28 Ocak 2008 Pazartesi

BİN HÜZÜNLÜ HAZ ( Hasan Ali Toptaş)


Ben bu kitabı sevdim.Uzun cümlelerde kaybolmadan iz sürdüm. Yaşanması, hissedilmesi mümkün soyut kavramların samimi anlatımı okuduklarımın oraya buraya dağılmasını önledi galiba.Anlatımın derinliğinde boğulmadan, dalmaktan keyif alan bir dalgıç misali her katı farklı bir lezzet alarak keşfettim. Bir mekan üzerinde aynı anda yaşanan;fakat birbirinin farkında olmayan üç zaman dilimini anlatışı hayal gücümü kamçıladı.Arkasında somut bir olay örgüsü olmadığı halde temeli sağlam olan;kırık satırları ,eksik ve karışmış harfleriyle,meraklandıran imgeleriyle,okuyucudan okuyucuya değişecek anlam girdabıyla,sade sözcüklerle sade olmayan anlatımıyla birden fazla okunmaya aday bir kitap oldu benim gözümde.
Kitabı okuyan Sera’nın yazısını ve yine onun verdiği linki de muhakkak okuyun derim.




Yazarın iki farklı söyleşisinden alınan şu paragraflarda en az kitap hakkında yazılanlar kadar dikkate değer bence:


"‘Bin Hüzünlü Haz’, beni en çok üzen kitabım oldu. Bir yayınevinden, ‘Sen bunun etini, yağını, suyunu, tuzunu, baharatını o kadar çok koymuşsun ki, bir oturuşta yenmiyor’ dediler. Bir oturuşta tüketiliverecek yapıtlar istiyorlardı. Dehşete kapıldım. İyi yapıt, zaten edebiyat dışıdır. Yani edebiyatın o ana dek oluşagelmiş kurallarının dışına fırlamış bir yapıttır. Daha sonra edebiyata dönüşecektir."

“Ben okuruma –varsa eğer, bir yerlerde yaşıyorsa ya da olacaksa- güveniyorum; en azından benim okurum, benim bir oturuşta tüketiliverecek türden romanlar yazmadığımı bilen bir okurudur.”

Bunlarda alıntılarım:

“Sonra,işte onlar böyle kaybolunca,ben kendimi bir boşlukta buldum.
Ama bu,kaybolan şeylerin yokluğundan değil de,benim birkaç saniyelik duraksayışımdan,ait olduğum zamanın dışına çıkmak isteyişimden,ya da o anda gövdemin sınırlarını hissedemeyişimden doğan bir boşlukta sanki ve içinde,o güne dek yaşadıklarımın bende kalan kırıntılarından,küçücük de olsa iz yoktu.Ne oldum olası benimle ömürlerini paylaşan dostlarıma bütün gerçekler gibi gerçekdışı gözüken gerçeklerimin derinliğinden,ne ruhumda dev yaralar açan günlük hayatın küçük cinayetlerinden,ne korkularımdan,ne hayallerimden,ne de şehir denen o cehennemin içinde Alaaddin’i aramakla geçen günlerimden…”

“Benimkisi,hiçbir zaman hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar derin,hiç kimsenin anlayamayacağı ölçüde karmaşık ve acayip bir yorgunluktu.”

“ İşte o zaman ben ,çeşitli suçların işlendiği göz kamaştırıcı bir dünyadan başka bir dünyaya sessiz sedasız göçmüş gibi oluyorum.Hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştüğü,hayallerin sınırı aşıp aşıp gerçeklere karıştığı, yerini göğünü ne idüğü belirsiz kıpırtılarla uzun kuyruklu,güzel güzel yalanların doldurduğu ve her şeyin kelimelerle öldürüldüğü ,acayip ve soluk renkli bir dünyaya diye konuşmasını sürdürüyordu Alaaddin.”

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Merhabalar :) Ben henüz bu romanı okumadım ama roman üzerine Yıldız Ecevit'in bir incelemesini okuyorum. Belki ilgilenirsiniz diye birkaç şey not etmiş olayım buraya. :) Hasan Ali Toptaş için, Türk edebiyatının Kafka'sı diyor.. Memurluklarından nefret etmeleri, geceleri kendileri olabilmeyi iple çekmeleri, sabahlara kadar yazmaları, sadece yazınca kendileri olduklarını fark etmeleri ve kendilerini ürkek, tedirgin, güçsüz görmeleri yönleriyle Hasan Ali Toptaş ile Franz Kafka birbirine çok benziyor.. :)

"Uçsuz bucaksız bir sessizliğin ortasında tek başına" demiş romanda.... Umarım en yakın zamanda Hasan Ali Toptaş'a misafir olurum.. yazınız için çokk teşekkürler..