin hikayesi,harut/marut ve zühre yıldızının hikayesi hikayesi,zekeriya sofrasının hangi kökten türediği,testament yani testis üzerine edilen yeminin ortaya çıkışı) okuma sürecini zevkli hale getiriyor.Zamanınız varsa birkaç saatte tüketilecek kadar kolay okunan bir kitap.Cevap bulamadığım tek bir soru var kitapla ilgili:Neden başka bir hayvanın yada yılan cinsinin değilde engereğin gözündeki kamaşmadan bahsediliyor?Engerek diye bahsedilen zehirli ve düşman sayılabilecek insanlar mı yoksa anlamadığım başka bir anlam mı yüklenmişmiş bu kelimeye.Cevabı bilen varsa bekliyorum.

Keyifli okumalar...

***Benim efendim,bir engereğin gözünü kamaştıracak kadar parlak mücevherlerle süsülü sorgucunu taktığı zaman,doğan güneş utanır ve ona gıpta ederdi.(syf.32)

***Engereğin gözünü kamaştıran şatafatı yaratan da bunlardı zaten(syf.82)

***Melek bilgisiyle hayvanda bilgisizliğiyle kurtuldu.İnsanoğlu bu ikisi arasında keşmekeşte kaldı...(syf.139)







9 Ağustos 2008 Cumartesi

LEYLA'NIN EVİ (Ömer Zülfü Livaneli)


Ne zamandır kitaplarımı anlatamadığımı yazmak bile istemiyorum.Şükür ki bu yazma kabızlığı okumamaktan değil,fiziksel şartların yetersizliğinden ileri geliyor,malumunuz çadır hikayesi...Bu sabah İstanbul'dan döndüm,havanın kötü olmasını fırsat bilip eve attım kendimi.Kardeşim ve kızımla yaptığım ufak gezintiden sonra hazır onlar çizgi film seyretmeye dalmışken,bende bilgisayara yakınlaşayım dedim.Önceliğide çarşamba günü Bostancı otobüsünde yanıma oturan İstanbul hanımefendisinin hatrına"Leyla'nın Evi"ne verdim.

Abdullah Avni Paşa'dan kalan Bosnalı yalısında başlıyor hikaye,daha doğrusu önünde. Dedesinden kalan yalının müştemilat kısmında otururken,yalının yeni sahipleri Ömer -Necla Cevheroğlu tarafından uyduruk bir doktor raporu alınarak tapulu evinden çıkartılan Leyla o evin önünde beklemekte,hatta polis zoruyla kaldırılmaya çalışılmakta.Leyla bir eski zaman hanımefendisi,yalıdan çıkmadan büyümüş,kibar,kendi kendine yetmeyi öğrenmiş yalnız bir kadın...Eski komşu çocuklarından olan Yusuf,bu konuyu haber yapmak için gelince kaderine boyun eğip onunla hiç bilmediği bir semte,Cihangir'e gitmek zorunda kalır.Yusuf'un sevgilisi Hip-hop şarkıcısı Roxy tarafından küçümsenen,hiç hoş karşılanmayan kadına bir süre sonra eve gelen herkes hayranlık,saygı duymaya başlar.Roxy,gerçek adı olan Rukiye'den,Almanya'da yaptığı seks fotomodelliğinden,nefret ettiği ailesinden,uymak istemediği tüm toplumsal kurallardan kaçarken karşılaşır Yusuf'la...Roxy,Yusuf ve Leyla aynı evde yaşama(ma)nın yollarını düşünürken bu sefer Ali Yekta Bey girer romana.Bu kibar bey,Bosnalı yalısının yeni sahibi zengin bankacı Ömer Bey'in,uşaklık yapan babasıdır.Ve oğluna verdiği emeklerin karşılığı olarak yalıdaki en güzel odayı kendisine ayırmıştır,tabiki gelini Necla'nın kendisi için yaptığı planlardan habersizdir.

Roxy'nin Leyla'ya karşı olan tutumundaki yumuşama,Ali Yekta Bey'in Leyla ile karşılaşması, Yusuf'un annesinin geçirdiği evrimsel değişiklik!,Yusuf'un yardımını istediği milletvekili akrabası ile olan ilişkisi,Ömer Cevheroğlu'nun babası ve karısı arasında kalışı ve galibi belirleyen asıl neden,Leyla'nın babası ile ilgili öğrendiği gerçekler,romanın içinde ayrı tat alanları yaratmakla kalmamış ,okurken çevrenizdeki olaylarıda düşündürtecek kadar gerçekçi saptamalar yakalamıştır.Bu olayların toplamının soncunda eldeki bir cinayettir. Kimin tarafından ve neden işlendiğini ancak kitabın sonlarında anlayacağınız bu cinayet, kitaptaki tüm karakterlerin hayatını etkiler.

Başlıca karakterleri olmasakta içinde hepimizin bulunduğu bir roman olmuş...Okunması kolay, düşünmesi zevkli,öğrenmesi anlamlı bilgilerle donatılmış satırlar.Satırlar zihninize üşüşürken, aynı hücum borusunu gözleriniz görüntüler için çalıyor.Büyük olasılıkla filme çekileceği varsayılarak düşünüldüğü için mi yoksa olayların bize çok yabancı olmamasıyla mı ilgili tam olarak anlamadım ama her ayrıntısıyla aklınızda kalan mekanlar,olaylar var kitapta.

Benim için dikkat çekici ayrıntılarından ilki, Cihangir semtinin hikayesi ve bir oğlu ikbal için yetiştiripte tam amaca ulaşacakken kaybetmenin acı duygusunu ortaklaşa omuzlayan Hürrem Sultan ile Ali Yekta Bey arasındaki benzerlik oldu. Nice anlamlar ve hatıralar yüklenmiş, aşağıdaki resme benzer olduğunu hayal ettiğim manolya ağacının kesilişini ve bunun Leyla tarafından farkedilmesi ise yüreğimi sarsan olaylardan biri oldu.İnsanın anılarının şahidi kabul ettiği nesnelerin kaybolmasının ne demek olduğunu bende çok yakında öğrendiğim içindir belkide manolya ağacından bu kadar etkilenmem.



En sevdiğim yazarlardan biri olan Nazan Bekiroğlu'nun tez konusu olan NigarHanım'a, Teğmen Robert Whitaker'in Handan'a yolladığı aşk kokan pusulalarında rastlamak ise beni hayli şaşırttı.Birde Thomass Man'ın romanı Büyülü Dağ'a bir yerde daha rastlarsan okumak farz olacak diye düşünüyorum... (Sanki sırada bekleyen onlarca kitap yokmuş gibi:)Mülkiyet ve mülkiyeti işgal konularıyla ilgili ise aşağıda kısa bir bölümünü ayrıntıladığım ilginç düşünceler var.Ve tarihi yargılayamamızın en büyük sebebinin bugünkü kafalarımızla,ona yaklaşmaya çalıştığımız olduğunu belirten konuşmalar...

Sıcak yaz gününde(en azından belki sizin oralar öyledir) sıkılmadan okuyabileceğiniz,konusu itibariyle herkesi içine çekebilecek yapıya sahip bir kitap Leyla'nın Evi.Benden kitabı alıp okumak isteyen 4 kişi şimdiden sırya girdi:)Hem belkide filmi çekilirse romanla film arasındaki ayrıma sizde şahit olursunuz..


***Sana hep söyledim.Para mühimdir ama her şey demek değildir.O parayı asaletle,yerli yerinde,bir beyefendi gibi kullanmayı bilmek ve girdiğin her yerde hürmet telkin etmek şarttır.(syf.46)

***Şairlerin söylediği gibi,"Paris güzel bir salon,Londra güzel bir park,Berlin güzel bir kışla ama İstanbul güzel bir şehir"di.(syf.56)

***Herşey öylesine olağan,sıradan ve normal ki!İnsanın uykusunu getirecek kadar doğal.(syf.75)

*** Köyde müslümanlık,ölenlerin cenaze namazını kılmak,yaşlıların camiye gitmesi,bayram namazında herkesin buluşması,mevlitlerde akide şekeri dağıtılması gibi hayatın alışılmış parçalarından biriydi.Tarhana çorbası kaynatmak ile elham okumak arasında çok da fazla bir fark göremeden yetişmişti Cemile.İkisi de,bu dünyaya gözünü açtığından beri yapılan ve kendisine öğretilen işlerdi.(syf.91)(Hayatımın içine yıldız kaymadan önceki döneme ait anılarıma ne kadar benziyor)

***Ayrıca cinsel uyumlarında çok önemli bir yan daha vardı.O da Yusuf'un sevişme boyunca Roxy! ye ve onun bedenine gösterdiği saygıydı...Bundan önce yatmış olduğu Alman ve Türk erkekler onu hırpalıyor,seyrediyor,neredeyse ona bir şişme kadın muamelesi yapıyorlardı. Çünkü artık genç erkekler sevişmeyi geleneksel yollardan değil,her yerde bulunabilen porna filmlerden öğreniyorlardı...Porno,kadın ve erkek ilişkilerinin çarpıtıldığı son derece zalim bir alandı. Erkeklere hitap eden bu filmler kadın bedenini değersizleştiriyor;kadını zulmedilmesi, aşağılanması,kirletilmesi gereken ve erkeğin hizmetinde bir et parçası konumuna düşürüyordu... Oysa Yusuf,daha ilk geceden itibaren ona büyük saygıyla yaklaşmıştı.Eski usul denebilecek bir mahremiyet duygusu,aşk fısıltıları,yumuşak okşamalar ve en önemlisi saygı, saygı,saydı.Bir kadın olarak sevişmenin hem öncesinde hem sonrasında hissettiği yücelmişlik duygusu...
(syf95-96)

***Kimilerine göre Anadolu yakasının en güzel iki binasından biri Kuleli Askeri Lisesi ise ötekide Selimiye Kışlası'dır.(syf.115) (Benim oyum Kuleli'ye,hem çok güzel hemde bende özel bir anlamı var:)




***Roxy'ye göre insan türü,başka alanlarda olduğu gibi cinselliktede doğaya yabancılaşmaış,doğal güdüklerini yitirmişti.Hangi hayvan,bie başka hayvan çiftinin sevişmesini yada dişinin çıplak vücudunu seyretmek için para öderdi ki.Bu işe para kazanma hırsı bulaşınca,herşey ortalığa dökülmüş,insanların düş gücüne hiçbir yer bırakılmamıştı.Pornografik filmler neredeyse tıp fakültelerinde okutulan anotomi dresi gibi kadın vücudunda girilmedik nokta bırakmamıştı.
Bütün bunları Aşık Veysel'in "Aşk nedir?" sorusuna verdiği,"SEVERSİN,KAVUŞAMAZSIN,AŞK OLUR." cevabıyla karşılaştırınca ne kadar saçma geliyordu. Okulda okuttukları Goethe'nin romanındaki Genç Werthwr bu devirde olsa intihar etmeyi aklından bile geçirmez,porografik filmlerden edindiği deneyimleri,uğrayacağı ilk seks kulüpte uygulama yoluna giderdi.(syf.151)

***İngiltere gibi dünyanın geri kalanından denizle ayrılmış bir ülkenin insanları için,bu bölgelerde egemen olan ırklar,kültürler,diller,dinlerkarmaşasını ve şiddetini anlamak zordur.Ama Bennett,bunu bir mülk ve paylaşım kavgası olarak görmek gerektiğini söylüyor. Dünyanın geçit yoları üzerinde bulunan Osmanlı Devlet'nin sahip olduğu topraklarda çok kişinin gözü var.Bu yüzden önce Türkleri Balkanlar'dan ve Ortadoğu'dan korkunç bir katliamla attılar, sonra ülkelerini kaybetme korkusuna kapılan Türklerde Anadolu'da aynı işleri yaptılar.Sonuçta milyonlarca insan evinden barkından oldu ve bu evlere hep gelip başkaları oturdu.Şimdide biz Avrupalılar,İstanbul'u ve Anadolu'yu işgal ettik.Başımıza gelen bunca felaketi,öldürülen milyonlarca insanı,açlığı,sefaleti,bir mülk kavgası olarak görmek gerekir.(syf.172)

***Boğazı almak isteyenler sadece Dostoyeski de (Bkn.Bir yazarın günlüğü.YKY) değildi.Ne zaman yabancı kitapları karıştırsa,karşısına hemen İstanbul'u ve Boğaz'ı zaptetme istekleri çıkıyordu.Ne ilginç bir istekti bu böyle.Aynı zamanda Leyla için çok da tuhaftı.Çünkü bütün dünya,onun çocukluğunu geçirdiği,balık tuttuğu,geçen gemileri seyrettiği özel kıyısı,evinin önü için savaş veriyordu.Uykuya dalmadan önce'barınak meselesi' diye düşündü.'Kahrolası barınak meselesi,başımıza gelen acıların nedeni bu.'(syf.176)

***Son sözüm Leyla'nın evi Leyla'ya...(syf.270)


Remzi Kitapevi/270 sayfa
1.Basım mayıs 2006/3.basım mayıs 2006
Kapak resmi:SAkit Memmedov'un Yatmış Melek tablosu