18 Ağustos 2009 Salı

AT ÇALMAYA GİDİYORUZ (Pet Petterson)


Trond T yaşamının son yıllarında Norveç ormanlarına yerleşmiş ve köpeği Lyra ile yaşamaya başlamıştır.Yeterli parası olmasına rağmen yaşamına dair herşeyi kendi yapmaya çalışır ve en basit yaşamsal ihtiyaçlar için bile önemli emekler sarfetmeye başlar.Bir gece evinin civarında karşılaştığı eski bir tanıdık sayesinde ormandaki sakin yaşamı, 15 yaşına ait anılarla sekteye uğramaya başlar.Babasının 2. Dünya Savaşı sırasında İsveç'e direniş haraketine katılıp evrak geçişini sağlayabilmek için yerleştiği küçük bir orman köyüne Trond' ta gitmiştir.Tek arkadaşı Jon ile beraber geçirilen güzel günleri,Jon'un ortada bıraktığı tüfek mahvetmiştir.Tüfeği bulan küçük kardeşi Lars ikizi Odd'u yanlışlıkla vurmuştur.
Jon'un annesi ile Trond'un babası arasındaki yakınlık,Jon'un gidişi,babasının kente dönmek istemeyişi ve benzer görüntüler 15 yaşının anlamsızlığından çıkıp birer birer özel anlamlar yüklenmeye başlamıştır.Şimdi o özel anlamları doğru raflara yerleştirme zamanıdır.
Yaşlı bir adamın dilinden anlatılan, geriye dönük zaman dilimlerinden bol bol bahsedilen bir kitap "At Çalmaya Gidiyoruz".Konusu oldukça basite kaçsada anlatım dili ve anlatış biçimi çok hoşuma gitti.Bol bol kendi yaşlılığımı düşündürdü bana.Geriye dönüp baktığımda geçmiş yaşlarımda anlamlandıramayacağım şeyler hakkında ben neler yazardım acaba diye geçti aklımdan.Özellikle düşündürdükleri açısından baktığımda benim için etkileyici bir kitaptı ama herkese tavsiye eebileceğim kitaplardan biri değil kesinlikle.Bu arada kitabın hem Norveç Kitapçılar Ödülü'nü hem de Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü'nü kazandığını ve 2007'de New York Times gazetesinin yayımladığı "yılın en iyi beş edebiyat yapıtı" listesinde yer aldığını göz ardı etmemek gerekir.


***"Isırganları niye biçmiyorsun?" dedi.Orağın kısa sapınave ilerideki ısırganlara baktım. "Acıtıyorlar" dedim. Bunun üzerine yarım bir tebessümle bana bakıp hafifçe başını salladı.
"Ne zaman acıtacağına sen kendin karar verirsin " deyip bir anda ciddileşti, kulübenin duvarının dibine yürüdü, çıplak elleriyle yakıcı bitkileri kavradı, büyük bir sükunetle onları birer birer koparıp yığmaya başladı ve hepsini bitirene kadar durmadı. (syf.31)


***Belki Dickens' ta bunlar sorun olmayabilir ama Dickens okurken artık yitirilmiş bir dünyayla ilgili uzun bir şarkı okuyor gibisinizdir,bu dünyada her şey sonunda bir dengeye ulaşır, tanrıların gülümseyebilmesi için başlangıçta bozulan dengenin yeniden kurulması şarttır. Ekseninden sapmış bir dünya karşısında bir avunma,bir protesto belki ama artık böyle değil. Benim dünyam böyle değil ve yazgının yaşamlarımızı yönettiğini söyleyen insanlara hiç tahammül edemem. Sızlanırlar,ellerini ovuşturular,şefkat beklerler. Bence yaşamlarımızı biz kendimiz yaratıyoruz, en azından ben kendi yaşamımı yarattım, ne kadar değerli bir yaşamdır bilemem, bütün sorumluluğu da yalnızca kendi üzerime alıyorum . (syf.62)

***İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar,mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda birşeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler, olgular, duyglar değil; herhangi bir şey hakkkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar. Onların yaptıkları şey kendi duyguları, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinkiyle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz. Siz istemedikçe kimse size dokunamaz. Yalnızca kibar olmak, gülümsemek, paranoyakça düşünceleri kafalarından uzak tutmak gerek, çünkü ne tür bir oyun oynarsanız oynayın sizin hakkınızda konuşacaklar,bundan kaçamazsınız ve zaten siz de aynısını yapardınız. (syf.66)

***Radyoyu açıyorum.İkinci kanalda haberler var. Grozni'ye Rus memileri yağıyor. Yine başlamışlar. Ama asla kazanamayacaklar, uzun vadede kaybedecekleri ortada zaten. Daha Tolstoy Hacı Murat'ta anlamıştı bunu ve kitap yüz yıl önce yazılmıştı. Aslında büyük devletlerin şu dersi bir türlü almamış olmaları, sonunda dağılacak olanın kendileri olduğunu anlayamamaları inanılır şey değil. Ama bütün Çeçenistan'ı yakıp yıkabilirler elbette.Bunu yapmaları ihtimali bugün yüz yıl öncesinde olduğundan daha yüksek. (syf.106)

***Ağlamaya başladım,çünkü bir gün bu anın geleceğini biliyordum ve dünyada en çok korktuğum şeyin Magritte'nin tablosunda aynaya bakarken sadece kendi kafasının arkasını gören adam olmak olduğunu anlamıştım. (syf.114)



***Sırtınıza batan bir kayanın üzerine yatıp fiyordun koyu karanlığında gözleriniz sızlayana kadar, uzay bütün genişliğiyle göğsünüze çöküp nefesinizi kesinceye yada tersine sizi yukarılara çekip bir daha asla geri dönmeyecek küçücük bir insan eti parçasına dönüştürünceye kadar izleyebilirdiniz bu sonsuz nehri.Yalnızca bunu düşünmek bile kaybolmaya yetebilirdi. (syf.117)

*** Avludan köprüye giden yolun yarısında Jon'un annesi birden dönüp arkasına baktı.Ayak izleri karda açıkça görülüyordu, ilkin yabancı adamın çiftlik yolundan yukarı çıkan ayak izlerini, sonra kendisinin evden çıkan ayak izlerini, sonunda avluda ikisinin bıraktıkları ve şimdi durdukları noktaya kadar gelen izleri gördü.(syf.127)

(Kitabın kapağına ilham veren satırlar bunlar olmalı)


***İçimde bir şeyler değişiyor,ben değişiyorum, çok iyi tanıdığım, gözüm kapalı güvendiğim, sevenlerinin sarı pantololnlu çocuk diye çağırdığı, ne zaman elini cebine daldırsa bir avuç parlak bozuk para çıkaran birinden çok daha az tanıdığım, elini cebine daldırdığında ne çıkaracağını bilmediğim birine dönüşüyordum.(syf.140)

***Kimileri geçmişin bilinmeyen bir ülke olduğunu,orada her şeyin farklı yapıldığını söylediğinde belki bende aynı şekilde hissediyordum, çünkü böyle yapmak zorundaydım ama artık böyle yapmıyorum. Yalnızca dikkatimi toplayabilirsem hafızamın deposuna girip doğru rafta doğru filmi bulabilirim, onun içinde kendimi yitirip babamla birlikte ormana yaptığımız o at gezisini hala vücudumda hissedebilirim. (syf.193)


***Sanki bir perde inip bir zamanlar tanıdığım her şeyi örtmüştü.Yaşama yeniden başlamak gibiydi.Renkler farklıydı,kokular farklıydı,şeylerin içimde yarattığı duygular farklıydı. Yalnızca soğuk ve sıcak aydınlık ve karanlık, mor ve gri farklı değildi, korkmam ve mutlu olmam bile değişmişti. (syf.199)


***Canımızın ne zaman acıyacağına gerçekten kendimiz karar veririrz. (syf.214)


Metis Kitap/ 214 sayfa

İlk Basım Şubat 2008

Çeviri:Deniz Canefe

Kapak İllüstrasyonu: Emine Bora

2 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Serap kutlarım seni canım, genç yaşında bu kadar akılcı bir okuyuş ve bu kadar derinlemesine bir yorum, valla gençliğe umudumu arttırdın. Yıllarca öğretmenlik yaptığım için bilirim okuyan, okuduğunu anlayan genç o kadar az ki.Kitaplar, sen ve kızın birbirinizden hiç ayrılmayın e mi:) ayrıca merak ettim kitabı okuyacağım. sevgiler...

Adsız dedi ki...

Serapcim her ne kadar sen tavsiye etmesende bende merak uyandırdı bu kitap. Okuma listemem alıyorum. Okuma zevklerimiz bir olduğu için hayal kırıklığı yaşayacağımı sanmıyorum. Bu arada yazın çok güzel olmuş. Ellerine yüreğine sağlık.

Geçmiş olsun kızında geniz eti sanırım zarar vermeye başlamış. Her çocukta geniz eti olurmuş ama kimilerinde zarar vermeye başlarmış. Hem beyinsel hemde fiziksel olarak ilerlemesini engelliyor o küçükük et parçası. Hem de % 20 daha az oksijen alıyormuş. Bence ameliyattan hiç korkma. Tecrübe ile sabittir. Korktuğum kadar olmadı. Bence ihmal etmeyin. Tekrar geçmiş olsun.