24 Haziran 2009 Çarşamba

İŞTE HALİMİZ....


Deniz kenarında,çadırımızdayız stop
Kitaplarım yanımda,hem de en çok istediklerim stop
Tüm gün kızımı seyrediyorum,onunla ilgileniyorum stop
Sağlık sıhhat yerinde,afiyetteyiz stop
Daha ne isteyeyim stop

17 Haziran 2009 Çarşamba

BEYOĞLU RAPSODİSİ (Ahmet Ümit)


"Yazgıya inanmam,ama olaylar bu düşüncemin yanlışlığını kanıtlamak istercesine ardı ardına sıralanmaya başladığında,bunları kurgulayan birir mi var,diye endişelenmekten de kendimi alamam." diye başlayan bir kitap elinizdeyse ve yazarı da Ahmet Ümit se heyecanlı birşeylere hazırlamaz mısınız kendinizi?Bende öyle yaptım ama uzun bir süre heyecanlanacağım anı beklemekle kalakaldım.Garip bir durum değil mi?Kütüphaneden aldığım kitabı okumam belkide bu yüzden uzun sürdü.


Kitabın ana karakterleri Selim,Nihat ve Kenan'ın arkadaşlıkları yatılı olarak okudukları Galatasaray Lisesinden beri devam ediyor.birbirinin zıttı ama tamamlayıcı kişiliklere sahip bu arkadaşlar herbiri farklı bir hayat sergilesede sık sık görüşmeyi ve çoğu şeyi birlikte yapmayı ihmal etmiyorlar.grubun en pısırığı olan NİHAT okul zamanındaki takipçi kişiliğini yaşamı boyunca devam ettirmiştir.Farklı işler denemiş sonunda bir sahaf açmış,şair karısı Melek'in gölgesinde kızı Dize ile bata çıka bir yaşam sürmektedir.KENAN hiç evlenmemiş,yakışıklı bir zamparadır.Grubun liderliğini üstlenmiştir,hayal gücü ve hayatı yaşama konusundaki fikirleri herkesin hayranlığını toplamaktadır.Hukuk okumasına rağmen babasının mesleği olan sigortacılığı devam ettirmiş ve kendine uğraş olarak fotoğrafçılığı seçmiştir.SELİM grubun en mantıklısı,en sağlam öngörüde bulunanıdır.Karısı Gülriz ve Down sedromlu oğlu Burç'la örnek bir aile hayatı sergilemektedir.Mimarlık okumasına,Beyoğlu tarihine ve yapılarına delicesine tutkun olmasına rağmen babasının geliştirdiği tekstil işine devam etmiş ve ailesinin ferdi kadar sevdiği Azya markasını yaratmıştır.


Bu 3 silahşörün hayatı Kenan'ın ilginç bir fotoğraf konusu bulmasıyla değişir.Kenan,Nihat'ın verdiği akılla cinayet mahallerinin fotoğraflarını çekecek ve kendini fotoğraf camiasına sanatçı olarak kabul ettirmeye çalışacaktır.Bu belalı işin içine sanat yönetmeni KATYA'nın da dahil olmasıyla işler biraz daha karışır.Ama asıl karışıklık Kenan'ın fotoğraf çekmeyi bırakıp birbiriyle ilintili olduğunu düşündüğü iki cinayeti çözmeye çalışmasıyla başlar.


Kitabın en kötü yanı buraya kadar anlattıklarımın kitabın yarısında anlatılıyor olması.Yani ilk 200 sayfa boyunca giriş bölümü okuyoruz.Karakterleri tanıyıp,mazilerine ilişkin bilgiler alıyoruz. Başkası tarafından yazılmış olsa normal kabul edilebilecek bu durum,heyecanına baştan hazırlanılan bir romanda beni biraz sıktı doğrusu.Kitabı devam ettirmemin en büyük nedeni Selim'in Beyoğlu mimarisi hakkında verdiği bilgilerin çekiciliği ve kitabın başlarında verilen bir bilgiye dayanarak tahmin ettiğim katilin doğru çıkıp çıkmayacağı merakıdır.Merak edenler için söyleyeyim tahminim doğru çıktı ama benimki olaylardan bağımsız bir tahmindi.Sadece küçük bir film hilesini kitaba uygulayıp tahmin ettim çünkü katili...Hani derler ya" Bir filmin başında eğer duvarda bir silah gösteriliyorsa,o silah eninde sonunda patlar." diye...İşte benim tahminim de bu teze dayanıyordu ama sonuçta işe yaradı:)


Kitaba dönecek olursak,beklenti düzeyi ayarlanıp okunursa kesinlikle keyifli bir kitap...Biraz kalın ama çok kafa karıştırıcı olmadığı için yaz günleri içinde ideal...Aile, dostluk,ölümsüzlük ve sanat hakkındaki beylik sözlerde kurguya yedirildiğinden insanı bunaltmadan düşündürüyor. Özellikle Beyoğlu'nda bir gezintiye çıkmak isteyenlere tavsiye olunur...


***Ne derlerse desinler,aşk,yaşamdaki en önemli duygu değildir.Aşk kaypak,sahte,kalıcılığı olmayan,tutarsız bir güdüdür. (syf.198)


***Alışkanlıklar,hırslar,bencillikler...Bu maddi bağlar,kör tutkular bizi tenimizden,aklımızdan, yüreğimizden,kursağımızdan yakalamış,sonu gelmez istekler,hiç doyurulamayacak açlıklarla ruhumuzu lAnetlemiştir.Belki ben, belki Kenan bu eskimiş binanın(Galata Mevlevianesinden bahsediyor) bu dilsiz bahçenin bize ne demek istediğini analayabilsek,bencilliğimizden soyunup, bugün ya da gelecekte adımızı sürdürmek adına hırsla yürüttüğümüz kavganın cenderesinden kurtularak,sessiz ağaçların,mezarlarda yatan ulu ölülerin,yani bu mekanın bir parçası olmak isteyeceğiz.Ama ne ben ne de Kenan,henüz alışkanlıklarımızı kirli bir gömlek gibi çıkarıp atabilecek olgunluğa erişemediğimiz için ömrümüzü,kendi hırsımızın bizden bağımsız olarak çizdiği bir daire içinde koşturarak tamamlayacağız...(syf.319)


***Hakikat bu caddede değildir.Hakikat,mağazaların vitrininde değildir.Hakikat,kadınların gözlerinde,dudaklarında,göğüslerinde,bacak aralarında değildir.Sinemaların koltuklarında, meyhane masalarında,içki kadehlerinde, sarhoş gözyaşlarında değildir.Hakikat evlerdedir. Evlerin mutfağında,banyosunda,oturma odasındadır.Hakikat halının altındadır,buzdolabının içindedir,yastığınızın köşesindedir,resminizin çerçevesindedir,kütüphanededir. Kütüphanedeki kitapların içindedir.Hakikatı bulmak için bakmak yetmez,görmek gerekir. Ey hakikatı arayanlar! Eve dönün,kütüphanenize tekrar bakın.Hakikatı anlatan o kitabı arayın.O kitabı bulana ne mutludur ki,hakikatın yanı sıra ölümsüzlüğün ışığıyla da aydınlanacaktır. (syf.353)
Doğan Kitap /384 sayfa
1. Baskı Eylül 2003
13. baskı Haziran 2004

9 Haziran 2009 Salı

ÖN MUHASEBE

Sabahın köründe kalkmamın elbet bir sebebi vardı...Tertemiz bir havanın olduğu , kuşlardan başka mırıldanan canlının olmadığı bir köyde kim abahın 5'inde kalkmaz ki...Çektim ocağın önündeki bankı,seyretim bu cennet köşedeki yemyeşil dağları...Sonra aklıma kızım geldi,onu çok özlediğimi hatırladım.Son bir ayda başıma gelenlerin muhasebesini tuttum biraz da...

Mesela 8 gün önce başıma gelen trafik kazasını...Hiç suçum olmadığı halde bir insana dolaylı yoldan zarar vermenin azabını...İnsanların iyiniyeti suistimale ne kadar meyilli olduklarını...Eğer ki tanıdığınız birileri yoksa tüm devlet kurumlarında iş yaptırmanın bu ülkenin en büyük eziyeti olduğunu...Can korkusunu,"eğer"lerin yarattığı ızdırabı,daha kötüsünü düşünmenin yarattığı psikolojik baskıyı...

Sonra kazadan önceki haftaya kaydı aklım.Benim minik prensesimin yaptığı resimle kazandığı birinciliğe...O minik parmaklardaki maharete,kücücük beynindeki hayal dünyasına,kazanmanın ne olduğunu yeni yeni öğrenen bir yüreğin sevincine takıldı düşüncelerim...Yanımda olsa hemstır öpüşüyle dokunacağım yanaklarını özledim en derinden..

Gelecek bir ay için üstünkörü bir plan yaptım o sessizlikte...Her haftasonu en az bir düğünün bizi beklediğini düşününce telaşlanmadım desem yalan olur...Sonra bu hafta alınacak karne heyecanı...Nasıl yapsakta kaçırmasak dediğimiz "Uçurtma Şenliği"....Okunmayı bekleyen kitaplar...Yazılmaya başlanıp tamamlanamamış kayıtlar...Bitirilmiş bir puzzledan sonra içime yerleşen boşluk duygusu...Ve şu ana itibariyle beni kahvaltıya çağıran telefonun sesi:):):)