15 Mayıs 2008 Perşembe

9.HARİCİYE KOĞUŞU (Peyami Safa)


Bazı şeylerden uzaklaşmamızın en büyük sebebi yanlış eğitim stratejileri herhalde.Okuduklarım içinde Türk klasiklerinin çok az yer kaplamasının en büyük sorumlusu ilkokul kitaplarına yaşımızın üstünde parçalar koyup arkasından abuk sabuk sorular soran milli eğitimdir. Kendi klasiklerimiz hakkındaki önyargımı kaybettiğimden beri okumaya çalışıyorum kaçırdıklarımı. Peyami Safa'nın kitapları hakkında birkaç kişiden duyduğum övgüden sonra ilk baktıklarım arasındaydı kütüphanede.İçindeki "Sofanın bana söyledikleri" bölümünü ilkokuldan hatırladığım bu kitapta yazara ait okuduğum ilk eser oldu.

Kitap, adı bilinmeyen genç delikanlının,şiddetli ve eziyetli hastalığı boyunca çektiklerini; kendinden 4 yaş büyük Nüzhet'e aşık oluşunu ve bunu kendine bile itiraf edemeyişini;gençlik aşkıyla aralarındaki sürtüşmelerin hastalığına etkilerini anlatıyor.Ergenlik döneminin önemli sorunlarını atlamadan,hasta çocuğun psikolojisini gerçeğe en yakın haliyle okuyucuya sunuyor. Bir sağlıkçı olarak hastane ortamının ,hasta psikolojisinin bu kadar düzgün gözlemlemenin zorluğunu düşünürken bunun yazar için zor olmadığını öğrendim.Roman boyunca yapılan ruh betimlemelerinin bu kadar gerçekçi olmasınında en büyük payın yazarın kendi hayatına ait olduğunu kavrayınca gerçekten kötü oldum.Yazar ergenlik dönemini içine alan sürede "Kemik Tüberkülozu" hastalığını birebir çekmiş ve hastane duvarlarından başka kimsenin sırdaşlık etmediği yalnızlığını sonunda bu romanda ortaya koymuş.Genç bir insan için gerçekten çok acı bir deneyim,çoğu satırları okurken alışık olduğum o ortama ne kadar yabancılık çektiğimi ve irkildiğimi hissettim.Gerçi yazar sonunda iyileşiyor ama zamanının şartlarıda değerlendirildiğinde olayın etkisi bir süre benliğinizi sarıyor.

Kitabı Alkım Yayınevi 2004 yılında ,dilini sadeleştirerek tekrar basmış.Bendeki bordo renkle ciltlenmişti ama kitabın boyutları hoşuma gitti.Kitabın genç delikanlısının aynı anda okumaya çalıştığım Hamlet'ten bahsetmesi ise çocukça bir sevinç saldı içime. Farkındayım,kaçırdıklarımı yakalamak bana keyif vermeye başladı:)

Her bedbaht gibi ben de bu basit nüktede bile bir merhametten ve teselliden şüphe ettim:Kendi kendim güvenimi o kadar kaybetmiştim(syf.28)

Meçhul ümitlere inandığım an beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.Ümit etmek bile az.Emin olmak ihtiyacı...Yalancı geleceğin şüpheli vaatlerine değil,teminadına ve sendine ihtiyacım var.Halbuki o vaat bile yetmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit,korkunç bir dilsizlikle susuyor.(syf.30)


...Ve doktor fen ilmiyle ilgili ayrıntıları veriyor.Artık onu dinleyemz oldum.Bir iki ay evvel okuduğum "Hamlet"in mezarlık sahnesini hatırladım.Orada,karalın soytarısı Yorik'in kafatasını eline alan prensin sözlerini,bir musiki parçası gibi içimden mırıldandım:
-Heyhat !Zavallı Yorik!Ben onu tanıdım Horatio.Soytarıların en neşelisiydi.Geniş bir hayal gücü vardı.Beni bin defa kollarında gezdirdi;fakat şimdi manzarası hayalimi dehşetle dolduruyor!Kalbim nası.....
Doktor beni dürttü.(syf.41)

Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki,yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu;ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil,eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum.Yalana herşey isyan etmelidir.Eşya bile:Damlardan kiremitler uçmalıdır,ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar düşüp yeryüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...Zavallı çocuk...Nüzhet bana yalan söyledi.(syf.56)

Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu oldu:Sükut.Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu.Ben salondan erken çıktım ve yattım.Uyuyamadım,ağrılarım arttı,fakat ruhi azabıma nispetle çok asil,sade ve saf olan et ıstırabımı o gece sevdim.(syf.80)

Denizde dalgalar arasında boğulacağını anladıktan sonra hiçbir hareket yapmayarak kendileini suya salıverenler ve felaketi bir an önce isteyenler gibi kendimi bırakmıştım.Bir şey ümit etmemenin rahatlığından başka barınacak ruhi bir köşem kalmamıştı.Artık hiçbir şey tahmin edemiyor,hiçbir şey beklemiyordum.(syf.96)

Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat alışkanlığının verdiği hissizlikle,sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor?Onu ben görüyorum,çünkü benden uzak;onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde,çelikli damarlarında,arkadaşımın otururkrn rahat gerilişlerinde,bacaklarını uzatışlarında,korkusuz bakan gözlerinde görüyorum.(syf.119)

Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için,felaketin üstüne yürümek istiyorum.Istıraptan korkmamanın tek ilacı ıstıraptır.Bu ateşi o ateş söndürür.(syf120)

*Görülecek,işitilecek,tadılacak,okunacak,yazılacak,yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki,bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişemeyeceğinden korkuyorum.(syf.122)

3 yorum:

erfe dedi ki...

bu kitap beni çok etkilemişti. Liseye giderken boş derslerde okul kütüphanesinde okumuştum. Kütüphaneden kitap almak yasaktı çünkü. Aklım okuyamadığım sayısız kitaplarda aval aval sınıfa dönerdim.

kaldırımçocukları dedi ki...

Peyami Safa (eğer yanlış hatırlamıyorsam) her kitabında usta bir yazardan sürekli bahseder. Ben Safa sayesinde niçe (adını yazamıyorum koyala yapıştır içinde kasamıyorum :) )ve Pirendello ile tanıştırdı sağolsun =). Milli eğtimin yaptğı çoğu şey gençleri kitaplardan uzaklaştırıyor aslında. bende bu saçma salak şeyler yüzünden çok geç başladım okumaya maalesef. ki hala çoğu arkadaşıma türk ve dünya klasiklerini okutamıyorum.

SERAP dedi ki...

Erfe;
Hiç kitap verilmeyen kütüphane mi olurmuş,ne saçma birşey.Boş derslerini kütüphanede geçiren bir tanıdığım var sonunda:)

Kaldırım çocukları;
Yazarın okunma sebeplerinden biride sensin.Türk klasiklerini sevdirmenin bir yolu olmalı mutlaka.