23 Temmuz 2009 Perşembe

KARADENİZ'İN YENİ SESLERİ:MARSİS VE KARMATE

Başka bir konuyu araştırmak için nette gezinirken gördüğüm bir blogtan aktarıyorum aşağıdaki tanıtımı...Ben iki grubunda müziklerini büyük zevkle dinlemeye başladım bile.Aldığım zevki sizinle paylaşabilmek adına izin isteyerek benim okuduğum satırları sizinle paylaşmak istedim. Bu arada yazıyı burada paylaşmam için izin veren Yasin Tekin'e çok teşekkür ederim.Şimdiden kulağınızın pasını silinmesi dileğiyle...





Karmate, Lazca’da “su değirmeni” anlamına geliyor. Grubun kendilerine bu ismi seçmesinde oldukça manidar. Günümüzde artık müziğin bilgisayarlarla dakikalar içinde üretilmesine karşı çıkan Karmate, müziğin emek isteyen bir sanat olduğunu vurgulamak için kendilerine bu ismi seçmişler. Son albümleri Nani geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Albümde Fuat Saka, Efkan Şeşen, İsmail Hakkı Demircioğlu, Şevval Sam gibi çok değerli müzisyenlerin katkıları var. Karmate şarkılarını Karadeniz’e rengini veren hemen hemen tüm dillerden seçmiş. Lazca, Gürcüce, Rumca, Ermenice gibi birçok dilde parçalar seslendiriyorlar. Grup elemanlarına bakacak olursak; vokalde Resul Dindar, gerivokalde ve kemençede Oktay Üst, tulumda İsmail Avcı İsmanaşi, akordionda Gökhan Özkan, buzuki lavta ve bağlamada Muhterem Sur, gitarda Eshat Alpkaya, basgitarda Yıldırım Yalçınkaya ve perküsyonda Ömür Arslan var. Grubun bir diğer hassasiyeti ise şarkıların doğal tınılarını bozmamak. Bu özelliklerinden dolayı ayrıca tebrik ve takdiri hak ediyorlar. Umarım çok daha güzel yerlerde görürüz kendilerini.





Karadeniz müziğine gönül verenlerin bikaç senedir keyifle dinlediği gruplardan olan Marsis, adını Kaçkar Dağları’nın bir zirvesinden almış. Karmate’ye göre biraz daha rock ağırlıklı müzik yapan Marsis özellikle festival performansları ile dulakların pasını siliyor. İlk albümleri Marsis Dağı, Kalan Müzik etiketiyle çıkmış. Solistleri Korhan Özyıldız’ın ses tonu Kazım Koyuncu’ya şaşırtıcı derecede benziyor. Grubun diğer elemanlarına anacak olursak; kemençede Ceyhun demir, tulumda Mustafa Gökay Ferah, basta Evren Arkman, perküsyonda Velican Sağun ve davulda Özgür Erkılıç var. Ayrıca elektorgitar ve akustik gitarda benim Çamur grubundan tanıdığım ve sevdiğim Çağatay Kadı yer alıyor. Grubun nükleer karşıtı duruşu da ayrıyeten değinilmesi gereken bir konu.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

KIZIMA...

Bu akşam yalnızız.Az önce uyuman gerektiğini söyledim,sende şarkı dinleyerek uyumak istediğini söyledin.Dinledin ve "Çok güzel şarkıymış." dedin.Müziğin son ritimlerinde de güzel bir uykuya daldın.Şimdi o şarkıyı kısık sesle tekrar açtım ve uykunda dinletiriyorum sana.Güzel rüyalar senin olsun bebeğim...

UMUT (Ayşe Kulin)



"Hayat Akan Bir Sudur " altbaşlığıyla yayınlanan Umut için söyleyeceğim ilk şey adı gibi akan bir su gibi hızlı okuduğumdur ama sadece bu kadar.Kitabı nisandan önce okumuştum, son zamanlarda yazma kabızlığına tutulduğumdan anca sıra geldi.Sıra geldide çok büyük bir sorun var ;ben kitap hakkında doğru düzgün hiç bir şey hatırlamıyorum.Güzeldi,hoştu,"VEDA"nın devamıydı,ilk romandaki karakterler büyümüş,çoğunun çoçuğu falan olmuştu.İlk romanda sürgüne gönderilen evin reisinin geri dönüşü ve yeni kurulan cumhuriyete uyum süreci oldukça zorlayıcı bir hal almıştı.Ermeni Aram ile konağın asi kızı Sabahat arasında gelişen aşk yarım kalmıştı.Romana yeni eklenen karakterlerden Muhittin'in ailesinin Bosna'dan göçü,İstanbul'daki hayata alışmaya çalışmaları hoş bir şekilde anlatılmıştı.Kitabın beni en çok etkileyen yerleri Muhittin'in Adana'da geçirdiği zamanlar ve o andan itibaren ülkesiyle ilgili görüşleri oldu. Belkide Muhittin'in bu kadar baskın anlatılmasının sebebi Ayşe Kulin'in babası olmasıdır.Kitap bebek Ayşe Kulin'in doğmasıylada son bulmuştu.


Neredeyse 400 sayfalık kitaptan aklımda kalanlar bundan ibaret...Belkide zaten bu kadarı kalmalıydı ve ben kitabın bana geçirttiği hoş zamanla avunmalıydım ama olmadı.Sanki eksik birşeyler var kitapta.Romanın geçtiği ilk cumhuriyet yıllarının sadece arka fon olarak kalmasının bir etkisi olabilir böyle hissetmemde. VEDA bu konuda çok daha doyurucu bir romandı.


Kitabı benim için farklı kılan tek şey eşim tarafından armağan edilmiş olmasıdır.3. devam romanını sabırsızlıkla değil ama yazarın konunun sonunu nasıl bağlayacağını merak ettiğim için bekliyorum.Okuyan ve okumayan herkese selam olsun.


***Kitabın kapağındaki resimde bulunanlar Ayşe Kulin'in anne ve babasına aitmiş.

Everest Yayınları / 381 sayfa
1. Basım Aralık 2008 (100000 adet)

15 Temmuz 2009 Çarşamba

SENİN ÖYKÜN HANGİSİ? ( İlknur Özdemir)


Paul Auster'ın kitaplarının çevirmeni olarak tanıdım ben İlknur Özdemir'i...Sonra bir gün kardeşimde kitabını gördüm ve okumak için ödünç aldım.

İçinde kısa 10 öykü bulunduran kitabın ilk farkedilir yanı sade dili.Nasıl konuşuyorsak,
nasıl düşünüyorsak öyle yazmış İlknur Hanım.Öykülerin en büyük ortak yanı taşıdıkları hüzün. Hepsinde yorgun insanlar var;kendileriyle hesaplaşmaya çalışan,yarım kalmış aşklarının peşinden koşturan,yalnızlıklarını yok etmeye çalışan bir sürü insan...

Öykülerin yapısı oldukça klasik duruyor.Girişte kahramanların şimdiki durumu anlatılıyor,gelişmede bu duruma sebep veren haller açıklanıyor,sonuçta ise hüznün ağır bastığı bir sonla girişteki durum bir sonuca bağlanıyor.

Yaprakların düşmeye başladığı bir sonbahar gününde pencere kenarına kurulup elde ıhlamurla birlikte okumak için oldukça ideal öykülerden oluşuyor bu kitap...Ne daha fazlası ne daha azı...Tatlı ama geçici bir muhabbeti anımsatıyor öyküler...Ben o düzgün çevirileri yapan kişiden nedense daha ilginç öyküler beklerdim ama kısmette bu varmış...Sanırım yazarda çok farklı düşünmese gerek ki bundan başka kitap çıkarmamış...Bir röportajında "Yazarlık çok başka bir şey, zaten ben yazar değilim; ben yazı yazıyorum, öykü yazıyorum. Bir kitapla yazar olunacağına inanmıyorum." demiş.Banada tam üstüne bastınız İlknur Hanım demek düşüyor.

Can yayınları /173 Sayfa

1. basım Mart 2004