12 Nisan 2009 Pazar

SEVGİLİNİN GECİKEN ÖLÜMÜ (Murat Gülsoy)

"Ölemiyorum da...Geri dönemiyorum da...Böyle arada kaldım.Seni de kendime köle ettim. Sevgilinin geciken ölümü:Korkunç bir hikaye.Çok üzgünüm sevgilim..."

Bunlar Serap'ın sözleri/düşünceleri/ düşünebilseydi dillendirecekleri... Benim değil,kitapta ki Serap'ın...Hani şu Cem'in karısı var ya...Bir gece trafik kazası geçirmişti de evde ona Cem bakmaya başlamıştı ya...İşte o Serap...Sahi siz bu kitabı daha okumadınız di mi nerden bileceksiniz ki tüm bunları?

O zaman en baştan anlatıyorum.Cem sakin,hiçbir maddi kavrama bağımlılık geliştirmeyen, olaylara farklı açılardan yaklaşıp insanları şaşırtmaktan zevk alan bir gazetecidir.Serap'ta onun sevgili eşi.Serap'a bir gece arkadaşıyla gittiği sinemanın çıkışında araba çarpar ve komaya girer.Artık o ne canlıdır ne de değildir.Bilinen ismiyle bitkisel hayata girmiştir.Cem işini gücünü bırakıp (para bol yani:) evini yoğun bakım ünitesine dönüştürür ve Serap'ın bakımını tek başına üstlenir.Aradan 6 yıl geçer.Serap hala aynı durumdadır.Tüm çevresinden zamanla kopmaya başlayan Cem bir süre sonra kendi düşüncelerinde Serap'la konuşmaya başlar.

Kitap asıl olarak bu düşünce üstüne kurulu zaten.Cem anlatıyor,sahte Serap( Cem'in beyninin diğer yarısı yani) cevap veriyor.Cem hatırlıyor,Serap düşüncelerini okuyup yorumda bulunuyor.Cem'in düşünmeye vakti var nasılsa.Asistanı Aslı'yı,ondan hoşlanmasını ama Aslı'nın ona sırılsıklam aşık olduğunu anımsıyor.Karısıyla (hala karısı sayılır mı orası belli değil) sevgilisi olamamış asistanı arasında bocalıyor.

Koskoca kitap aslında bir güne geçiyor ama bu kitaba hem serap'ın hayat hikayesi,kendi gazetecilik anıları ,Aslı'nın ayasofya,ters lale,meryem ana üçgeni sığıyor.Aslı'nın uzun mektubu,Serap'ın babasının seneler sonraki ziyareti,evdeki eşyaların anlatıkları hepsi ama hepsi Cem'in gerçeklikten iyice kopmasına sebep veriyor.Peki ya sonuç?

"Artık kime ait olduğu belirsizleşmiş olan ses sustu.
Tüm söylenen sözler geri gelmeyenlerin alemine karışarak yok oldu.
Berzahtakiler için hatırlanması güç bir rüyadan ibaret olan gerçeklik,meçhul yaratıcının zihninde acının ve kaderin ipliğiyle örülmeye devam ediyordu."
diye sona eren okunası bir kitap olmuş.



Bazı kitaplar vardır, onları okumuş olanlarla konuşmak için can atarsınız.Bu kitap benim için o sınıfa dahil oldu.Almodovar'ın Konuş Onunla filmine atıfta bulunacağınız,Cem'in ruh durumunu sorgulayacağınız,Aslı'nın yazdığı onlarca soruya birlikte cavap arayacağınız ,sen olsaydın ne yapardın diye soracağınız biri lazım bu kitabı okuduktan sonra...Var mı öyle birisi:)???

***Hey,benim referansıma güvenmeyen okuyucu... Sana kitap hakkında en afillisinden bir yazıda şurada mevcut.Yetmediyse şuna ve buna bakın derim.***



***Ölüm bir süreçtir,bizi tanıyan son kişi öldüğünde tamamlanacak bir süreç..(syf. 36)

***Başlangıçta uyku vardı. Uyku ölümün kız kardeşidir.Bu söz,ölümün bir son olmadığını,tıpkı rüyalarımızda yaşamaya devam ettiğimiz gibi,öldükten sonrada başka bir boyutta var olmayı sürdüreceğimizi ifade etmek için söylenir.Oysa uykunun ölümcül kaçınılmazlığının da altını çizer.(syf.41)

***Ama babasının o zamanlar annesine ve de kendisine şiddet uyguladığından söz etmişti.Çok sık olmamakla beraber...Şu işe bak,ben de "şiddet uygulamak" diyorum.Ne fena alıştırdık ağzımızı:Dövüyordu demeye utanıyoruz ve bu sayede döven kişiyi de bir uzmana dönüştürüyoruz."Şiddet uygulamak..."( syf. 94)

***Benim hayatımda aşk hiç olmadı.Olamazdı da.Babamın aşk için bizi terk ettiği gün nefret ettim bu dünyanın en bencil duygusundan.Aşk başkalarına hayat hakkı tanımayan bir bencilliğin adıdır. (syf.120)

***Gerçi duyguların şiddeti artınca hepsinin aynı etiye sahip olduğu da psikofizik deneyleriyle ispat edilmiştir.Çok sıcak ve çok soğuk suya ellerini dokunduran deneklerin soğuk suyun da sıcak kadar yaktığını rapor ettikleri gözlenmiştir.Duyguların diyalektik doğasından hebersiz prefeminist zavallı okur için herşey ne kadar da basitti.Soğuk soğuktur ve sıcak da sıcak... (syf.151)

4 Nisan 2009 Cumartesi

KÜTÜPHANELER HAFTASI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İçinde bulunduğumuz hafta kütüphaneler haftasıydı.Ordu'ya geldiğim günden beri dadanmış bulunduğum İl Halk Kütüphanesi nden aradılar geçen hafta.Ödünç alma bölümünden en çok kitap alan üyelere örenle ödül verilecekmiş.Geçen senenin en çok kitap alanlarından biride benmişim.Törene davet ettiler seve seve geleceğimi bildirdim.4 tane kitap hediye edildi bendenize.Kitaplara aşık olan bir kişi için ne güzel bir onur ve hediye dimi?İşte o kitaplar:

Adalet Ağaoğlu / Toplu Oyunlar III (Oyun)



Sadık Yalsızuçanlar / Sırlı Tuğlalar (Anlatı)



Şavkar Altınel / Kvangvamun Kavşağı (Gezi)


Sadık Hidayet /Üç Damla Kan ( Öykü)

Kütüphane denince aslında diyecek çok fazla sözüm var.İçinde çalışanların ilgisizliği,kendi canlarından bıkmışlıkları,güncellenmeyen ödünç kitap bölümleri,senelerdir el sürülmemiş çocuk bölümleri,süreli yayın namına tam bir hilkat garibesi olan okuma salonları,hala yazıyla kayıt tutulması gereken sistemleriyle gerçekten ilgi çekmekten çok uzaktalar.Elimde tutma gereği hissetmediğim kitapları bağışlamayı düşünüyorum ama oldukça yetersiz bir çaba olduğunun farkındayım. Eğer sizinde böyle kitaplarınız varsa ilimiz kütüphanesi adına adayım haberiniz olsun.En azından kitapseverler senede bir defa kitap bağışlasa herhangi bir kütüphanaye belki bu çıkmazdan kurtuluş için bir başlangıç olur.Ne yapılmalı tam olarak bilmiyorum ama bunun için aklımdan geçen birkaç çözümü yavaş yavaş uygulamaya koymaya çalışıyorum.Eğer olumlu sonuçlanırsa sizinlede paylaşırım. Yoksa geleceğe dair umudunuzu kaybetmenizin bir sorumlusuda ben olmayayım.

Kütüphanelere uğramak istemeyişimizin bir sebebide biziz emin olun.Canım ülkemin Kültür Bakanlığına bağlı bir kurumu bile arz talep teoremiyle yönetildiği için kütüphaneye gitmeyen her birey eksilmiş bir kitap gibi etkiliyor sistemi.Ne kadar az giden olursa o kadar az yenilik ve güncelleme yapılıyor sanki.Varsa yakınlarınızda arada bir uğrayın.En azından size hitap eden bir tane kitap vardır.