İstanbul'a giderken otobüste okuyabilirim diye aldığım bir kitaptı.Adında İstanbul,konusunda Osmanlı olunca beni kendine çekiverdi:)Orjinal adının da ,The Girl From The Golden Horn olmasıda alınmasına katkı payı yapmıştır."Altın Boynuz" tanımlamasına hayranım çünkü. Yanılmamışım, sıkılmadan,kafa yormadan okunabilecek bir kitap çıktı karşıma.
Aziyade Amberi yani asıl kız; Paşababası Ahmet Amberi ile birlikte sürgüne gönderilen bir Osmanlı asilidir.Baba kız Berlin'e yerleşirler ve kendilerine yabancı olan bu şehirde birhayat kurmaya çalışırlar.Aziyade Eski Türk Dilleri'ni öğrenebileceği bir üniversiteye devam eder, Paşa'da kendi gibi Asyalı insanların takıldığı kahvelerde zaman geçirmeye çalışır.Muayene olmak çin gittiği hastanede Dr. Hassa ile tanışan Aziyade,kendini birden bire yabancı bir adamın aşkının içinde bulur.Aziyade kendi kültüründen,dininden,yaşadıklarından tamamen farklı bir hayat süren Dr. Hassa'ya karşı boş kalamaz ama evlenmeleri için önlerinde büyük bir engel vardır: Aziyade sürgünden önce hanedan prenslerinden biriyle sözlendirilmiştir.Gerçi kendisi gibi sürgün edilen prensten ne zamandır haber alınamamıştır ama yinede bu görev Aziyade için bir gurur meselesidir.Dr. Hassa,vatanı olan Saraybosna'dan çok erken yaştaa ayrılmış ve Viyana'da yaşamaya başlamış bir hristiyandır.Aziyade babasınında onayı aldıktan sonra kayıp prense iletilmek üzere mektup yazar ve ya ortaya çıkıp kendisiyle evlenmesini yada kendisini özgür bırakmasını ister.Mektup uzun yollardan sonra amerikada yaşayan John Rolland adındaki bir senaryo yazarının eline ulaşır.Ortadan kaybolan prens geçmişinden kurtulmak için kimliğini değiştirmiş,eskiye dair anıları unutabilmke içinde bir miktar ayyaş olmuştur.Kendisi gibi kimlik değiştirmiş uyanık Yunanlı menajeri Sam Dooth'la birlikte çıktıkları bir seyahat sırasında,önce Paşa'yla sonrada evli Aziyade ile karşılaşır.Aziyade'yi görünce yaptığı çılgınlığın farkına varır ve onunla evlenmenin yollarını aramaya başlar.Bu arada Aziyade, Dr. Hassa'nın çevresine sıkışıp kalmış,kültür ve anlayış farklılıkları iyice su yüzüne çıkmaya başlamıştır.Kocasına karşı duyduğu arzu ile prense karşı duymuş olduğu görev bilinci çarpışmaya başlar benliğinde.Araya giren kocasının eski karısı Marion ilede dost olmaya çalışan Aziyade'nin işi oldukça zorlaşmaya başlar.Aziyade bu durumdan kendini kurtarmasını bilir ama nasıl olduğunu ben anlatmayacağım:)
Aziyade'nin kişiliğinde yansıtılan çatışmalar,1928 yılındaki Doğu ve Batı farkına bir bakış aslında. Hiçbir hoşgörünün, kültürel farklılıkları yok edemediğinin açık bir kanıtını anlatmış yazar.Aslında yazarlar demek daha doğru çünkü Kurban Said'in kendinilerini gizlemek isteyen iki yazarın kullandıkları bir takma ad olduğu belirtiliyor kitapta.Gizemli yazar(lar)ın elinden çıkmış,kolay bir uslup kullanılarak yazılmış,edebi değer olarak çok anlam ifade etmemesine rağmen, ilgi çekici konusuyla merak uyandırıp,kolayca okunabilecek bir kitap İstanbullu Kız...Kütüphanemde durmasını isteyip tekrar elime alacağım bir kitap değil ama okuması keyifliydi. (Ne yani bu şimdi?:) Bilgilerinize arz olunur....
***"Bu gözyaşı vadisindeki binlerce kişinin,acının fincanındakileri içip tüketmek zorunda olduğunu herkes bilirken,sen nasıl mutlu olabilirsin?"diye sordu John Rolland acı acı "Sen Weltschmerz'i anlamıyorsun."(syf.123)
***-"İçimizdeki ölümsüz varlığı sözcüklerle göstermek bir sihirdir.Sözün ,madde hakkında bilgisinin olması gerekir,tıpkı Adem'in Havva'yı bildiği gibi.Ama benim sözümün böyle bir gücü yok."
-"Çünkü yabancı bir dilde söylenen yabancı bir söz" dedi paşa ve kaşları hüzünle çatıldı.Ben Avrupa dillerinin,bir sözcükte yaşayan gücü yavaş yavaş yitirdiğine inanıyorum.Teknik birşey haline geliyorlar,beynin basit bir egzersizine,bilgi iletişiminin zayıflatılmış bir aracına dönüşüyorlar.Biz Doğu'da ruhsal varlığa daha dönüğüz,sözün gücünü duyabiliyoruz hala ve bence Doğu ile Batı'nın farkıda burada.(syf.137)
***Seni çok sevceğim hanımefendi,daha önce kimse için harcamadığım çok büyük bir sevgi birkimim var.(syf.175)(Sevgi kullanılmayınca birikir mi gerçekten?)
***Yeniden gündüz oldu ve yeniden sarı güneş çölün tepesine asıldı.Tepelrin üstünde geçen otobüse kayıtsız gözlerle bakan çöl polisleri duruyordu.Yukarıda gökte,sarı ve kıpırtısız bir devlet uçağı duruyordu,John ona baktı ve Akdeniz'i düşündü,iki dünyayı ayıran ve birleştiren denizi.Yukarıda gökte uçan pilot,aşağıdaki otobüse baktı ve hergün,gün ortasında başlayan rüzgarı,hastalanan bir şeyhin gerksindiği ilaçları götürmesi için kendisini çok uzaktaki bir vahaya gönderen Libya hükümetini düşündü.Ve deniz ekarşı eski bir bina olanCastello'da hükümet, hasta şeyhi,pilotu ve Gadames'e giden otobüsü düşündü(syf.192)
***Biz insanların kaderi,gizemli bir biçimde birbirine bağlıdır.Olayların sihirli halkası, okyanuslarla kıtalar arasında köprüler kurarak,biz ölümlüleri birleştirir.(syf.207)
***Oldukça haklısınız.Doğu ahret yaşamına yönlendirilmiş,Batı ise görülebilen dünyaya.Bu yüzden Avrupa canlıların doğala uygun tasvirlerine gereksinim duyar,Asya ise temel fikirleri,dolaysız yoldan,doğrudan biçimsel simgelerle ifade etmeye çabalar;duygusal düşünceleri insan ve hayvan formları kullanmadan,yaşamı bu geçisi varlıklarla temsil etmeksizin biçimlendirmenin yollarını araştırır.(syf.269)
Everest yayınları/282 sayfa
1.Basım Ocak 2005/2.Basım Mart 2005
Çeviri:Bilgin Adalı
Kapak:Utku Lamlu
0 yorum:
Yorum Gönder