27 Mayıs 2008 Salı

ANTİDEPRESANLI ÇERÇEVE

3-4 gün güneşle olan haşır neşirliğimizi kıskanan yağmur hanım(!) dayanamayıp çıkageldi yine. Dün sabahtan beri yağıyor üstümüze üstümüze.Tertemiz havaya eklenen toprak kokusunu içime çekince affediyorum yağmurun bu son dem kazığını.Keşke kuşların neşesine karışan yağmur sesini sizede dinletebilseydim...
Dün uzun zamandır ağrıyan gözlerimi götürdüm doktora.Bir acayip olmuş gözlerim ve onları idare eden kaslarım nedense.Nedenini hala çözemedim ama sertleşmiş göz kaslarıma iyi geleceğini ifade ederek(söylediği sebebide pek mantıklı bulmadım ) kullanmam için bir antidepresan yazdı doktorum.Bugün kullanmaya başlayacağım,vatana millete hayırlı olur inşallah.Hazır çizilmiş gözlük camlarımı değiştirmek için optikçiye girmişken uzun zamandır kullandığım çerçevelerimi de değiştirdim.Şöyle komple çerçevesiz, minik camlı,tüy kadar hafif bir şey aldım kendime.Ve çok sevdim onları, tabi pembe kutusunuda:)
Sınava çalışır gibi yapıp bir türlü okuduklarını kafasına sokamayan ben şimdiden başka işlere heves sardım bile.Ağrıyan gözlerime iyi gelir diye "Az oku" nasihatini vermenin aptalca birşey olduğunu baştan belirttiğim doktorum,bir de bunu duysa o ilacın kesin uyutanından verirdi.Sınav bitene kadar başka birşey yazabilir miyim bilmiyorum ama yorum yaz(a)madan çoğunuzu okuyorum.Benim gibi teknoloji özürlü olmayanlarınız zaten geldiğimi biliyorlardır.Şu sınav geçsin yazılarınızın hepsine toptan yorumlar yazacağım yoksa içimde kalır:)

19 Mayıs 2008 Pazartesi

BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ

Şebnem İşigüzel'in ilk kitabı Hanene Ay Doğacak,Paul Auster'in Şans Müziği ve Murat Uyurkulak'ın ilk kitabı Tol bitti.Zemberekkuşunun Güncesi'ni o kadar yavaş ve döne döne okuyorum ki ellerimden kayıp gitmesin diye ne zamana biter hiçbir tahminde bulunamıyorum. Günde 2-3 hikaye Saif Faik'ten okuyorum ve bir kez daha kaçırdıklarıma yanıyorum.Ana kitap olarak aklımda Albert Camus'un Mutlu Ölüm'ü ve Elif Şafak'ın Şehrin Aynaları kitabı var.Camus'u ilk defa okuyacağım,Şafak'ında okumadığım kitabı kalmasın istiyorum.Önceliği hangisine versem karar veremiyorum.Bu arada sınavada çalışmam lazım ama unutmuş taklidi yapıyorum.Hani diyor ya Orhan Veli:


Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

diye.İşte beni de bu güzel havalar ve bu güzel kitaplar mahvetti:)

17 Mayıs 2008 Cumartesi

HAMLET (William Shakespeare )


Hamlet ve Horatio mezarlıkta

Evvel zaman içinde'nin Shakespeare sevgisini anlayabilmek için araştırma yaparken Ophelia'ya nasıl rastladığımı anlatmıştım daha önce.Ophelia'yı bulupta hikayesini okumamak olmazdı.Hangi yayınevinin çevirisi daha iyidir diye düşüneceğime kısa yolu seçip yine kütüphaneye koştum. Shakespeare 'in tüm eserlerini kaldırıldıkları depodan çıkarttırdım ve öncelikli olarak Hamlet'i aldım.Kitap, 1966 Milli Eğitim Basımevi Basımı (Orhan Burian çevirisi) olmasına rağmen oldukça iyi durumdaydı.İlk sayfalarında Shakespeare ve Hamlet hakkında bilgilerinde yeraldığı kitabın daha yeni basımlarını bulursam muhakkak alacağım.

İntikam konusunun çevresinde örülen olaylar zincirinin özetini geçmek gerekirse:Hamlet, babası Danimarka kralının aniden ölümünden çok kısa bir süre sonra amcası Claudıus'un annesi ile evlenmesine çok kızmıştır.Babasının hayeletini görmesi ve söyledikleri Hamlet'i nefret ve intikam çukuruna doğru iter.Babasının katilini ortaya çıkarabilmek için deli taklidi yapan, dengesiz hareketler sergileyen Hamlet yanlışlıkla sevgilisi Ophelia'nın babasını öldürür.Babasının ölümüyle kendini yitiren Ophelia ortalarda gezikirken,Hamlet amcası tarafından öldürtülmek üzere İngiltere'ye gönderilir.Yolculuktan kaçarak saraya dönen Hamlet arkadaşı Horatio ile intkam planları yaparken Ophelia'nın cenazesiyle karşılaşır.Leartes,kız kardeşinin ve babasının ölümünden sorumluğu tuttuğu Hamlet'i öldürebilmek için kralla birlikte plan yapar.Devamını kitapta bulabilirsiniz:)


Görsellik eklendiğinde çok daha güzel olacağını düşündüğüm bu oyun,senelerdir bildiğim bir bilginin yanlışlığını da ortaya koydu.Çoğumuz Hamlet'i meşhur sözünü ( "Olmak ya da olmamak...İşte bütün mesele bu." ) söylerken elinde bir kuru kafayla hayal ederiz çünkü öyle öğretilmiştir ama öyle değilmiş.Eline kuru kafayı aldığı mezarlık sahnesinde arkadaşı Horatio'ya , kemiklerin sahibi hakkında bilgi vermektedir.Benim gibi yanlış bilenlerin haberi ola:)


Kitapta,ahlak,kişilik ve sevgi üzerine söylenmiş o kadar anlamlı cümleler var ki,birkaç tenesini beyninize kazımak için 2. defa okumayı isteyebilirsiniz.Keyifli okumalar...


Yaşamak mı,yoksa ölmek mi,mesele bunda.Kör talihin sapanlarına,oklarına zihninde tahammül göstermek mi daha mertçe olur,yoksa kaygıların ummanına karşı silahlanıp okları yok etmek mi?Ölmek:uyumak.O kadar!Bir uykuyla kalp üzüntüsünü,tabiatın bedene miras olarak verdiği bin bir acıyı sona erdiriyoruz diyebilmek,candan gönülden istenecek bir son olur.
Ölmek:uyumak. Belki de bir rüya görmek!Ya,dert orada:çünkü,bu fani kalıbı üstümüzden sıyırıp attıktan sonra,o ölüm uykusunda kim bilir ne rüyalar görürüz düşüncesi bizi durmaya mecbur ediyor.Yaşamak felaketini uzatan,işte bu düşünce.Yoksa-insan bir hançerle kendi işini kendi halleebilirken-zamanın sillesine,hareketlerine,zalimin haksızlıklarına,kendini beğenmişin küstahlıklarına,karşılıksız aşkın ıstırabına,kanunun ihmaline,mevki sahibinin kibrine,sabırla gösterilen liyakatın değersizlerce hor görülmesine kim tahammül ederdi?(syf.82)


Nasıl da karşılaştığım şey beni itham ediyor,hızını kaybeden intikam hissimi mahmuzluyor!Eğer bütün eğlencesi,bütün işi gücü yiyip içip uyumaksa insan nedir ki?Hayvandır,fazla bir şey değil.Elbet ki bizi,ilerisini gerisini görecek kadar geniş bir muhakeme sahibi olarak yaratan Tanrı bu ilahi akıl ve iktidarı,kullanılmasın da küf bağlasın diye vermedi bize.Şimdi;hayvanlara has unutkanlık yüzünden mi,netice üzerinde gereğinden fazla durup düşünmekten doğan aşağılık bir tereddüt yüzünden mi bilmem -ama bu düşünce dörde bölünse,sade bir parçası makul çıkar,üç parçası muhakkak korkaktır- bilmem niçin hala "bu iş yapılacak" deyip durmaktayım:değil mi ki onu yapmak için sebebe de,iradeye de,kuvvete de imkana da sahibim.(syf.133)

Suçlu insan öyle olmaz endişelerle doludur ki mahvedilmekten korkarken ,kendi kendini mahveder.(syf.135)

Irmağın üstüne sarkmış bir söğüt ağacı vardır,gümüş yaprakları suda akseder.Ophelia oraya düğün çiçeklerinden,ısırganlardan,papatyalardan,sözünü sakınmaz çobanların daha kaba saba bir isim taktığı fakat uslu kızlarımızın ölü parmağı dediği salep çiçeklerinden yapılma garip çelenklerle gelmiş.Çiçekli tacını sarkan dallardan birine takmak için ağaca tırmanırken merhametsiz birdal kırılıvermiş;çiçekli çelenkleri de kendi de aplayan ırmağa düşmüşler. Elbiseleri kabarıp açılarak onu,su perileri gibi,bir zaman su üstünde tutmuş.Bu arada,içinde bulunduğu tehlikenin farkında değilmiş yahut suda doğmuş da ona alışık bir mahlukmuş gibi hep eski şarkılardan parçalar söyleyip duruyormuş.Ama çok geçmeden üstündekiler iyice ıslanıp ağırlaşarak zavallıcığı,tatlı şarkısının ortasında kesip çamurdan mezarına sürüklemişler.(syf.155)


Hamlet'in ölümü


**Okuduğum kitabın kapağını bulamadım.Üzgünüm.

16 Mayıs 2008 Cuma


Mayısın ortasındayız ve ben hala kısa kollu giyemedim.Dün yağan yağmurla beraber azcık ısındım diye göz kırpan havada soğudu.Birazdan hafta başından beri aldığımız eğitimin sınavına gideceğim ve ben kitaba göz atmak yerine nette dolaşıyorum.Tabi birde a.ö.f.nin finali var ama onu aklıma hiç getirmiyorum.Paul Auster,Elif Şafak,Mehmet Eroğlu orda öylece duruken kim ders çalışmamı bekleyebilir ki:)
Bugün kardeşimde askerden dönüyor ve benim gidip gidemeyeceğim hala belli değil.İzmir beni çağırıyor biliyorum (nerden biliyorsam:) ama haziran başına kadar o kadar çok halletmem gereken iş var ki...Serhat'ı da özledim evet,evet,özledim.Dur ben bir daha düşüneyim...

15 Mayıs 2008 Perşembe

9.HARİCİYE KOĞUŞU (Peyami Safa)


Bazı şeylerden uzaklaşmamızın en büyük sebebi yanlış eğitim stratejileri herhalde.Okuduklarım içinde Türk klasiklerinin çok az yer kaplamasının en büyük sorumlusu ilkokul kitaplarına yaşımızın üstünde parçalar koyup arkasından abuk sabuk sorular soran milli eğitimdir. Kendi klasiklerimiz hakkındaki önyargımı kaybettiğimden beri okumaya çalışıyorum kaçırdıklarımı. Peyami Safa'nın kitapları hakkında birkaç kişiden duyduğum övgüden sonra ilk baktıklarım arasındaydı kütüphanede.İçindeki "Sofanın bana söyledikleri" bölümünü ilkokuldan hatırladığım bu kitapta yazara ait okuduğum ilk eser oldu.

Kitap, adı bilinmeyen genç delikanlının,şiddetli ve eziyetli hastalığı boyunca çektiklerini; kendinden 4 yaş büyük Nüzhet'e aşık oluşunu ve bunu kendine bile itiraf edemeyişini;gençlik aşkıyla aralarındaki sürtüşmelerin hastalığına etkilerini anlatıyor.Ergenlik döneminin önemli sorunlarını atlamadan,hasta çocuğun psikolojisini gerçeğe en yakın haliyle okuyucuya sunuyor. Bir sağlıkçı olarak hastane ortamının ,hasta psikolojisinin bu kadar düzgün gözlemlemenin zorluğunu düşünürken bunun yazar için zor olmadığını öğrendim.Roman boyunca yapılan ruh betimlemelerinin bu kadar gerçekçi olmasınında en büyük payın yazarın kendi hayatına ait olduğunu kavrayınca gerçekten kötü oldum.Yazar ergenlik dönemini içine alan sürede "Kemik Tüberkülozu" hastalığını birebir çekmiş ve hastane duvarlarından başka kimsenin sırdaşlık etmediği yalnızlığını sonunda bu romanda ortaya koymuş.Genç bir insan için gerçekten çok acı bir deneyim,çoğu satırları okurken alışık olduğum o ortama ne kadar yabancılık çektiğimi ve irkildiğimi hissettim.Gerçi yazar sonunda iyileşiyor ama zamanının şartlarıda değerlendirildiğinde olayın etkisi bir süre benliğinizi sarıyor.

Kitabı Alkım Yayınevi 2004 yılında ,dilini sadeleştirerek tekrar basmış.Bendeki bordo renkle ciltlenmişti ama kitabın boyutları hoşuma gitti.Kitabın genç delikanlısının aynı anda okumaya çalıştığım Hamlet'ten bahsetmesi ise çocukça bir sevinç saldı içime. Farkındayım,kaçırdıklarımı yakalamak bana keyif vermeye başladı:)

Her bedbaht gibi ben de bu basit nüktede bile bir merhametten ve teselliden şüphe ettim:Kendi kendim güvenimi o kadar kaybetmiştim(syf.28)

Meçhul ümitlere inandığım an beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.Ümit etmek bile az.Emin olmak ihtiyacı...Yalancı geleceğin şüpheli vaatlerine değil,teminadına ve sendine ihtiyacım var.Halbuki o vaat bile yetmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit,korkunç bir dilsizlikle susuyor.(syf.30)


...Ve doktor fen ilmiyle ilgili ayrıntıları veriyor.Artık onu dinleyemz oldum.Bir iki ay evvel okuduğum "Hamlet"in mezarlık sahnesini hatırladım.Orada,karalın soytarısı Yorik'in kafatasını eline alan prensin sözlerini,bir musiki parçası gibi içimden mırıldandım:
-Heyhat !Zavallı Yorik!Ben onu tanıdım Horatio.Soytarıların en neşelisiydi.Geniş bir hayal gücü vardı.Beni bin defa kollarında gezdirdi;fakat şimdi manzarası hayalimi dehşetle dolduruyor!Kalbim nası.....
Doktor beni dürttü.(syf.41)

Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki,yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu;ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil,eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum.Yalana herşey isyan etmelidir.Eşya bile:Damlardan kiremitler uçmalıdır,ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar düşüp yeryüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...Zavallı çocuk...Nüzhet bana yalan söyledi.(syf.56)

Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu oldu:Sükut.Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu.Ben salondan erken çıktım ve yattım.Uyuyamadım,ağrılarım arttı,fakat ruhi azabıma nispetle çok asil,sade ve saf olan et ıstırabımı o gece sevdim.(syf.80)

Denizde dalgalar arasında boğulacağını anladıktan sonra hiçbir hareket yapmayarak kendileini suya salıverenler ve felaketi bir an önce isteyenler gibi kendimi bırakmıştım.Bir şey ümit etmemenin rahatlığından başka barınacak ruhi bir köşem kalmamıştı.Artık hiçbir şey tahmin edemiyor,hiçbir şey beklemiyordum.(syf.96)

Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat alışkanlığının verdiği hissizlikle,sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor?Onu ben görüyorum,çünkü benden uzak;onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde,çelikli damarlarında,arkadaşımın otururkrn rahat gerilişlerinde,bacaklarını uzatışlarında,korkusuz bakan gözlerinde görüyorum.(syf.119)

Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için,felaketin üstüne yürümek istiyorum.Istıraptan korkmamanın tek ilacı ıstıraptır.Bu ateşi o ateş söndürür.(syf120)

*Görülecek,işitilecek,tadılacak,okunacak,yazılacak,yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki,bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişemeyeceğinden korkuyorum.(syf.122)

14 Mayıs 2008 Çarşamba

NİETZSCHE AĞLADIĞINDA (Irvın D. Yalom)


Yaşamda herşeyin olması gerektiği zamanda olduğuna inanırım ve kolay kolay hayıflanmam. Yalnız bu işin tek istisnası kitaplar.İçlerinden beğendiklerimi keşke daha önce okusaydım diye sık sık kızanırım kendime.Geçmişteki o kitabı okunduğunda,bugünkü ben üzerindeki etkiyi yaratmayacağını bilmeme rağmen yinede vazgeçemem bu söylenmelerimden.


Nietzsche Ağladığında daha önce okumadığım için hayıflandığım kitaplardan biri oldu.Zevk alarak ve sindire sindire okuduğum kitapta insanı düşünmeye sevk eden o kadar çok ayrıntı var ki...Nihilizmi önemli bir kavram olarak ele alan Nietzsche'ın felfesini , psikolojik bir romanla destekleyerek okurun önüne anlaşılabilir bir kitap koyan psikiyatri profösörü yazarını tebrik etmek gerek.Hem bir kuramın ana hatlarını verip,hemde insanı sıkmadan gündelik yaşam üstünde düşünmeye sevketmek gerçekten büyük başarı.


Kitap, Lou Salome isimli genç ve çekici bir kadının Prof. Friedrich Nietzsche'ı tedavi etmesi için Dr. Josef Breuer'dan yardım istemesi ile başlıyor.Breuer'ın daha önce farklı bir yol deneyerek tedavi ettiği hastası Bertha ile ilgili duyumlar alan Lou Salome,Nietzsche'ın ümitsizliğini ve intihara meyilli halini sadece Breuer'in düzeltebileceğini savunmaktadır.Breuer karşılaştığı sert ve uyumsuz hasta Nietzsche ile yaptıklarını , genç arkadaşı ve tıp öğrencisi Sigmund Freud ile paylaşır,arada ondan yardım alır.Nietzsche'ın ümitsizliğini düzeltmeye çalışan Breuer çok önemli bir sorunla karşılaşır:Kendi ümitsizliği...Zamanla terapi niteliğini alan görüşmeleri sırasında iki erkek saplantı haline getirdikleri kadınların gölgelerinden kurtulmaya, inanç , din,gerçek mutluluk,acı,gerçek özgürlük,kader gibi konular hakkında uzun uzun konuşmaya başlarlar.Bu uzun konuşmalar sırasında hem kendilerine hemde yaşam dair bir sürü yeni şey keşfederler.
Kitabın sonuna yazarın bir notu konulmuş ve romanda gerçek hayattan alınan kesitler belirtilerek okuyucunun kafasındaki soru işaretleri cevaplanmış.Kitabın bana göre tek dezavantajı benim için bile çok küçük harfleri olmasıydı.Ayrıntı Yayınlarının okuduğum tüm kitaplarındaki bu nokta, 340 sayfalık kitabın çok daha uzun sürede bitmesine sebep oluyor.Gerçi bir gecede bitirenler de varmış,varsın bizim tembelliğimiz olsun efendim:)


Kitabın arka kapağında dediği gibi "Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere"
ısrarla tavsiye olunur.


Yaşamının mercek altına alınmasından gizliden gizliye zevk almayan bir hastayla karşılaşmamıştı.mercek ne kadar büyük gösterirse hasta o kadar çok zevk alırdı.İncelenmekten alınan keyif o kadar büyük olurdu ki Breuer yaşlanma,sevdiklerini kaybetme ve dostlarından fazla yaşamadaki asıl acının sizi inceleyen gözlerin bulunmaması olduğuna inanırdı.-Hiç kimsenin dikkat etmediği bir yaşam dehşeti...(syf.66)


Kutsal olan gerçekler değil,kişinin kendigerçeği için çıktığı arayıştır!kendi kendini sorgulamadan daha kutsal birşey olabilir mi?(syf.81)


Bir de Nietzsche'nin söylemeye cesaret ettiği o sözler!Bir düşünün!Ümidin en büyük kötülük olduğunu söylemesi!Tanrı öldü demesi!Gerçek,onsuz yaşayamayacağımız bir yanlıştır demesi!Gerçeğin düşmanı yalanlar değil,inançlardır demesi!Ölümün son iyiliğinin bie daha ölemeyecek olması demesi!Doktorların,insanların kendi ölümlerini ellerinden almaya hakkı olmadığını söylemesi!Kötü düşünceler!Bu fikirlerin her birinde Nietzsche'ye itiraz etmişti.Ama bunlar sahte itirazlardı;ta kalbinin derinliklerinde biliyordu ki Nietzsche haklıydı.
Ya Nietzsche'nin özgürlüğü!onun yaşadığı gibi yaşamak nasıl bir şey olurdu?Ev yok bark yok,zorunluluk yok,ödemesi gereken maalar,yetiştirilmesi gereken çocuklar yok,program yok,toplumda bir yeri,rolü yok.Böyle bir özgürlükte Breuer'e cazip gelenbir şeyler vardı:Neden Nietzsche'de bu kadar çok,kendisinde bu kadar az vardı?Nietzsche'nin özgürlüğünü elde ettiği açıktı.Ben neden yapamıyorum? diye homurdandı Breuer.bu düşüncelerden başı dönmüş bir halde yatağına uzandı,ta ki sabah altıda saatin zili çalana kadar.(syf.89)


Ümit mi? Ümit en son kötülüktür! ..Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.(syf.90)

Her insanın ölümü kendine aittir. Ve herkes kendi tarzını belirleyebilmelidir. (syf.91)


Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır.(syf.91)


Boşuna!Basel tarihinindeki en iyi hoca olduğunu ya da insanların iki bin yıllarında onun kitabını okumaya cesaret edebileceğini söylerken ne kadar doğaldı,böbürlenerek değil,yürekten inanarak konuşuyordu.Bunlar Breuer'i hiç rahatsız etmemişti.Nietzsche haklı olabilirdi!Hitabeti ve yazısı çok güçlüydü,fikirleriyse son derece zekiceydi,hatta yanlış fikirleri bile.(syf.155)


-Bana şehveti yenmemi söylüyorsunuz,küçük değersiz şehvetimi.Kendi içimdeki daha yüce parçaları beslememi söylüyorsunuz;ama onu nasıl yeneceğimi,içimdeki kahramanı nasıl besleyeceğimi söylemiyorsunuz.
-Bunu nasıl yeneceğinizi zamanla öğreteceğim.Uçmak istiyorsunuz ama uçmaya uçmakla başlayamazsınız.Size önce yürümesini öğretmek zorundayım ve yürümeyi öğrenmenin ilk adımı,kendi kurallarına uymauan insanın başkaları tarafından yönetilmek zorunda kalacağını anlamaktır.Başkalarının kurallarına uymak,insanın kendisini yönetmesinden çok,hemde çok daha kolaydır.
Bu sözleri söyleyen Nietzsche küçük tarağını çıkararak bıyığını taramaya başladı.(syf.201)


Hayır,problem huzursuzluk değil.asıl problem yanlış bir konuda huzursuzluk duyman.(syf.206)


Sık sık yolumu şaşırdığımı düşünüyorum:Eski hedefler artık işe yaramıyor ve yenilerini icat edecek halde değilim.hayatımın nasıl aktığını düşündükçe kendimi ihanete uğramış ya da oyuna gelmiş hissediyorum;sanki göklerdeki birileri bana bir oyun oynuyorisanki bütün hayatım boyunca yanlış melodiyle dans edip durmuşum.
-Yanlış melodi mi?
-İstikbali parlak delikanlının melodisi,hayatım boyunca dilimden düşürmediğim melodi!
-Melodi doğruymuş,Josef, ama dans yanlışmış.
-Doğru melodi,ama yanlış dans mı?Ne demek istiyorsunuz?
Nietzsche birşey söylemedi.
-Sizce istikbal sözünümü yanlış yorumladım?
-Parlak sözünüde yanlış yorumladınız,Josef.
-Anlayamıyorum.Daha açık konuşabilir misiniz?
Belki de kendi kendisiyle daha açık konuşması gereken sizsiniz. (syf.212)


Bazen herkesin gizli bir anahtar cümlesi vardır diye düşünüyorum.(syf.231)


Onun değerini şimdi anlıyorsun,çünkü onu kaybetmenin ne demek olduğunu anlamana yetecek kadar bir şeyler yaşadın.(syf.310)


Demek istediğim şu:Biriyle tam bir ilişki kurabilmen için önce kendinle ilişki kurabilmelisin.Eğer kendi yanlızlığımızı kucaklayamazsak,inzivaya karşı kalkan olarak başka birini kullanırız.Yalnızca bir kartal gibi yaşayabilen insan -kimsenin seni seyretmesine ihtiyaç duymadan- başka birine sevgisini verebilir;yalnızca o zaman o insan bir başkasının büyümesi ve gelişmesiyle ilgilenebilir.(Syf.313)

13 Mayıs 2008 Salı

Uyumak istiyorum ve bir süre hiç uyanmamak...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

BİTEMEDİ ŞU BAHAR

Canım sıkkın.Dün kızımla başbaşa geçirdiğim 4 saat dışında her dakika sevimsizdi.Bugün 5 gün sürecek eğitime giderken neşeli gurubumu göreceğim için azda olsa sevinmiştim ama oda hayal oldu.Beni haberim olmadan başka gruba kaydırmışlar ve tüm gün sıradanında altında bir eğitimde sıkıntıdan patladım.Bahar bitti,ben bunalıma yeni giriyorum galiba. Düşünüyorumda, ipin ucunda sallanan hayatlarımızı iten el hiç mi yorulmayacak?Çok yazık,içimdeki güzellikler her geçen gün azalıyor,oysa ki ben çok neşeli bir insanımdır.Herşeye olumlu bakan yanıma ne oluyor benim anlamıyorum.Önceden azalanın yerine konacak birşey bulurdum muhakkak.Birini sevemezsem başkasını severim,ona güvenemezsem buna güvenirim,o olmadıysa şu muhakkak olur derdim sürekli.Kendimi avutmaktan öte inanırdım buna.Şimdilerde güvenin, sevginin, saygının azaldığında yeri doldurulamayan şeyler olduğunu hissediyorum.Azalıyor ve ben elimden akıp gidenleri tutamıyorum,tutmakta istemiyorum.Sıkkınım ama bunu hayatımı zehir etmeden yaşayabileceğim seviyeye indirecek kadar seviyorum kendimi.Geçecek biliyorum. Sadece geçeceği zamana kadar biraz sabır , güneşli gün ve İzmir'e gidip kafa dinlemek istiyorum.

11 Mayıs 2008 Pazar

BUGÜN KEDERLİYİM


Bugun kederliyim, beterim bugun

Sesime ses degse ciglik oluyor

Usuyor toprak, taslar usuyor

Vuslatı yakin eden yollar usuyor



Yumma gozlerini, uyuma bugun

Butun golgeler aksam oluyor

Usuyor yaprak, dallar usuyor

Savrulup yirtilan ruzgar usuyor



Oysa ben senden neler neler isterdim

Senli sevdalarda dogmak isterdim

Sabahlar isterdim, asi ve mavi

Buyusun isterdim isigin rengi



Şiir:Ahmet Can Akyol
Müzik:Onur Akın

8 Mayıs 2008 Perşembe

ÜŞÜYORUM


Neden gittin?Ne uğruna feda ettin beni?Kafamdaki sorulara cevap bulamazken ben,yeni sorulara niye gark ettin beni?Kıyamazdın sen bana,hani derler ya -koklamaya korkardın-ne olduda önce kokumu,sonra gövdemi,en sonda beynimi ellere bıraktın.Senin için şiirler ezberleyen dilim birden lal oldu,güzelikler biriktiren gözlerim de ama...Sevincimi ,baharda taşan küçük ırmak misali çevresine dağıtan ben; sen gittikten sonra temmuz güneşine bırakılmış küçük bir kuşa döndüm.Uçamayan,bağıramayan,inandıklarına artık inanmayan küçüçük bir kuşa...

Önceleri sevdan vardı,giyip üstüme çıkardım sokaklara.Sevdan beni benden alır,sende bırakırdı. Gülünce kısılan,anlattıklarını sadece benim anlayabildiğim gözlerini görmek için saatlerce beklerdim en olmadık yerlerde,en çokta ...........Geceleyin gökyüzüne bakınca bir seni görürdüm,birde sevginle yansıyan ışığımı.

Üstüne giydirdiğin hüzün paltosuna rağmen uzun süre sevdan üstümden çıkmadı.Dolaştım avare avere,soranlara paltomun eteklerinden sarkan sevdanı gösterdim.Belki dedim bahar tekrar gelirde sevdanın üstüne papatyalardan yapma bir çelenkle çıkagelir. Bekledim...Bekledim...Bekledim...Gelmedin...

Artık sürekli üşüyorum,çünkü hüznüde sevdayıda ikinci el pazarında sattım.
Şimdi çırılçıplağım...

BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT (Friedrich Nietzsche)


Yine uzun süredir aklımda olan bir kitap,aslında iki kitap.Diğeri Nietzsche Ağladığında.. İkisini bir arada okumakla çok iyi yapmışım birde sıralarını değiştirip okusaymışım tam olacakmış. Konusunun felsefe olması sebebiyle biraz zor kavranır bir kitap olan(yada bana öyle geldi) Böyle Buyurdu Zerdüşt 4 kavramı temel alarak yazılmış bir kitap.Üst_insan,Tanrı öldü,Sonsuz dönüş ve Amor Fati(Kaderini sev) bu temel kavramların en kısa özeti.Yaşadığı zamanında anlaşılmamanın acısını çok çeken Friedrich Nietzsche Üstinsan'a ulaşmak için bir sıra basamak sıralamıştır. Yazarının kendisi gibi anlaşılmayan Zerdüşt uzun süren bir inziva döneminden sonra insanlara açılmak istiyor ve başlıyor anlatmaya.
  • Bedeni küçümseyenlerin,ruhu yüceltenlerin yolundan gitmediğini;

  • Bir zamanlar var olan tutkularından şimdilerde erdemler yetiştirdiğini;

  • İnsanın yükseklere ve aydınlıklara çıkmak istediği oranda köklerinin aşağıya,karanlığa,derine ve kötülüğe daldığını;

  • İnsanın ömrünü kendi içinde savaşarak geçirmesi gerektiğini;

  • Namusun kendisine gelen konuk olduğunu ve istediği kadar kalabileceğini ;namus kime zor gelirse ondan bir an önce vazgeçmesini;

  • Başkalarına olan inancımızın,kendimizde olanı ve inanma isteğimizi ortaya çıkardığını;bir dosta duyulan özlemin insanlığımızı ele verdiğini;

  • İnsanın kendinden üstün birşey yaratmak isteyeneninve bu uğurda harcanınanın makbul olduğunu;

  • Kadının boyun eğmesini,yüzeyselliğinde bir derinlik araması gerektiğini,erkek için sadece bir amaç olması gereken kadının gerçekte felaketin tam kendisi olduğunu;

  • Dünyada başkalarına acıyanların deliliklerinden daha büyük acılar doğuran birşey olmadığını;

  • İnsanın en cesur hayvan olduğunuve diğer hayvanları bundan yendiğini;

  • Yalnızlığın bu dünyanın en eski asaleti olduğunu;

  • Dünyada en çok lanet edilen , en çok iftiraya uğrayan 3 şeyin şehvet,hükmetme isteği ve bencillik olduğunu;

  • Her ağlamanın bir sızlanma ve her sızlanışın bir suçlama olduğunu;

  • Bütün sonsuz günahların ve sevapların korkudan kaynaklandığını buyuruyor insanlara...

Bu maddeler benim kitaptan anlayabildiklerimdir ve emin olun Zerdüşt 300 sayfada benim anlayabildiğimden daha fazlasını anlatmıştır.Felsefe, okumalarım arasında çok fazla yer tutmadığından kitap beni biraz zorladı ama düşünmekte iyi geldi.Kitabın sonlarına doğru, felsefi söylem biraz daha azalıyor çünkü kimsenin kendisini dinlemediğine inanan Zerdüşt tekrar inzivaya çekiyor. Zerdüşt'e hayvanlarıyla beraber bir grup insan eşlik ediyor.Sonunda onlarında kendisini anlamadığını anlayan (anlaşılmadığını anlamak ne büyük üzüntüdür dimi?) Zerdüşt tekrar yollara düşüyor.Adının yazılması ne kadar zorsa düşüncelerinin sindirilmeside o kadar zor Nietzsche'nin ki ben hala bakmadan yazamıyorum. Tek okumada anlayanların tebrik edilmesi gerektiğine inanadığım bu kitabın kesinlikle ön-yan okumalarla desteklenmesi gerekiyor haberiniz ola...

Gecedir:Ne yazık ki ben ışık olmayan gecelerin susuzluğunu çekmeye ve yalnız kalmaya mecburum.

Gecedir:Arzum bir pınar gibi içimde kaynıyor,konuşmak istiyorum.

Gecedir:Şimdi bütün fıskiyeler daha gür konuşur.Benim ruhumda bir fıskiyedir.

Gecedir:Ancak şimdi bütün sevenlerin şarkıları uyanır.Benim ruhumda bir sevenin şarkısıdır.(syf.120)

7 Mayıs 2008 Çarşamba

SEVİYORUM BENİ

2 gündür uykusuzum,bu gece o sayıyı 3 yapmaya niyetliyim:) Dün gece uykusuz kalmamın 3 sebebi vardı.Biri msn'de yaptığım çok güzel sohbet,ikincisi yeni bulunan ,anlattıkları itibariyle benim için roman tadında olan bir blog,üçüncüsüde inatla zemberekkuşunun güncesine başlamak istemem.Önce bloğu okumaya başladım,sonra şeker kızla uzun uzun konuştum,sonra tekrar bloğa baktım.Uykum geldi diye pc başından kalktım(yoruma öyle yazmışım dimi:) ama elimde zemberekkuşunu bulunca 20 sayfa okumadan yatamadım.Sonra aklıma düşen fotoğraf makinesini inceledim.(Nikon D40 yada D40X ama birilerine sormam lazım).Sabah kalktım,işten izin aldım, İstanbul'dan biricik doktorum ve ekibi Çarşamba Havaalanından gelene kadar kuaföre gittim.Yalnız benim kuaföre gitmem biraz olay oluyor çünkü iller arası seyehat ediyorum.Neyse attım çantaya kocaman kitabı,yolda kuaförde tekrar yolda okudum da okudum.Yalnız kuafördeki kızın sorduğu soruyu buraya yazmadan geçemeyeceğim.Zemberekkuşunu eline aldı bu cici kız,evirdi çevirdi "Bu yazar Türk mü?" dişye sordu."Yok ,Rus o yazar" dedim.Kız ne dese beğenirsiniz:"Ben kitabın kapağında ki resimden anlamıştım zaten."(Burda gülmeniz lazım)

Dün gece okuduğum gerçek roman ve Murakami'nin romanını dönüşümlü okumaya karar verdim.Az önce güzel bir yemekten geldim,ne zamandır 24 saati bu kadar dolu yaşamamıştım. Şimdi ben kaçıyorum,gerçek romana laf yetiştirmeye.Sonrada zemberekkuşuna sarılıp uyurum belki.(Bu arada yeni kitaplarım geldi ama yazacak kafa kalmadı.Bir ara senelerce senelerce evveldi'yi /çok güzeldi/ ve düş kırgınlarınıda yazmalıyım ,unutmayayım:))

3 Mayıs 2008 Cumartesi

KÜLTÜR TARİHİ AFFETMEZ (Hasan Bülent Kahraman)


Çikolataçikolata'nın yazısını okuyana kadar Hasan Bülent Kahraman'ın kitabı olduğundan haberim yoktu.Kütüphanede "Diğer Türler" bölümüne gelişigüzel göz gezdirirken gördüğümde kitabı çok sevindim.Yine ilk okuyucusu olacağım bir kitapla karşılaşmıştım.

Sanırım diğer kitaplardan farklı olarak bunu uzun olarak anlatamayacağım çünkü makaleler halinde yazılan bu kitabın neresini alıntılasam diğer tarafları eksik kalmış olacak.Türkiye'deki eğitim sistemine,kültür ideolojisine,siyasal iktidarla beraber değişen popülist kültürel akımlara dair bir çok sorun ve çözümün ayrıntılı olarak yer aldığı bu kitap kişisel kütüphanenizde yer tutacak kadar değerli bence.Sorunlara çözüm bulmaktan uzak olan yapımıza ters düşen bir tutum sergileyen yazarın sunduğu önerilerde uygulanabilirlik açısından uygun koşullar taşıdığından değerlendirilmeli bence(mesela liselere kültür tarihi dersi konulması).

Düşünme potansiyelini arttımak,farklı düşüncelere saygılı bir aydının dilinden değişik bakış açılarını yakalamak isteyenlere özellikle tavsiye edilir.

2 Mayıs 2008 Cuma

KIRMIZI PAZARTESİ (Gabriel Garcia Marguez)

Gabriel Garcia Marguez'in okuduğum ilk kitabı oldu Kırmızı Pazartesi.Erfe'nin yazarla ilgili yazılarını okuyunca farkettimki bilinçsiz olarak hep sakınmışım Marguez'den.Tavsiye üzerine alınan bu kitabın yine tavsiye edilebilecek bir kitap çıkmasına sevindim.120 sayfalık bu kısa roman (yoksa uzun öykü mü demem gerekirdi,bilemedim); kuralsızlıkların, aldırmazlığın, sorgulanmamış göreneklerin insanın başına neler açabileceğinin bir örneği.Yazar,çıkış noktasını gerçek bir cinayet haberinin oluşturduğu olay örgüsünü anlatırken sık sık görgü tanıklarının sözlerine yer veriyor.Sanırım bu durumdançoğu yerde roman için röportaj tarzıyla yazılmış deniliyor ama benim röportaj tarzından anladığım şey biraz daha farklı.

Kitabın ilk sayfalarında olan cinayet anlatılırken,sonraki sayfalarda geriye dönüp cinayetin herkes tarafından bilinirken nasıl engellenemediğinin sıralanışını okuyorsunuz.Öldürülecek olan Santiago Nasar hariç tüm kasaba halkı tarafından bilinen cinayet,bazılarının umursamazlığı, bazılarının haklı sebepleri,bazılarının yanlış arama stratejileri,bazılarının ise aptalca davranışları sebebiyle bir türlü önlenemiyor.Sonuçta cinayetin işleneceğini bilmenize rağmen; kitap, sırf bu nedenleri anlatmadaki becerisi ile tam bir güzelleme sayılabilir.Ben okuduğum her sayfada, cinayetin engelleneceğine inanmakla,işleneceğine kesin gözüyle bakmak arasında sıkışıp kaldım.Sonlara doğru olayların gidişatına o kadar çok sinirlendimki, kendimi ülkem anahaberlerinde bir cinayetin analizini izliyormuş gibi zannettim.

1982Nobel Edebiyat Ödülü sahibi bu romanın(baktım,kitabın başında roman diyor) bana en garip gelen yeri adı oldu.Romanın orjinal adının“Cronica de una muerta anunciada”olduğu yazıyor kitabın arka kapağında."Kırmızı Pazartesi" için oldukça uzun bir isim gibi hissettim doğruda hissetmişim.Asıl çevirisi“Anons edilmiş bir cinayetin kronolojisi”ymiş.Keşke diyorum arka kapağa veya girişe neden bu ismin tercih edildiğine dair bir not yazılsaydı.

Gabriel Garcia Marguez'e başlangıç için oldukça iyi bir kitap bence.Güney Amerika ile oldukça benzer kültürlerimiz olduğa inanan bendenizin haklılığınında bir kanıtı aynı zamanda:)Marguez'i aklıma soktuğu yazısı içinde Erfe'ye teşekkür ederim.Bitti Nokta

1 Mayıs 2008 Perşembe

OPHELİA




Adın Ophelia demek.Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum.5 sene kadar önce Kartal Koçtaş'ta bakınırken resimlerin içinde görmüştüm .İlk bakışta aşktı benimki, elimden bırakamadım. Ölüm,güzellik,çaresizlik,doğa,çiçekler,yalnızlık...Büyülenmiştim.Seni alıp evime götürmeli ve duvarımda doya doya seyretmeliydim.Sonra üzerindeki fiyatı görünce hayallerim suya düştü.Beni aşan bir fiyattı ve fakir ama gururlu gencin ne hissetiğini anlayarak eve dönmek zorundaydım.3 gece arka arkaya rüyama girince soluğu Koçtaş'ta aldım.İstediğim şeyleri bulmakta her zaman şanslı olan ben,nedense iş onlara sahip olmaya gelince çölde kutup ayısına rastlayan bedevi kadar şanssız olurum.Yine aynı şey ve yoktun yerinde.Tüm resimleri tek tek elden geçirmem ne kadar sürdü hatırlamıyorum,bölüm görevlisini sinir ettiğim zamana ve kendime acıyarak çıktım ordan.Sonraki seneler seni kime tarif etsem yüzüme acayip acayip baktı.Dingin bir suda çiçeklerle beraber yüzen,yüzünden ve ellerinden çaresizliği okunan ölü kız imgesi benim dışımdaki herkesi rahatsız ediyordu.Ve seneler sonra bir gün güzel insan Evvel zaman içinde'nin Shakespeare sevdasına ortak olabilmek için görsel araştırma yaparken Hamlet'le beraber rastlıyorum sana.Ne büyük mutluluk anlatamam.

Artık adını ve sende gördüğüm çaresizliğin nedenini biliyorum.Şimdi sıra seni bu kadar üzen Hamlet'in öyküsünü okumakta...En kısa zamanda tekrar görüşeceğiz OPHELİA...