26 Eylül 2009 Cumartesi

ADINI UNUTAN ADAM (Mehmer Eroğlu)


Mehmet Eroğlu'nun adını ilk olarak LUDMİLLA 'da duymuştum.Belkide o olmasa hiç farketmeyecektim.Bir süre sonra Düş Kırgınları'nı okudum ama paylaşmaya bir türlü fırsat bulamadım daha doğrusu kitabı 2.ye okumadan birşeylerin eksik kalacağını düşündüm.Aradan geçen zamanda da boş durmadım kitaplığıma başka Mehmet Eroğlu kitapları eklemeyi sürdürdüm çünkü Mehmet Eroğlu tüm kitaplarını okumak istediğim yazarlardan birisi oldu.


Tarık,Ali ve adını unutan bir adam var bu kitapta.Birde birsürü kadın...Denize sıfır evde verilen bir partideki kıvırcık saçlı,kısa etekli,esmer kız...Adını unutan adamın hikayesinine eşlik etmesi için ikna etmeye çalıştığı kız...Gönül var mesela,Tarık'la beraber sevdikleri ,kurtulanın kavuşacağı kadın...Olaydan sonra yakalanıp sorguya çekildiği salonda ona içki verip ağzından laf almaya çalışan kadın da var ayrıca.Gönül'ün zoruyla gittiği terapistide bir kadın ve onun da adı yok...En önemli kadını Petra'yı unutmamak gerekir.Ali'nin son hayali olan kadın...Ali'den sonra ortaan kaybolan ve bulunması için çabalanan kadın.Ölmüş bir amcayla belkide hiç varolmayacak bir yere gitmesi muhtemel kadın...

Aslında olay oldukça basit:3 arkadaş politik eyleme katıldıkları bir gece yakalanır.Biri vurulur, diğeri kendini feda eder ve sonuncu adını unutan adam yani en sonunda yakayı ele verir.Uzun bir süre sorgulanır sonra Gönül'ün yanına gider fakat hayatla bir türlü barışamaz.En çokta aklına takılan soruların cevapları için o geceye dönme yolunu arar ve en sonunda bulur.Bu sırayla anlatılsa oldukça sıradan bir roman olabilecekken Mehmet Eroğlu okuyucuyu şaşırtmayı tercih etmiş.Sayfaları birer birer geçerken zaman girdabına yakalanıp bir aşağı bir yukarı savruluyorsunuz.Adını unutan adamın kiminle konuştuğunu anlayabilmek için olayları kafanızda tartıyorsunuz.Petra'nın varlığına inanmak için ipuçları arıyorsunuz.
Artık iyice anladım bazı yazarları sadece bünyemde bıraktıkları tad yüzünden bile okuyabilirim. Ve Mehmet Eroğlu'nun bu buruk hüzünlü tadını,yaşattığı düş yolculuklarını seviyorum.Mehmet Eroğlu okumaya devam arkadaşlar...


Everest Yayınları 152 sayfa
1. basım Şubat 1989 (Can)
4. basım Kasım 2000 (Everest)

24 Eylül 2009 Perşembe

BU FİLMİN KÖTÜ ADAMI BENİM (Murat Gülsoy)


Nerden başlasam nasıl anlatsam diye bir şarkısı varya MFÖ' nün aynen o durumdayım.Önce Önder'i mi anlatsam yoksa olay döngüsünden kısaca bahsedip kahramanlarımızı aralara mı sıkıştırsam bir türlü karar veremiyorum.Çok mu önemli derseniz sizin için olmayabilir fakat benim için önemli çünkü sevdiğim bir kitabı başkalarına yanlış anlatabilme ihtimali beni üzüyor.Tamam karar verdim önce konu:)

Önder ve Defne kısa bir süre önce evlenirler ve İstanbuldaki hayat standartından vazgeçip Datça'ya, Keklik Koyu yakınlarına taşınırlar.Asıl işi Fizik olan Önder 'in aklı yazarlıktadır . Daha önce başlangıç olarak denediği dizi senerasitliğini bırakıp ilk romanı üzerinde çalışmaktadır.Defne Önder'den yaş olarak küçüktür ,roman boyunca ne iş yaptığı (gönüllülük esasına dayana projeler dışında) tarafımdan pek anlaşılamamıştır:) Önder kitabını yazarken asosyal olmayı tercih etmekte fakat Defne tam tersi bir hayat istemektedir.Yeni komşuları havuzlu köşkün sahibi Osman Bey'in verdiği özel bir davet çıkışında yaşadıkları Defne'nin Önder'den soğumasına sebep olur.Önder kitabını yazarken sürekli karşısına çıkan babasının hayaletiyle uğraştığı yetmiyormuş gibi Defne ile arasını düzeltebilmek içinde çabalamaya başlar.Yazdığı kitabın olay kurgusuna da kendini kaptıran Önder'in hesaplaşmaları bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hal alır.

Kitap aslında birbirinin içine sığınmış 2 kitaçıktan oluşuyor.Biri yukarıda azda olsa bahsettiğim Önder ile Defne'nin mutsuz evliliğini ve Önder'in iç hesaplaşmalarını anlatan bölüm.Diğeride Önder'in yazdığı ve basılmadan bize okuttuğu romanı.Aslında Öndre'in yazdığı romanda konu ve karakterler olarak asıl kitaptan az kalır değil.Alt romanda Önder kendini anlatıcı olarak gösteriyor ve 4 sene öncesine dair aşk üçgenini anlatıyor.Bir intiharla bozulmak zorunda kalan bu üçgenden geriye beğenerek okunacak bir alt roman kalıyor.Velhasıl birbiri ardına sıralanan iki roman sizi alıp götürüyor.

Gelelim kitabın en önemli karakterine:Önder başlı başına özel bir ilgiyi ve incelemeyi hakediyor.Gerek hayatıyla gerek romanıyla sıradan insanların yaptıkları sıradan kötülükleri gösteriyor ve anlamaya çalışıyor.Aile kavramına karşı tutumu ve babasıyla aralarında yaşadıkları ilişki Önder'i şekillendiren en önemli etmenler.Defne'nin çocuk doğuramayacağını söylediği zaman onunla evlenmeye karar vermesi fakat sonrasında Defne'ye sinirlendiği zamanlarda bunu ona karşı koz olarak kullanması onu bu filmin kötü adamı yapıyor .Yada zengin komşusunun hizmetçisine asılması çok ta sıradan bir kötülük değil mi? Hayatındaki olumsuzluklar için babasını öne sürmesi,buna kendini inandırması, babasından kalan boşluğu doldurmak için anlamlı hiçbirşey yapamaması yani en başta kendine yalan söylemesi kendi filminde kendine kötü adam rolünü biçmekten başka nedir ki? Yazdığı romanda da önce arkadaşının kız arkadaşına aşık olması,sonra bir genç kızın intiharını bahane ederek arkadaşının babasına kalp krizi geçirtmesi ve onu öldürmesi roman karakterlerine bile bulaşan bir kötülüğü anlatır bize.

Evet, Önder çok karışık bir adam.Yolun yarısını çoktan geçmiş olmasına rağmen hala birçok konuda kendisiyle hesaplaşamamış,yaşamak için kendisine bir anlam bulamamış ve yaralı ruhunu onarmak için yazmaya çalışan bir adam var karşımızda ama ben yinede Önder'i sevdim.Bencilliklerine ,kaybetmişliğine ve saklayamadığı o çocuksuluğuna karşı sevdim.Bu filmin kötü adamı benim diyerek suçunu kabul eden birisini nasıl sevmem ki?

Murat Gülsoy'un ilk kitabını okuyunca demiştim diğer kitaplarınıda okumalıyım diye.Bu kitapla ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım.Ve eminimki bu kitaplar tek okunmayla kalmayacak. Kitabın 2004 Yunus Nadi Roman ödülünüde aldığını belirtmeliyim.Murat Gülsoy'un kitaplarının tadını alanlara selam olsun:)

Not 1:Bu aralar ödüllere takmış durumdayım zaten.Acaba diyorum ödüllü kitapları mı okusam sırayla ve o ödülün neden o kitaplara verildiğine dair bir teorem mi çıkarsam:) Sonra planlı okumanın bana göre birşey olmadığına karar veriyorum ama geçmiş senelerinde ödül listelerini referans alarak okumalar yapma niyeti aklımın hep bir köşesinde olacak.

Not 2:Alıntıları unutmadım ama şu anda vaktim yok.En kısa zamanda ekleyeceğim.

19 Eylül 2009 Cumartesi

MADDE İŞARETLİ LİSTE

  • Blogspota girişte hala zorluk çekiyorum,bu yüzden yazı yazmak cidden büyük eziyet.Umarım bayram dönüşü düzelir.
  • Çevremdekilerin çoğu doğum günümü hatırlamadı.Bu yüzden kilometrelerce öteden hatırlayan nadir insanlardan Gamzem ve İstiklal'e en kısa zamanda bir torpil geçmem gerek.
  • Olsun ben kendime çok güzel bir hediye aldım:)Kitap....Hem de Yüzyıllık Yalnızlık:)
  • Onur Caymaz'ın kitabı umduğumdan bile daha iyi gidiyor,öyküleri tek tek beynime yeleştiriyorum.
  • Murat Gülsoy'un yeni kitabı çıkmış aklım kaldı.
  • Bayramda Bin Muhteşem Güneş'i okumaya niyetliyim.Ya nasip:)
  • Bayramda Zigana'ya gidiyorum.2 gün bol oksijen alacağım ve zihnimi yeşile doyuracağım.
  • Kayınvalidemin yaptığı etli dolmalardan ,su böreğinden ve burma tatlılarından az yiyebilmek için kendimle cebelleşeceğim.
  • Son olarak herkese iyi bayramlar.

14 Eylül 2009 Pazartesi

CEMİLE (Orhan Kemal)

Daha önceden demiştim okurken bizi Türk klasiklerinden uzaklaştıran bir şey var diye.İşte örneği:Otuz yaşıma gün sayıyorum,okumayı kendimi bildim bileli çok seviyorum,her yerde kitap okuyabilme kapasitesine sahibim ama Orhan Kemal’i daha yeni okuyorum.Lütfen sizde okumadıysanız okuyun ve özelliklede çocuklarınıza okutmanın bir yolunu arayın.

Eğer kendime yaptığım onlarca ağır hakaretin başlangıcına dönersek yazının asıl konusu CEMİLE ile karşılaşacağız.1934 senesinin Adana’sında geçen öykü ,pamuk fabrikasında işçi olarak çalışan Cemile ile aynı fabrikada katiplik yapan Necati’nin aşkını anlatır bize.Cemile asi ve güzel bir Boşnak kızıdır,Necati soylu bir aileden gelen ama hayatını kazanmak için okuyup katiplik yapan yakışıklı bir delikanlı…Onlar birbirlerini severken çevrelerinde olup biten olaylar,fabrikadaki mühendisin gitmesi için çevrilen entrikalar,Cemile kızı sırf kendi çıkarları için birilerine yamamaya çalışan ikiyüzlüler,Cemile’nin evinde olanlar ve babasıyla ilişkisi her daim devam ediyor.

Kitabın bence iki önemli özelliği var.Birincisi dili.Sayfaları okumaya başladığınız anda çevrenizi Adana ağzıyla konuşan bir sürü insan sarıveriyor.O insanların hitap şekilleri,övgüleri ve küfürleri,olaylar karşısında verdikleri tepkiler inanılmaz bir duruluk ve sahicilikle yansıtılmış.Okuduğunuz zaman kafanızda beliren seslere kulak verdiğinizde eğlenceli bir söylemin içinde buluyorsunuz kendinizi.Yazarın yüreğinden ve beyninden süzülen damlalara hayran kalmamak mümkün değil.
Peki ikinci özellik? İşte o bambaşka bir şey.Yaşanan tüm kötü durumlara, olumsuzluklara, yoksulluğa ve çamura rağmen umut akıyor sayfalardan.Bu kitabı okurken hep içimde Cemile’ye bir şey olmaz diyen bir ses duydum.Birilerinin belki de Orhan Kemal’in yaşama sevinci, umut edebilme yeteneği bu satırlara fazlasıyla sinmiştir.Siz ne dersiniz?

Epsilon yayınevi /152 sayfa
14.baskı Mart 2005
Kapaktaki fotoğraf:Ara Güler








12 Eylül 2009 Cumartesi

2 YAŞINDAYIM




Bloğumu yazmaya tam 2 sene önce başladım.Bu blog sayesinde bilmediğim yüzlerce şey öğrendim.Düzinelerce güzel insan tanıdım.Hayatımın merkezine oturttuğum kitaplar hakkında farklı düşüncelere kulak verdim.Bu blog benim hayatıma gerçekten güzellikler kattı.Eğer şu anda bu yazıyı okuyorsanız sizde bu güzellik ve değer katanlar içine kendinizi dahil edin ve gönderdiğim kocaman teşekkürü kabul edin.

Okuduklarım hakkında daha öncede çok not tutmaya çalışmıştım ama bu blog sayesinde istediğim düzene ulaşabildim. 2 senedir buradan 80 tane kitap hakkında düşüncelerimi paylaştım. Hepsini yan tarafta okuduklarım bölümünde bulabilirsiniz.İşin en ilginç taraflarından biri daha yazamadığım 24 tane daha kitabın olması ve bu kitapların genelde en sevdiklerim arasında olması.Sanırım bu 2 sene içinde okuduğum fakat bloğumda paylaşamadığım aşağıdaki kitapların çoğunu 2. kez okumadan size anlatmakta zorlanacağım.

  • Kazuo Işhıgura*** Değişen Dünyada Bir Sanatçı

  • Kazuo Işhıgura***Beni Asla Bırakma

  • İhsan Oktay Anar***Puslu Kıtalar Atlası

  • İhsan Oktay Anar***Suskunlar

  • Margaret Mazzantını*** Sakın Kımıldama

  • J.D.Salınger*** Franny ve Zooey

  • Selçuk Altun*** Senelerce Senelerce Evveldi

  • Selçuk Altun***Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca

  • Ahmet Ümit***Bab-ı Esrar

  • İskender Pala*** Katre-i Matem

  • Elif Şafak*** Aşk

  • Murathan Mungan***Yedi Kapılı Kırk Oda

  • Murathan Mungan***Büyümenin Türkçe Tarihi

  • Murat Uyurkulak***Tol

  • Abdülhak Şinasi Hisar***Fahim Bey ve Biz

  • Abdülhak Şinasi Hisar***Çamlıcadaki Eniştemiz

  • Aslı Erdoğan***Kırmızı Pelerinli Kent

  • Mehmet Eroğlu ***Düş Kırgınları

  • Mehmet Eroğlu ***Adını Unutan Adam

  • Khaled Hosseini***Uçurtma Avcısı

  • Orhan Kemal***Cemile

  • Murakami Haruki***İmkansızın Şarkısı

  • Murakami Haruki***Zemberek Kuşunun Güncesi
  • Paul Auster***Karanlıktaki Adam

Bu yazıyı yazarken aklıma gelen bir düşünceyi de sizinle paylaşmak istiyorum.Bloğa kaydeceğim 99. /100. /101. kitapları beni izleyen ve o kitaba yorum bırakan blogdaşlarımdan birine hediye edeceğim. Taslaklarımıda en kısa sürede tamamlayıp sizi çok bekletmemeyi düşünüyorum. Unutmayın "Bir eski kocanın öğleden sonrası" 80. kitap...


HEPİNİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.

10 Eylül 2009 Perşembe

KÜTÜPHANE CANAVARI

Az önce kütüphaneden geldim ve açgözlülük sınılarını zorlayan ben ne zamandır aklımdaki 3 yazara ait kitaplar buldum.Onur CAYMAZ,Barış BIÇAKCI VE Hakan GÜNDAY'ın isimleri bir yerlerden takılmıştı aklıma. Hele de Onur Caymaz'ın kitaplarını daha bir düşünür olmuştum son zamanlarda.Okumadığın bir yazarın kitaplarına aş ermek ruh sağlığında bir bozukluğa işaret midir bilmiyorum ama bende sık sık olan bu durumdan çok ta şikayetçi değilim.

Onur Caymaz'ın "Ezilmiş Leylaklar Kitabı"

Barış Bıçakcı'nın "Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra"sı
ve Hakan Günday'ın "Azil" i
elimin altında duruyor ve Murat Gülsoy' un "Bu Filmin Kötü Adamı Benim" kitabından sonra okunmayı bekliyor.Bu yazarlarla daha önceden tanışmış olanlar varsa neler düşündüklerini merak diyorum.Var mı tanışan?

8 Eylül 2009 Salı

BİR ESKİ KOCANIN ÖĞLEDEN SONRASI (Hamdi Koç)


"Boşuna boşanmışım.Karımdan sonra hayatıma elli tane kadın girdi,ama gururum karımda kalmış.Şimdi bu olanları hazmedemiyorum.Başka bir adamın ona dokunduğunu düşünmek beni öldürüyor.Her gün ,her an öldürüyor.Böyle yaşayamam.Bununla uzun süre yaşayamam."


Kitabın 129. sayfasında bu sözleri aldatılmışlığını kabullenemeyen Murat söylüyor.Ve bu paragrafta anlatılan konuda romanın kısaca özetini ele veriyor.Zengin bir adam karısını aldatır ve bunu öğrenen eş boşanır.İlk zamanlarda özgürlüğünden hiçbir şikayeti olmayan adam ,bir öğlen yolda karısını başka bir erkekle elele görünce hastanelik olur ve işte o zaman karısının aşığını öldürmeye karar verir.Adam hem bu konuyla ilgili hazırlıkları yapar (para bol olduğundan hiçbir iştede sorun yoktur) hem de bize çocuklarıyla arasındaki sorunları,sekreterine karşı hissettiği tanımlamakta zorlandığı duyguları, iş arkadaşlarıyla ilişkilerini, fedakar ve sadık çalışanlarını anlatır durur.

40 yaş bunalımına girmiş bir erkeğin geçmişsel sorgulamalarına ait komik bir roman olmuş bence.Kitabı okurken çok eğlendim.Nedenini tam olarak çözemesemde sanırım itirafçı bir erkeği okumak hoşuma gitti.Zaten benim Hamdi Koç'u sevmemin en büyük nedenlerinden biride bu: Erkeği zaaflarıyla ve güçleriyle samimice konuşturmayı becerebilmesi.Sonu vasat olmuş olsada, 3 senelik bekleyişe çok daha sıkı bir konu yakışsada ben bu kitabı sevdim. 1,5 gün gibi kısa bir sürede bitirdiğim kitap herkesin hoşuna gider mi bilmiyorum ama Hamdikoçsever olarak "Niye bitti?Yenisini en zaman yazar acaba?" modundayım.

Ve şurada bahsedildiği gibi sadece erkek fantezisi olarak değerlendiremiyorum kitabı, böyle bir yorumu yazarın diline hakaret olaral algılıyorum.Erkeklerin okuyacağı değil aksine kadınların okurken daha çok eğlenecekleri bir kitap olarak görüyorum.

***Ölmek zaten zori, bir de ölüyorum diye korkmak yok mu!O panik!öyle ölmek istemem.(syf.9)

***Artık biliyorum ki kıskançlık insanı öldürebilir.Ve intikam hırsı hayata döndürebilir. (1o)

***Bugün artık yaşamanın bir tatmin olma süreci değil,tatminsizliklerini unutabilme süreci olduğunu düşünüyorum.(49)

***Doğum katıymış.Hayata inancımızın tazelendiği,evliliklerin pekiştiği,ömürlerin yeni doğanları iyi yetiştirmek için peşinen feda edildiği yere gelmişiz.(57)

***Para problem değildi.İyi adamdan para esirgemem.Çünkü iyi kalmasını isterim.(81)

***Ama ben başlangıçlara inanırım.Benim kadar çok hata yapan biri inanmak zorundadır.(101)

***Bir çocuğu anlamak bir yetişkini anlamaktan daha zor.Yetişkin olmak standartlaşmak demek.Ama çocuk!Karmakarışık bir şey...(109)

***Hayat değiştirmek kolay değildir,kayıpsız olmaz.(165)
Doğan kitap /307 sayfa
1. Baskı Mayıs 2009
&&& Kapağı beğenmediğimi belirtmeme gerek var mı? &&&

6 Eylül 2009 Pazar

ZARİFE (Deniz Kavukçuoğlu)

İnsanların dış görünüşlerine ,davranışlarına bakarak ahkam kesmek,yorumda bulunmak, kendimiz ve diğer insanlar için genel yaşam kuralları çıkarmak ne kadar basit değil mi?Peki ya hiçbir şey göründüğü gibi değilse...ZARİFE tam olarak bunun öyküsü.

Yedi yıl önce otostop yaparak arabasına binen kızı ,7 yıl sonra bir televizyon kanalında masaların üstünde çılgınlar gibi dansederken gören gazeteci Bülent Serdar için,Zarife hakkında yazı yazmak pek zor olmamıştır eminim ki...Ama yazıyı o kızın yani Zarife'nin okuması hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığının en güzel kanıtı olarak serilmiştir gazetecinin önüne... Zarife yaşadığı sakin yaşamı daha iyi ve rahat bir hayat için terketmiştir.Seçim yapmak kolay olmamıştır,yaptığı seçimim arkasında durmak ise tahmininden daha zordur.

2000 'li yıllarda yaşanan toplumsal boşluğu,bu boşluğa yuvarlananları,bu boşluktan çıkar elde edenleri o kadar tanıdık ve yalın bir dille anlatmış ki yazar sanki Zarife mahallenizden giden bir komşu kızıymış gibi hissediyorsunuz.Zarife ; hayata tutunmaya çalışan ellerinin hep boşluğu yakaladığını , yürüdüğü yolun zorluklarını ,tenine takılan dikenleri gazeteci Bülent Bey'e anlatırken içinizden yaşadığımız zamana ve bizi seçim yapmaya zorlayan koşullara küfürler savuruyorsunuz.Zarife'ye hem kızıp hem de bir elinizi omzuna koyup üzülme diyesiniz geliyor.

Kısa,samimi bir öykü Zarife.Dışarıdan kolayca yorum yaptığımız hayatlara içeriden sıcak bir bakışta denilebilir.Deniz Kavukçuoğlu ile tanışmak içinde oldukça iyi bir seçim bence.Keyifli okumalar.

5 Eylül 2009 Cumartesi

ELDEN ELE


Primarima daha önceden bahsetmişti bloğunda.Fikir gerçekten güzeldi ve uygulanabilirlik düzeyi oldukça yüksekti.Eşe dosta,fakire fukaraya dağıttıklarımızın dışında kalan,gerçekten işine yarayacak birisinin eline geçmesini istediğimiz eşyaları dileyenlere ücretsiz olarak ulaştırabilmek sizde de güzel bir fikir değil mi?Bloğun açılış haberini de aldıktan sonra hemen hemen izleyiciler arasına katıldım.


Perşembe sabahı izlediğim bloglar arasında Thomas Maan'ın kitabının resmini görünce heyecanlandım.Tanıyan tanımıştır beni tüm kitaplar heyecanlandırır.BaktımELDEN ELE bloğundan gönderilmiş yazı.Blog yazarlarından olan Asyaselda'nın aklına gelen fikir gerçekten çok güzeldi.Sadece elbisenin değil kitap ve benzeri ürünlerinde paylaşılacağını göstermek için çok iyi bir yoldu.Yorum bölümünde hiç sayı gözükmüyordu ve bende o kitabı okumayı istiyordum .Hemen yazdım yorumumu ve istediğimi belirttim. Sonuç olarak bu yazıyı bana yazdırtan olay oldu ve ben Asyaselda'nın bana göndereceği Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü kitabı sabırsızlıkla bekliyorum.


ELDEN ELE'nin herkes tarafından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.Yeni insanlarla tanışmanın,birilerini heyecanlandırmanın,evdeki fazlalıklardan kurtulmanın ve ortak bir paydaya sahip olabilmenin insan bünyesinde yarattığı olumlu etkileri hissetmek isteyenleri

Egemenli hayat,Prima Rima,Asya Selda ve 3 prenses 'in blog yazarlığını yaptığı ELDEN ELE'ye uğramaya davet ediyorumElinize ve fikrinize sağlık arkadaşlar...

GEÇ KALMIŞIM...



Bir insan (hem de kitap okumayı seven cinsinden) neden 28 yaşına kadar Orhan Kemal okumaz ki?

4 Eylül 2009 Cuma

OYNAMAYAN ANLAYAMAZ :)

1 hafta önce İMGELEME' de gördüm bu oyunu.İnternette çok oyun oynayan biri değilimdir ama bunun görüntüsü hoşuma gitti ve oynamaya başladım.Aman Allahım, gerçekten takıntı yapan birşeymiş. O kadar beceriksizim ki 100 puanı geçebilene aşk olsun .Hırs yaptım,günde nerdeyse bir saat oynadım,hatta kuzuyla kavga bile ettik bu oyun yüzünden.Peki ya sonuç?Azmin elinden ne kurtulur efendim.İşte sonuç:

Tam 1123 puan.Oyun bitince öyle bir bağırmışım ki eşim kötü kötü baktı bana.Olsun...Ben çok eğlendim.

3 Eylül 2009 Perşembe

ŞEHRİN AYNALARI (Elif Şafak)



2008 Mayıs'ta okumayı planlamışım fakat 5 gün önce elime alabilmişim.Hızıma hayran kalmamak gerçekten zor dimi? Dün gece bitirdim kitabı ve sanırım bu kadar beklemesinde bir hayır olduğunu düşünmeye başladım.

Elif Şafak'ın kitabı olduğu için kesinlikle +1 ile başladım kitabın ilk sayfalarına.Alonso Perez , Andres ,İsabel kim derken içimden, karakterlere de ısındım.Kendilerinden bahsederken takındıkları açıksözlü tavır hoşuma gitti.Herkes nerde hata yaptığının farkındaydı ama düzeltmeye ya gerek yoktu; ya da şartlar oluşmamıştı...İsimlerine alışmayı deneyip başaramadıktan,hepsine kendimce Türkçe isimler verip öyle okumaya çalışıp yine başaramadıktan sonra koyverdim kitabın gidişatına kendimi.

1500'lü yıllarda Madrid'te geçen bir öyküye koyverdim düşüncelerimi.Engizisyon hakimiyle içindeki sesin konuşmalarına kulak kabarttım ve kendilerini tebrik edişlerine bende kadeh kaldırarak eşlik ettim.İsabel'in durgunluğuna,işlediği günahın altında ezilmesine,çoçuğuna karşı hissettiği ama gösteremediği anneliğine tanıklık yaptım.Zavallı Andres; annesi ve babası tarafından eksik bırakılan duygusal yanının komşusu Elena tarafından doldurulmaya çalışılacağını;bunun herkesin hayatını mahvedeceğini nereden bilebilirdi...Zavallı çocuk...

Peki ya o Miguel'e ne demeli? Andres'in amcası olan yakışıklı delikanlının en büyük becerisi sefahat alemlerine dalıp sabahlara kadar içmek, ayık olduğu zamanlarda da kendisine kahretmek. Kitap boyunca kıvırcık ,gür,kuzguni siyah saçlarına ellerimi dokundurmak istesemde bunun onun en büyük kozu olduğunu hatırlayıp her seferinde vazgeçtim.Abisi Antonio(yani benim zavallı Andres'imin babası) hekimliğinin zirvesindedir,Felsefe kürsüsünün başkanlığına adaydır ,karısı İsabelle arasında aşılmaz dağlar vardır ve oğluyla ilgilenecek ufacık bir zamanı bile yoktur.

Bütün bu kişilere ilave olarak Yaşlı adındaki bilgin müslüman kadın,bir haham,bir şeyh,şeyhin yüzünün yarısı yanmış kızı Zülfe,dallarını sokağa sarkıtmış bir armut ağacı ve aynalar şehri İstanbul eşlik etti kitap boyunca bana...Hikaye kahramanlarının birbirleriyle olan ilişkilerini, olayların nasıl geliştiğini anlatırsam zaten kitabı okumuş gibi olursunuz,o zaman kitabı okumak istemezsiniz.Bu da her ne kadar çok sevdiklerim arasında olmayacak olsada bu kitaptaki kelimelerin dansını kaçırmanız anlamına gelir ki ben bunu da istemem:)

Benim kanaatimce, Elif Şafak okumaya "Siyah Süt" ile başlayıp "Aşk" ile devam edenlerdenseniz ve başka kitabını okumadıysanız şimdilik bu kitaba pek alıcı gözle bakmayın,eminim sizi sıkacaktır.Yok ben o bölümü atladım ve "Mahrem"i de sevdim diyorsanız o zaman elinizin altında bulunsun ama sonunun biraz karışık hatta bulanık olduğunu aklınızdan çıkmasın.Eğer benim gibi Elif Şafak külliyatı her şekilde okunacak diyorsanız zaten sıra bir şekilde bu kitaba gelecektir ve siz kitabın sonuna takılmayıp içindeki sözlerin sihrine,cümlelerin birbiriyle dans edişine ve heccavın yıldız olmuş harflerine (kitaptaki en etkileyici blümlerden biriydi bence heccavın hikayesi) kapılıp gideceksiniz.

İşte Heccavın yıldızlarından benim payıma düşenler:

***Aynalar şehrina geldim çünkü benden evvel yazılmış bir hikayenin içindeyim.Aynalar şehrindeyim çünkü kim olduğumun peşindeyim. (syf.5)

***Geldiğimden beri yağmur yağıyor şehirde.Bense,ne zaman güneşin sarısını özlesem,niçin buraya geldiğimi hatırlatıyorum kendime."Aynalar şehrine geldim çünkü benim hikayemin önünü,benden evvel kaleme alınmış bir başka hikaye tıkıyor.Aynalar şehrindeyim çünkü bir kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak,deli deli akacak;hissediyorum.Aynalar şehrindeyim çünkü ben bir korkağım;ve ne olduğunu bilen her korkak gibi,bu sırrı kendime saklıyorum." (syf.7)

***Gayet iyi biliyordu ki,hüzün denilen şey tıpkı siyah, dalgalı saçlarının arasına nasılsa yerleşivermiş beyaz bir saç teline benziyordu.Hüzün,koparıldıkça çoğalıyor,çoğaldıkça arsızlaşıyordu. (syf.26)

***Anlayamıyordu.Anlamaktan korkuyordu.Bir zamanlar tpeden tırnağa tutku,tepeden tırnağa aşk ve tepeden tırnağa ona ait olan bir kadının şimdi nasıl bu kadar uzak,bu kadar sağuk ve ulşaılmaz olabildiğini anlayamıyordu.Sevdiğinin aniden bir yabancıya dönüşmesini içine sindiremiyordu.(syf.46)

***İnsan bazen bir haritaya ihtiyaç duyar.Hiç gitmediği yada hep gittiği yerin haritasına değil;bir daha asla gidemeyeceği bir yerin haritasına.Geçmişi bir rüya olmaktan çıkartıp oranın hep var olduğuna ve geleceği ümitsizlikten kurtarıp oranın hep öyle kalacağına inandıracak bir haritaya.insan bazen sevgilisinin haritasını çıkarmaya şhtiyaç duyar.Terk edilmenn acısını unutturup,acısını çoğaltacak bir haritaya.(syf.47)

***Yaşlı'ya ihtiyacım var.Söylesene Antonio,birine ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu biliyor musun?Antonio Pereira yıkılmış görünüyordu."Nasıl istersen." dedi kısık bir sesle."Yarın ,onu alması için birini göndereceğim."
"Lütfen bunu yapma." dedi İsabel." Sen sadece haber gönder.O istediği yoldan,istediği zaman gelir." (syf.73)

***Ölümü anlamak çok daha kolaydı.Ölmüş bir baba zaten yok demekti.Oysa hayatta olan bir babanın yokluğunu içine sindirebilmesi bir hayli zordu.(syf.75)

***Çemberde bir son ya da başlangıç tayin etmek ise mümün değildi.Kan,çemberin yarısında peyderpey kirleniyor,ötekiyarısında ise kademe kademe temizlenerek arınıyordu.Hal böyle olunca da,pislik ve temizlik,parça ve bütün,çirkinlik ve güzellik aynı çemberi tamamlıyordu.(syf.127)

***Bilmemek,kendi gölgenden korkmana sebep olur;bilmekse başkalarının gölgesinden.Biri içerden kuşatır seni,öteki dışardan.Korktuğun zaman bil kikorkuda cesaret de,aynı çemberin parçalarıdır.Bil ki çember senin içindedir.Demek ki,korkak olduğun kadar cesur olabilirsin.Ne kadar derine düşersen düş,bir o kadar yükseğe çıkabilirsin.Korkuya tosladığında,felakete uğradığında,çukura düştüğünde tek yapman gereken çemberde geri geri yürümektir;ta ki zıt parçaya ulaşana dek. (syf.128)

***Bir insana sırrınızı verdiğinizde,özgürlüğünüzü veririisniz. (syf.147)

***Kendini keşfedebilmenin bedeli değildir delirmek,delirebilmenin bedelidir kendini keşfetmek. (syf.155)

***Ne var ki kaçmak,varmaktan da gitmekten de faklıydı.Gitmek başı sonu olmayan,menzili meçhul bir seyrüsefer,varmaksa güzegahı önceden çizilmiş,hedefi malum bir tırmanıştı.Gitmekte aslolan dere tepe taban tepip durmaksızın hareket ederek rüzgarı hissetmek;varmakta aslolansa,o tepeye ulaştıktan sonra durup rüzgarı elde etmekti.Kaçmaya gelince o bambaşkaydı.Kaçmak sürekli hareket halinde olmasıyla gitmeyi ve gizliden gizliye barındırdığı bir başka,öte mekan arzusuyla da varmayı çağrıştırıyordu.Valhasıl kaçmak,hem gitmeye hem de varmaya, ne gitmeye ne de varmaya benziyordu.(syf.157)

***Ne kadar uzaklık yeterince uzaktı ki? (syf.163)

***An kopukluktu,zaman süreklilik.Zaman nizamdı,an düzensizlik.Akıl zamanın ellerinde yeşeriridi;sezgiyse anın.şeytan anın efendisiydi,Tanrıysa zamanın. (syf.206)

***Her zaman olduğu gibi,her ikisi de,konuşulmaması gerekeni konuşmak yerine konuşulması gerekeni konuşmamayı yeğlediler. (syf.213)

***Tanımadığım daha kaç kişi var içimde yaşayan? (syf.224)

***"Ne kadar yaşaram acaba yaşamış olurum acaba?" diye sormuş kendine .Cevabını bulamamış. (syf.229)

***Fakat sevgili ustam,bence mutsuzlardan değil, hala mutlu kalanlardan şüphe duymak gerekir. (syf.261)

***Kapatılmışsınız ama yalnız değilsiniz.Açık sokaklarda yürüyüp de tutsak olan niceleri var. (syf.263)


Metis Yayınları / 278 sayfa
1. basım : 1999 İletişim

3. Basım : Ocak 2001 Metis

9. basım : Ocak 2008



1 Eylül 2009 Salı

YENİ GELDİ BUNLAR HANIMMMMMMMMMMM:)

Sanırım bu bloğu okuyanların hepsini içinin kitaplarla dolu olduğunu bildikleri bir koli heyecanlandırıyordur. İşte benim en son heyecanım...


Daha öncede kitaplarını okumuştum,tv de yaptığı programları seyretmiştim en narin tarafım sevmişti onu.Bir haftasonu ekinde yaptığı röportajdaki bazı cümlelerinden çok etkilendim ve içim çekti birden ....




Erkeği anlatan bir erkek yazar (çok mu ayrımcı oldum ne:) ancak bu kadar sevilir herhalde.Geç bile kaldım okumak için.



Hala anlatamadığım Uçurtma Avcısı'nın hemen ardından okumak istemiştim ama sipariş listeme velhasıl evime anca gelebildi.



Seviyorum bu kadını ve yazdıklarını.

Çok merak ettim.Filmini seyretmektense kitabını okumayı denerim.


Bütün kitaplarını okumak istediğim yazarlardan biri Murat Gülsoy,bu kitapla devam etmek istedim.



İlk defa okuyacağım bir yazar,nedense içimde seveceğime dair bir his var.





Uzun süredir basımı yapılmıyordu bu kitabın ve senelerden beri aklımda olanı sonunda alabildim.Yuppiiiiii...




Birazda eğitim di mi? Kuzuma azcık bir faydam bile olsa ne mutlu bana...