Çadırda kaldığımız dönemde,hamakta yayılıp,dalga seslerini kulağıma fon yapıp okuduğum bu güzel kitabı anlatmakta daha fazla gecikirsem,hem kitaba hemde bu kitabı bana hediye eden kişiye karşı mahçup olacağımı düşünüyorum.Bu sebepledir ki başlıyorum elimin elverdiğince yazmaya...
Mariabronn manastırında kesişen iki hayat...Biri çok genç yaşına rağmen manastırda öğretmen ayrıcalığını kazanmış,zeki,bilge ve yakışıklı rahip adayı Narziss...Diğeri babası tarafından manastıra getirilen,canlı,hayal dünyası geniş,çocuksu ruha sahip Goldmund...Birbirlerine zıt karakterlere sahip bu delikanlıların öyle bir özelliği vardıki,tüm farklılıkları bir kenara itiliyordu:İkiside başkalarında rastlanmayan yeteneklerle donatılmış,ikiside kendilerini özel hissettiren bir sesi içlerinde taşıyorlardı.
Çok geçmeden bu iki genç,başkalarını kıskandıracak,hiddetlendirecek kadar birbirlerine hayranlık ve ilgi beslemeye başlarlar. Narziss,öğretmenliği sebebiyle Goldmund'a karşı mesafeli durmaya çalışmaktadır fakat ilerleyen zamanla beraber dostlukları inanılmaz bir güzelliğe ulaşır.Goldmund'un yazgısında kendi bilgeliğnin kaybolmuş yanını; sanatçılığı gören Narziss bunu Goldmun'a anlatmakta oldukça zorlanır.Zaten aralarındaki tüm sevgiye rağmen Goldmund, Narziss'in kendisini anlamadığını,kendisine hep öğretmeni gibi davrandığını düşünmektedir.
Goldmund'un hayatında eksik olan anne figüri,Narziss'in kışkırtmasıyla açığa çıkar ve yaşadığı duygusal açılımı kaldıramayan Goldmund hastalanır.Fakat bu hastalık Goldmund'un gerçekten ne istediğini anlamasına yardım eder,o bir rahip olmak istememektedir.Narziss ise tamda bu görev için yaratıldığının farkındadır ve keşişlik görevini hakkıyla yerine getirebilnmek,inzivaya çekilip çile doldurmak istemektedir.
Goldmund şifalı bitkiler toplamak için birgün manastırdan çıkar ve bir kadınla karşılaşır.Gençlik ateşiyle tutuşan Goldmund aşkı tadar ilk defa ve anlarki onun yeri manastır değildir.İnzivadaki dostu Narziss'e de haber vererek manastırdan ayrılır ve kendini hiç bilmediği bir hayatın kollarına atar.Uzun bir süre göçebe bir hayat sürer,türlü macarelar yaşar,veba'dan harap olan şehirlerden geçer,ölümün soğuk yüzünü en acımasız haliyle görür,aşkın her türlüsünü tadar, rüyalarında Narziss ile konuşur.Tüm bu olanların kendisine hiçbirşey kazandırmadığını, hayatını heba ettiğini düşünmeye başladığı anda gelişen olaylar,kaderinin seyrini değiştirir Goldmund'un.
Birgün birbirleriyle karşılaşmak umuduyla yaşayan bu iki insanın hayatlarına ilişkin son ayrıntılar burada anlatılmayacak kadar heyecan verici.Zaten kitabın başlarında ikisi arasında geçen ve konusunu ölüm,yaşam,aşk,sanat,cinsellik,akıl,mantık,tutkunun oluşturduğu felsefi konuşmaların devamını kitabı okumaya başlayınca merak ediyorsunuz.Birde bu mesaj dolu konuşmalara Goldmund'un maceralı yaşamı eklenince kitap okunması gerekli kitaplardan biri haline geliyor.
Alman edebiyatına karşı istemsiz olarak geliştirdiğim önyargımın yıkılmasına sebep olan bu kitap, öncelikle bana hediye eden kişi sebebiyle benim için özel bir yere oturmuş durumda.İçinde kendimi bulmam,hayata ve yaratılışa dair inançlarımı teyit edebilmiş olmam da bu kitabın özel olmasına kesinlikle katkıda bulundu.Dilinin akıcılığı,okumama ayrı bir zevk kattı.Dostluk temelleri üzerine kurulu ,insan yaşamını irdeleyen en iyi romanlardan biri diyebilmeme hiçbir engel yoktur yani:)
Okurken yazarın bazı görüşlerini ,özellikle yaratılış ve yaşam gayesi hakkında olanları kendime yakın bulabilmem bana oldukça garip gelmişti.Daha sonra okuduğum kaynaklarda yazarın Doğu edebiyatına ve mistisizmine düşkün olduğunu, ayrıca bireysel bunalımlara çözümü Doğu felsefesinde aradığını öğrenince bu şaşkınlığım geçti.Sonuçta hangi din,hangi ırk,hangi milete ait olursa olsun hümanist bir insanın kendini her yerde belli ettiğini bir kez daha anladım.1946 nobel ödülü sahibi olan yazarın diğer kitaplarınıda okumayı gerçekten istiyorum.Diğer kitapları hakkında hiç bilgim yok ama yazarla tanışmak için "Narzizz ve Goldmund" oldukça iyi bir fırsat olabilir.Şimdiden iyi okumalar:)
***Artık kendi içindeki yaşamdan başka gerçek ve diri bir şey kalmamıştı.Goldmund için,kalbinin ürkek atışları,özlemlerin acılı iğneliyişleri,düşlerinin sevinç ve korkularından başka hiçbir şey.Bunlardı onun yeri ve kendini bunların eline teslim etmişti.(syf.75)
***Şaşılacak şey,diye düşündü,binlerce küçük yapraktan her biri bu minicik yıldızlı göğü işlemiş kendi yüzeyine,bir gergef işler gibi incecikten.Her şey ne kadar şaşırtıcı,ne kadar akıl erdirilemeyecek gibiydi,kertenkeleler,bitkile, taşlar,kısaca her şey!(syf.77)
***Oysa kendisi,Goldmund,yirmi yıl sonra ne duruma gelecekti kim bilir?Tanrım,her şeyde bir anlaşılmazlık,aslında bir hüzün saklıydı,beri yandan her şey güzeldibu haliyle.Hiçbir şeye akıl sır erecek gibi değildi.İnsan yaşıyor,yeryüzünde oradan oraya koşturuyor,at üzerinde ormanlardan içeri dalıyordu ve çevresindeki pek çok şey gözlerini dikip istekle,sözverilerde bulunup özlem uyandırarak kendisine bakıyordu(syf.78)
***Dostu ölesiye yorgun,bedeninden canı çekilmiş,soluk yüzü ve bir deri bir kemik elleriyle kerevette tıpkı ölü gibi yatıyorkeb,Goldmund'u görürü görmez kendini toparlayıp güler yüzle onunla ilgilenmiş,üzerinde hala kadın kokusunu taşıyan sevdalanmış dostuna kulak verip söylediklerini dinleyerek iki tövbe ve istiğfar arasındaki bu kısa dinlenme süresini onun uğrunda gözden çıkarmıştı!Bu çeşit bir sevginin de varlığı şaşılacak,harilulade bir şeydi,böyle bencillikten uzak,tamamen manevi bir sevgini varlığı.Bugün kırda güneş altında yaşanmış sevgiden,duyuların hiçbir sorumluluktanımayan bu esrik sevgisinden ne kadar değişikti.Ama yine de her ikisi de sevgiydi bunların...(syf.86)
***Şu kadınlara ve sevgilerine akıl sır ermiyor diye düşündü;gerçekte uzun boylu konuşmak gereksizdi,ağzından çıkan bir tek sözle kadın ona buluşacakları yeri tarif etmiş,geri kalan şeyler için sözcüklerden başka yollara başvurmuştu.Neydi bu yollar?Gözleriyle anlatmıştıörneğin,evet,biraz kısık bir sesle,bir başka şeyle sonra,bir kokuyla belki,insanın cildinden kopup gelerek erkeğin kadını,kadının erkeği arzuladığını hemen karşısındakine gösteren o nazenin hafif kokuyla...Tuhaftı doğrusu,görkemli ve çarpıcı bir dil gibiydi ve kısa zamanda Goldmund bellemişti bu dili!(syf.102)
***Doğrusu rahat olduğu da söylenemezdi belki,ama vicdanını zaman zaman rahatsız edip bir yük altına sokan,zina günahını işlemesi ve kendini şehvetin kollarına atması değildi.Bir başka şeydi bu,bir isim bulup niteleyemediği bir şey...İşlenmemiş,ama doğarken kendisiyle dünyaya gözlerini açmış bir suçun uyandırdığı duyguydu.Belki de tanrıbilimde ilk günah denen suçun ta kendisiydi bu!Öyleydi galiba.Evet,yaşamın kendisinde suça benzer bir şey saklıydı,yoksa nArziss gibi öylesine temiz ve bilge biri ne diye bir mahkum gibi çile çıkarmak istesindi.Ya da kendisi,Goldmund,ruhunun derin bir köşesinde ne diye bu suçu hissetmeden yapamasındı?(syf.103)
***Gücü yetse de insan böyle bir tek çiçeği yaratabilse,ne büyük bir haz,ne büyük bir mutluluk duyardı bundan,Ne büyüleyici,ne soylu,ne anlamlı bir iş yapmış olurdu.Ama kimsenin harcı değildi,ne bir babayiğit,ne bir imparator,ne papa,ne de bir ermişböyle bir şeyin üstesinden gelebilirdi.(syf.104)
***Ama öyleyken kadınlarinki olsun,kendisinin ki olsun sevginin bu kadar ölümlü görünmesi,alevlendiği kadar çabuk doyuma ulaşması şaşılacak,beri yandan biraz hazin bir şeydi.Doğru muydu böyle olması?Öteden beri böyle miydi,her tarafta böyle mi?(syf.105)
***Kadınların sevgisi,cinsellik oyunu onun için her şeyden değerli,herşeyden üstündü,içinde sık sık hisettiği hüzün ve bıkkınlığın çekirdeği de haz denilen şeyin gelip geçiciliğinden ve ölümsüzlüğünden kaynaklanmaktaydı.Sevi hazzının birden ve kısa süre için insanı mest eden parlayışına,kısa süre özlemle insanı yakıp kavuruşuna,bir anda yine sönüp gidişine,tüm yaşantıların özü diye bakıyordu,bu onun için yaşamdaki tüm haz ve elemin simgesi olmuştu.Hüznün ve ölüölülüğün yüyleri diken diken eden korkusuna tıpkı sevgideki gibi aynı teslimeyetle bırakabilirdi kendini,bu hüzün de bir çeşit sevgiydi,o da hazadn başka birşey değildi.Nasıl sevginin büyük hazzzı kendini o en yüce,en mutlu gerilim anında kesinlikle açığa vurur,bir sonraki nefeste yine erir ve uçup giderse,en derin yalnızlıklara ve hüzne kendini kaptırışlar da bakarsın bir süre için vardır yalnız,ansızın içte duyulan şiddetli bir isteğin ve yaşamın aydınlık tarafına yeniden yönelişin pençesinde can verir.Ölüm ve şehvet aynı şeydi.Yaşamın anası sevgi ya da haz diye gösterilebileceği gibi,mezar ve çürüyüp kokuşma diye de nitelenebilirdi.(syf.174)
***Neden bu kadar duygusuz,kaba,akıl almayacak ölçüde aptal ve sersemdiler?Ne diye hiçbir şeyi görmezlerdi?Balık satan erkekler olsun,kadınlar olsun,alacakları balık üzerine pazarlık eden müşteriler olsun,neden bu ağızları,ölesiye korkmuş bu gözleri ve çılgınca sağı solu döven bu kuyrukları,bu boş yere sürdürülen tüyler ürpertici umarsız savaşı,olapanüztü güzel bu gizemsel hayvanlardaki o dayanılmaz değişimi,son nefeslerini vererek cansız serilip kalmadan,kendilerini gülüp oynayarak tıkınacak kişilerin sofralaraına çıkarılmak üzere içler acısı et parçalarına dönüşmeden önce nasıl en son hafif bir titreyişin can çekişen derileri üzerinde bir ürperti gibi gezindiğini görmezlerdi?Hiçbir şeyi görmüyordu bu insanlar,hiçbir şeyi bilmiyor ve hiçbir şeyin farkına varmıyorlardı,hiçbir şey sesini işittiremiyordu kendilerine.İster zavallı bir hayvancık gözlerinin önünde kuyruğu titresin,ister usta bir sanatçı bir ermişin yüzünde insan yaşamının tüm umudunu,soyluluğunu,acılarını ve insanı soluksuz bırakan tüm karanlık korkularını tüyler ürpertici şekilde canlandırsın,hiç fark etmiyordu,hiçbir şeyi göremiyor,hiçbir şeyden etkilenmiyorlardı.Hepsi de gülüp oynuyor ya da birtakım işlerle uğraşıyorlardı;sözde önemli işler peşinde koşuyor,acele ediyor,bağırıp çağırıyor,kahkahalar atıyor,birbirlerinin yüzlerine karşı geğiriyor,ortalığı gürültüye boğuyor,espriler yapıyor,üç kuruş için birbirlerine giriyorlardı; hepsinin de keyfi gıcırdı,hepsinin tıkırındaydı işi,kendi kendilerinden ve dünyadan şikayetçi değillerdi.(syf.182)
***Bazen anlamsızlıkların ve korkunçlukların seyrine umutsuzca kendini kaptırışlarından beklenmedik anda bir sevimç yeşerivermişti:Şiddetli sevdalanış,güzel bir ezgi mırıldanma arzusu ya da resim yapma isteği.Ya da bir çiçeği koklar,bir kediyle oynarken yaşamla o çocuksu uzlaşmaya yeniden kavuşmuştu.Ve şimdide kavuşacaktı yine,yarın ya da öbürsü gün;ve dünya yine o iyi ve kusursuz haline dönüşecekti.Yeter ki o düşünüp durmalar,can çekişen balıklara,sararıp solan çiçeklere karşı insanı soluksuz bırakan o umutsuz sevecenlik,insanların domuzlar gibi duygusuz yaşayıp gitmelerinden,alık alık bakıp durmalarından ve hiçbir şeyi görememelerinden duyulan dehşet yeniden çıkıp gelsindi.(syf.183)
***Ah,bir sazan balığının gözlerindeki altınsı parıltı,bir kelebek kanadının kenarlarındaki o tatlı ince gümüşsü tüyler,bu türden sanat yapıtlarıyla dolu bütün bir salondan bin kata daha güzel,daha canlı ve harikuladeydi.(syf.190)